ÇAĞIMIZ, MEKKE DÖNEMİNİN BATAĞINDA…

logo5

ÇAĞIMIZ, MEKKE DÖNEMİNİN BATAĞINDA…

Bu bakımdan dinde özgürlük yok edilmiştir! Bu yok oluş, Müslümanlar için bir zulümdür!

Dün nasıl İslam’ın gelişiyle birlikte tefeci bezirgânlar, cinciler, falcılar telaşa düştülerse, haksız kazançlarının ellerinden alınacağı korkusu içinde oldularsa, bugünde aynı insanlar, aynı endişeyi taşıyorlar…

Ebu Cehil:

Ey Muhammet söylediklerinin tümü doğru.. Fakat senin dediklerini yapacak olursam, o zaman Mekke halkı aç kalır’ dedi.

Hz. Muhammet bu söze iltifat etmedi, tebliğine devam etti…

İslam’ın yayılması Medine’ye ulaştı. Elinde Kur’an ayetlerinden başka gücü olmayan, ahlak, dürüstlük, yiğitlik, mertlik ve adaletin sembolü Müslümanlar, özellikle Mus’ab bin Umeyr gibi gençlerin tebliğ çalışmaları sonucu Medine İslam’ın nuruyla aydınlandı…

Yani Medine binasının harcında bu sahabe gençlerin alın teri, heyecanı, çektikleri acıları, katlandıkları mahrumiyetleri vardı.

***

Bir kadının başının açık/kapalı olması, bir esnaf ezan okunurken dükkânını açık tutup/tutmaması, bir Müslüman’ın namaz kılıp/kılmaması, devletin asli görevleri arasında değildir.

Aslında İslam’ın ‘Evrensel Mesajı’ şudur:

Kişi her hangi bir dine girebilir, o dinde kalabilir veya o dinden kendi rızasıyla çıkabilir. Dinin gereklerini yapma konusunda hiçbir güç karışamaz!

Fakat son yıllarda devlet, ‘Laiklik’ adına dine karışmış, ‘insanın din özgürlüğünü’ katletmiş ve dinde büyük yaralar açmıştır.

Asırlar boyu Doğuda Allah adına insan, Batıda insan adına tanrı öldürülmüştür.

İnsanın seçtiği dünya görüşü aslında onun dinidir. Kimse bu tercihe karışmamalıdır. Bırakın insanları kendi dinlerini yaşasınlar. Çünkü bu yaşamın sonunda bir hesap olacaktır. Bırakın herkes kendi hesabını kendi versin…

Allah bile Resulüne,  ‘Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.’ Diye söylemiştir. (Ğaşiye; 21-22)

Yani Kur’an’da Allah, Hz. Peygambere din adına, Müminlere satır sallayan bir zorba olmadığını, sadece hatırlatıcı olduğunu söylemiştir.

Fakat İslam adına hareket eden bazıları ‘Selefi, Taliban ve Işid’ gibi görüşlere kaymış, su gibi berrak dini bulandırmışlardır.

Asrısaadetin temelleri oluşurken gelen bütün ‘savaş’ ayetlerine bakın; hiçbirinde zorbalık yapılsın diye değil, tam tersine zorbalığı önleme vardır.

Mesela bu ayetlerden ‘insanları öldürülme pahasına, onlara özgür kılma’ diye bir hüküm çıkarılamaz!

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.’ (Bakara; 193)

***

Peki, Kur’an her zaman hep bu dili mi kullanıyor?

Hayır!

Kur’an’ın da ‘Yeter atık’ dediği ‘çizgileri’ vardır. Bunların başında ‘Hukuku’l-ibad, (kul hakları) gelir. Yani öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp etmek, hırsızlık, vurgun, soygun, fuhuş, zina yapmak, iftira atmak, gibi suçlar gelir…

Allah’ın öfkesi buralarda yatar!

Devletin asli itibariyle görevi bundan ibarettir. Yani haksızlığın karşısında, zayıfın yanında yer almaktır. Yani İslam’da; ‘şeriat/hukuk” dediğimiz şeyin kendisi budur.

Devlet adaletten saptığı an, meşruiyetini kaybeder.

Bakınız, ‘DinVicdanla başlayan bir iştir.’

Dinin kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde ise dünya ve Ahiret mutluluğu vardır. Gerçek hayat dini budur. Bu dinin kilisesi, papazı, din adamı, keşişi, rahibi yoktur.

İslam; gönlünde yaşar, ‘ma’şeri vicdanda’ kök salar, özgür vicdanlarında boy atar. ‘Adalet Devleti’ ilkesiyle var olur.

Adalet devleti insanoğlunun can, mal, akıl, nesil, ırz gibi temel değerlerini koruyup kollamak içindir. İslam’da devlet anlayışının manası bundan başka bir şey değildir.

***

Bir kimse İslam’dan döndü diye İslam’ın şerefi azalmaz. Bilakis kişi İslam’la şeref bulur.

İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.

Peygamberlerin davaları büyüktür. Peygamberler tarih sahnesine büyüklüğün verdiği acılar içinde doğdular, acılar içinde öldüler. Kaderleri böyle geldi, böyle geçti…

Acı çekmeleri Peygamberlerin, insan oluşlarındandır.

Bir davanın ‘Dava’ olabilmesi için; sağlam bir akla, güçlü bir imana ve temiz bir vicdana ihtiyacı vardır.

Bugün ‘Dava’ yürütüyorum diyenlerin haline bakar mısınız? Çıkarı ve menfaati dava olup çıkmıştır…

Kur’an’ı Kerimin etkisini müşrikler hayatın içinden silmeye çalışmışlardır. Kendisini dava adamı (?) zannedenler de; Kur’an’ı ‘Mehcur’ bırakmışlardır.

Allah aralıksız yaratır, Kur’an hayatın içinde varlığını sürdürür, insanoğlu düzeni yaşanabilir bir şekle sokmak ve tüm yanlışlara itiraz etmek için var gücüyle çalışır.

Mekke’de haksızlıklara ’itiraz’ eden İslam, Medine’de ‘Adalet’ ve ‘Daru’s-Selam’ yolunu göstermiştir.  

Sahabelerin iradeleri, aşağıda yer alan ayet ve Hz. Peygamberin sözleriyle perçinlenmiştir:

Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Daha dün sizler birbirinize düşmanlar iken O, sizin kalplerinizin arasında ülfet meydana getirdi, sizi tek yürek yaptı.  Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da O, tuttu sizi ondan kurtardı. Şimdi böyle size ayetlerini açıklıyor ki Allah’a doğru gidebilesiniz.” (3/103. ayet)

Hz. Peygamber de:

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!”

(İbni Saad; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred)

Yedinci yüzyıldan beri insanlık âlemine örnek olan İslam’ın kökleri buralardır.

Daha sonra ki ayetler ve Hz. Peygamberin sözleri, ete kemiğe bürünerek Dini hayata taşınmıştır.

Görüldüğü gibi bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı çağımızda, tek Allah’a inananlara, dava insanlarına büyük işler düşmektedir!

Her çağın öyküsü, o çağda yazılır. Yani Afganistan’da böbreğini satan ananın hesabı senden sorulacaktır…

Onun için olsa gerek ki, Kur’an “Çağ dile gelsin!” diyor. (Asr: 1)

Mahmut AKYOL

 

DİKTATÖR ELEŞTİRİLEMEZ!

logo5

DİKTATÖR ELEŞTİRİLEMEZ!

Çünkü diktatör cahildir, ırkçıdır, hırslıdır… Bu sebeple İslam, diktatörlüğe karşıdır!

Allah Resulü insanlık için hayatı boyu örnek oldu. Asla ‘Musaytır’ olmadı. (Ğaşiye  suresi 22. Ayet)

Allah Resulü kendisine karşı yapılan eleştirileri önce dinlerdi, sonra da güzel olanı alırdı. Çünkü O hep, ‘sözün güzelini’ söylerdi. Söylediği sözlere önce kendisi uyar, sonra da uymaları için insanlığı çağırırdı …

Evet, Allah Resulü arkadaşları tarafından eleştirildi, fakat O, bundan asla rahatsız olmazdı. Her defasında şunu söyledi. ‘Mü’minler birbirini yıkayan iki el gibidir’.

Hz. Peygamber, kendisini eleştirenlere karşı bir şey demediği gibi, kendisini de hiçbir zaman ‘lâyüs’el’ (Sorumsuz) görmedi.

Fakat Allah Resulü, ‘Bir’i Mauna’ da pusuya düşürülen 70 Muallimler kafilesinin öldürülmesine çok üzüldü. Bunun üzerine katliamın failleri için bir ay boyunca bedduada bulundu…

Ebu Bera’nın yeğeni Âmir, kalabalık bir ordu ile baskın yaptı. Baskında Mü’minler, hüzün gözyaşları dökerken, Münafıklar ve Yahudiler büyük sevinç yaşadı…

Bunun üzerine bizzat Allah, ‘(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!’ Diye ikaz etti. (Enbiya Suresi 107. Ayet)

Yani, Ey Nebi biz seni, insanlığa beddua edesin diye değil, onlara sevgi ve merhameti öğretesin diye gönderdik! Demişti.

Görüldüğü gibi Hz. Muhammed bir zorba, görüşlerini dayatan bir diktatör değil, aksine görüşlerini dayatan diktatörlerin hâkimiyetine son vermek için gönderilen bir elçiydi.

Hz. Peygamber tebliğinin yanı sıra, Sevgi Medeniyetini kurmak için gönderilmiştir. Çünkü insanlık bugün bu Sevgi Medeniyetinden çok uzakta bir hayat sürüyor…

Kimse kendini özgür hissetmiyor, sorunlarını çekinmeden konuşamıyor, kimse doğrunun yanında yer almadığı gibi doğruyu da söylemiyor, herkes herkesi aldatmaya çalışıyor…

Bu itibarla İslam Ümmeti, Sevgi Medeniyetini yeniden inşa etmek zorundadır.

Allah; Hz. Peygambere Medine’de en güçlü olduğu bir dönemde insanlara şöyle söylemesini istedi:

‘Şeytana ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere, onlara, müjde vardır. Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.’ Zümer süresi 17/18 Ayetler

O halde eleştiri yapmak rafa kaldırılmamalı, sorgulamanın “Özgülük”  olduğu, insanları gücün yanında tutmamalı, totaliter bir yönetime biat etmekle, hırsızlık ve yolsuzluğun aynı şey olduğu unutulmamalı…

Eğer Muktedirin her dediğine evet yerine hayır denmiş olsaydı; İmam-ı Azamlar cezaevinde hiç ölmezdi!?

Yazık ki, Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine İmam-ı Azam gibi âlimler hayır diyemedi.

Abbasi Devleti’nin ikinci halifesi Ebû Cafer el-Mansur, Ebu Hanife’yi Bağdat’ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür.

İktidar bizden olunca, akan sular durmamalı ve kimin ne yanlışı varsa, mezhebine, dinine, mahallesine bakmaksızın eleştirilmelidir.

Zira diktatörler eleştiri kabul etmezler…

Halkının % 99 Müslüman (!) olanlar; doğrunun yanında, eğrinin karşısında olmalıdır.

Bu ülkenin yer altı ve yerüstü zenginlikleri herkese yetecek kadar büyüktür. Yeter ki gözü aç insanlar hırsa ve telaşa düşmesin

Fakat Sevgi Medeniyeti inşa edilmediği için, bir avuç karnı tok seçkin, geriye kalan muhtaç yığınlara hükmediyor.

Şimdi bu yapılan yanlışları düzeltecek, yıkılanları tamir edecek aydınlara/beyinlere ihtiyacımız vardır.

Fakat bu toz/duman ortamda bunlar nasıl yapılır, memleket bu doğrultuda nasıl bir yol alırı, inanın ben de kestiremiyorum.

Fakat Muhafazakâr kesim İslam’a sadece bir inanç (religon) olarak baktığından, Kur’an’ın ne söylediğini bir türlü anlamıyor…

Bunun sebebi; muhafazakârların cehalet, taassup ve hırsından kaynaklanıyor.  

Ayrıca Kur’an, ‘sakın öldürme, iftira atma, çalma, yalan söyleme, insan haklarını ihlal etme vs diye bağırmasına, rağmen, muhafazakârlar kılını kıpırdatmıyor! Hâlbuki bunların cezası çok ağırdır

Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyunuz’ dendiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ derler. Ya ataları akıllarını kullanamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler de mi? Bakara suresi 170. ayet

Demek ki bu sorgulama, gelenekçi ve muhafazakâr kültürde yoktur. Sorgulayanları da modernizmin etkisinde kalarak yeni bir din icat ediyor diyorlar.

İslami görünümlü ülkelere bakın; her şeyin temelinde cemaatlerinin, tarikatlarının, mezheplerinin Emevi, Abbasi ve Osmanlıya kadar uzanan sorgulanmamış ‘Atalar Kültürü’ olduğunu, yani kanlı iç savaşların, ayaklanmaların, ardı arkası kesilmeyen entrikaların sebebini görürsünüz…

Öyle ki bu kültür, İslam Dünyasına pekte huzur ve barış getirmemiştir. Kimsenin kimseyi öldürmediği, kimsenin kimseye saldırmadığı, savaş açmadığı, açlıktan ayaklanmadığı bir zaman yaşamamıştır.

Bütün bunlar dinin aslında olmayan kültür, örf ve geleneklerden kaynaklanmıştır.

Sümer’lerden bu tarafa sürüp gelen devlet geleneği, hep Tanrının gücünü temsil etmiştir.

Devletlerin yapısında Tanrı figürleri kullanılmıştır. Devletin başında olan kişi, Tanrının gücünün temsilcisi olmuştur. Bizans/Ortodoks geleneği üzerine kurulmuş olan Osmanlı Devletinin başında yer alan Padişahlar da, ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ olmuştur.

Kültür İslam’ı hep dinin Ritüellerini canlı tutmak istemiştir. Namaz, Oruç, Cuma, Hac, kurban, tespih ve zikre önem verilmiştir…

Bunun sebebi:

Müslümanların işledikleri cinayet ve kötülüklerin sorumluluğundan kurtulmak içindir. Hâlbuki cinayet ve kötülük, bunların yerine asla geçmez!!!

Kuran’da savaş ayetleri vardır. Lakin bu ayetler, savunmaya yöneliktir.

Mesela İslam’da öldürmek, büyük günahlardan sayılmıştır.

Fakat Selefi zihniyet Kur’an’a: ‘İnanmayanları nerede bulursanız öldürün’ diye söyletmiştir.

İşin aslı böyle değildir.

Kur’an-ı Kerim, ‘İnanmayanları nerede bulursanız öldürün’ demiyor.

Orada inanmayanları değil, ‘Sizinle savaşanları, sizi yok etmeyi, ülkenizi işgal etmek isteyeni, nerede bulursanız etkisiz hale getirin’ diyor. (Muhammed/4)

O halde, Din ve Kur’an davranışa dönüşürse bir anlam kazanır. Bir Müslüman için Din, davranışlar bütünüdür. Ritüelsiz din olmaz ama din de sadece ritüelden ibaret değildir.

Din sadece kültürel bir değer değil, zulme isyan, haksızlığa başkaldırı, adalet için mücadele, zayıfın yanında yer almak, öksüzün başını okşamak, yeşili korumaktır

Hz. Peygamberde:

Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır’ buyurdu. Bu dini, insanı ve Müslüman’ı anlatan en güzel sözdür.

Mahmut AKYOL

SİYON YILDIZI, HIRISTIYAN HAÇI (KUTSAL İTTİFAK) HiLALE KARŞI

logo5

SİYON YILDIZI, HIRISTIYAN HAÇI (KUTSAL İTTİFAK) HiLALE KARŞI

Kur’an penceresinden bakıyorum da, İlahi adalet tecelli ediyor!

De ki: ‘Hak geldi, bâtıl yok olup gitti. Zâten bâtıl mâhiyeti gereği yok olup gitmeye mahkûmdur!’ (İsra Suresi 81 Ayet)

İnsan fıtratına aykırı sistemler, Peygamberlerden beri birer ikişer yıkılmıştır!

İslam Medeniyeti uykusundan uyanmaktadır!

Allah’hu Ekber!

***

Aziz milletim, duyun beni!
Sözlerimi baştan sona dinleyin ve işitin beni!

Gönülden gelen sözlerimi can kulağıyla dinleyin!
Söylediklerimi iyi belleyin!

Derlenip toparlanmanın, birlik ve beraberliğin,
dirliğin güç demek olduğunu;

Parçalanmanın, aldanıp dağılmanın ölüm demek olduğunu iyi anlayın!

Yöneticiler hep doğru ve dürüst, yasalar iyi ve sağlam bir sistem olduğu müddetçe, Devlet ve millet güçlü olacak, ülkenin düzenini en iyi şekilde sağlam, halk mutlu, huzurlu, güvenli ve bahtiyar olacaktır…

***

Aziz milletim,

‘Bayrak’, hürriyettin, özgürlüğün, bağımsızlığın sembolüdür!

Bayrak, bir milletin sevdasıdır!

Bayrak, vatandır, milletin namusudur!

Bayrağı olmayan bir milletin, bayrağı dalgalanmayan bir vatan, vatansız bir din ve namusun yaşamaya hakkı yoktur!

Vatan, bayrak, namus, adalet ve din bir milletin temeli ve çimentosudur.

Ülkenin bağımsızlığını savunmak; üzerinde yaşayanlar için görevdir.

Allah’hu Ekber!

***

Allah kulunu aklı oranında sorumlu tutar. Demem o ki, her insanın aklı oranında bir kapasitesi vardır. Diğer yandan her insanın bir ilgi ve bir etki alanı vardır.

Fertlerin organize olmuş haline ‘devlet’ denir. Yani devlet, kolektif aklın bir sonucudur.

Kolektif akıl hangi istikamette kullanırlarsa, devlet de ona göre şekil alır.

İslam Devletin temeli ‘adalettir.’ Aklın gereği budur. Yoksa insan aklını kötüye kullanırsa, burnu pislikten kurtulmaz.

***

Şimdi düz bir akıl (Aristo mantığı) kullanalım ve diyelim ki:

Eğer ‘Türk Devletinin Irakta, Suriye’de, Libya’da ne işi var!’ derseniz, o zaman siz, ‘Sosyal dokunuzun uzantılarını’ bilmiyorsunuz demektir.

Eğer siz, binlerce Km uzakta bir takım ülkelerin, Irak, Suriye, Libya vb. yerlerde, burnunuzun dibinde cirit atanların ne işi var diye soracağınıza, Türk Devletinin ne işi var diye sorarsanız, düşmanla iş birlik içinde oluyorsunuz demektir!

İşte Allah’ın verdiği aklı kullanmamak budur. Korkaklık budur. Silik yaşamayı kabul etmek budur.

*** 

Dört yanımız düşmanlarla dolu olsa ne çıkar, içimizde uzantıları olduktan sonra…

Nihayetinde ölme sırası onlara da gelecek…

Her insan gibi onlarda ölecekler…

Yine de kurnaz, fitneci, ikiyüzlü, sahtekâr, hileci günümüz emperyalistlerine fırsat doğmuş, kardeşi kardeşe kötüleyip birbirine düşürmüştür. Milletlerin arasını açmışlardır…

Allah’hu Ekber!

***

Şimdi gelelim günümüzün Kutsal İttifakına…

PKK, YPG terör örgütlerinin arkasında duran Kutsal İttifak, ABD, İngiltere Batı ve İsrail güçleridir.

ABD’nin Irak’ı önce üçe bölmeye, sonrada Kuzey Irak’ta Yahudi Kürtlere dayalı bir devleti kurmaya çalıştı…

Mezhep ve ırkçılık temeline dayalı parçalama işinde ABD yalnız değil… Yanında İngiltere, Batı ve İsrail var…

Bugün Suriye’de aynı oyunu aynı güçler ve mezhep temeline dayalı İran, ideolojik saplantılı Rusya’da var!

Hepsi birlik olmuş Yahudi Kürtlere dayalı bir devletini kurmaya çalışıyor!

Kutsal İttifak, PKK, YPG terör örgütleri eliyle İsrail’e Ermenistan’dan yol açmak istiyor

Değil mi ki yukarıda sayılan devletler varlıklarını ve geçimlerini ‘zulüm’ ve ‘haram’ üzerine kurmuşlardır.

O zaman mazlumun kanını dökmeye ve içmeye devam edeceklerdir.

Irak’ta ilk kurşunu atan, Saddam’a türlü yalanlar isnat eden güç ABD, İngiltere, Batı ve İsrail’dir.

İngilizlerin açık desteğiyle, 1909-1914 yılları arasında Ahmet Barzani, Osmanlı devletine karşı silahlı Kürt isyanına teşebbüs etmiştir.  Mustafa Molla Barzani, Türkiye’ye hiçbir zaman sıcak bakmamıştır.

Libya’da İngiliz çıkarlarını dikkate alan ajan Sisi aracılığıyla Ulusal Ordu Komutanı Hafter’e destek vermeyi sürdürmektedir.

Amerikan ajanları, İslam ve Arap dünyası İngiliz mızrak başı konumunda olan ‘Körfez Ülkeleriyle’ Katar’ı yok etmek istemişlerdir.

Sonuçta; ‘Siyon Yıldızı’ , ‘Hıristiyan Haçı’ ve ‘İslam’ın Hilali’ arasında sürüp gelen Din Savaşı Kıyamete kadar duracaktır. Burada Hak (adalet) galip gelecek, Batıl (zulüm) yenilecektir.

  • Yeter ki, Müslümanlar Ümmet olsun!
  • Yeter ki, Müslümanların devleti Adalet Devleti olsun!
  • Yeter ki, İslam dünyası, Emperyalistlerin tuzağına düşmesin!
  • Yeter ki, Müslümanlar uyanık olsun!
  • Yeter ki, ekmeğini paylaşsın, kanayan yarasını el birlik sarsın!
  • Yeter ki, ‘Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın; ayrılmayın! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da kalplerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarındayken oradan da sizi kurtarmıştı. Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.
  • (Ali İmran suresi103)

Yeter ki, Müminler kardeş olsun ve cahiliye ölümüyle ölmüş olmasın!

Allah’hu Ekber!

***

O zaman gelin tüm siyasi Saiklerin ötesinde birlik içinde olalım!

Alevi/Sünni, Kürt/Türk, Zengin/Yoksul, Kadın/Erkek, İşçi/İşveren, Din Adamı/Komutan kavramlarını kaşıyıp durmayalım

Son kalemizdeki tabyaları terk etmeyelim. Çünkü gidecek başka yerimiz yok!

Kur’an, kan bağını değil, adalet, akıl, sevgi ve vicdan yollarıyla kurulan manevi kardeşliği önemser.

İşte din Kardeşliği budur. Bir topluluk içinde farklılıkların olması bir sorun değildir. Sorun, farklı grupların birbirleriyle iletişim kurmamasıdır.

Allah’hu Ekber!

Mahmut AKYOL

 

 

YAŞAYAN KUR’AN İNSAN İÇİN DÜNYADA GEREKLİ…

logo5

YAŞAYAN KUR’AN İNSAN İÇİN DÜNYADA GEREKLİ…

Yok, yok! Bu da yetmez, senin altından bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın. (Ama unutma! ) Sen bize oradan dönerken okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına inanmayız ha! ‘De ki: ‘Fe Sübhanallah! Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim. (İsra; 93)

Kur’an’da buna benzer ayetler çoktur. Bu ayetler, inkârcıların mucize taleplerini reddetmek içindir. Bu talepler karşısında Allah hep olmakta olanı yani tarihi, tabiatı ve hayatı göstererek cevap vermiştir.

Hz. Peygamberin işaret parmağı ile ayı yardığına, bir kap hurmaya dokununca binlerce askerin ondan doyduğuna, çağırınca ağacın yanına geldiğine, gelecekte meydana gelecek nice olayları haber verdiğine vb. türden görüşlere inananlar ne hazin ki Müslümanlardır.

Doğru olmayan bu uçtu/kaçtılar, Müslüman Dünyasını istila etmiştir.

Bu rivayetler dinden temizlenmedikçe,  inkişaf mümkün olmayacak ve din çağın idrakine bir şey söylemeyecektir.

Merhum Akif’in, ‘Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun. Yıktın da din-i Mübin’i yeni bir din kurdun.’

Sözünün üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen dini hayat, hurafelikten hala temizlenmiş değildir.

Kur’an’ın bize bildirdiği Peygamber kâhin, sihirbaz ve büyücü değildir. O, haber getiren, tebşir ve inzar edendir. Yani kötüleri uyaran, iyileri müjdeleyendir.

Bu portre, Kur’an’ın anlattığı peygambere tıpa tıp uygundur.

Kur’an’da bize anlatılan peygamber, Allah’ın kulu ve elçisidir. Kuru ekmek yiyen bir kadının oğlu ve Allah‘tan en çok korkanımızdır.

Allah bu peygambere istisna (kimsede olmayan) iki haslet vermiştir.

1 ‘Hulq-i azîm’ (Muhakkak ki sen pek yüce bir ahlâk üzerindesin). Kalem; 4

2  ‘Kur’an-ı azîm’ (Sana, tekrarlanan yedi ayeti ve büyük Kur’an’ı verdik.)  Hicr; 87

Hz. Peygamber tarafından insanlık; ‘ölümle, afetle, kıyametle’ uyarılmıştır. Yani denmek istenmiştir ki, bunlardan her hangi birisi başınıza gelmeden önce, hazırlıklı olun!

Yukarıda belirttiğimiz gibi Kur’an’da mucize kelimesi geçmez. Bunun yerine sürekli ‘ayet’ kavramı kullanılır.

Ayet, apaçık ortada olan demektir.

Demek ki Allah ile insan arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Eğer insanoğlu, Allah katında değerinin ne olduğunu bilmek istiyorsa, önce kendi yanında, Allah’ın değerine bakmalıdır. O neyse, öteki de odur.

Hz. Peygamber bu ilişkiyi, sahip olduğu ‘azim ahlak’ ve vicdanında yankılanan ‘Kur’an’ı azîm’ gibi hakikatlerle başarmıştır. İşte yaşayan Kur’an budur.

Biz Müslümanlardan istenen de böyle bir hayat sürmektir. Böyle bir hayatın önünde hiçbir güç duramaz.

Kur’an’ın özünde Allah’ın birliği (tevhid), bölünmez bütünlüğü (Samet), sevgi ve merhameti (rahmet), iyilik, güzellik, doğruluk (salihat), ve dürüstlük yolu (sırat-ı müstakim), korku ve titreme (huşu), saf bir yürek temizliği (ihlâs), sağduyudan şaşmayan bilgelik (hanif) vardır.

Bu özellikle, Hz. Peygamberde toplanmıştır.

Kur’an’ın özünde eninde sonunda sözün namusu, iyilik ve adaletin galip geleceği, zalimlerin, despotların, tiranların, büyüklük taslayanların kaybedeceği belirtilmiştir.

Dar alanda Müslümanların, geniş alanda insanların hayatlarını bir düzene sokamayışlarının sebebi, ibadet anlayışını sadece birkaç tekrardan ibaret görmeleridir.

Bunun öyle hafife alınır bir tarafı yoktur. Zira insanlığın sorunları burada yatıyor.

Eğer Müslümanlar Allah’a, Kitaplarına, Peygamberlerine, gelmesi muhakkak olan son güne tereddüt duymadan can-i gönülden inanırlarsa, gerçekten iman etmişlerdir.

Şimdi; Allah’a şeksiz güvenme, Kur’an’ı anlama, Dini hayata taşıma ve Hz. Peygamberi hurafelerden temizleme zamanı içinde bulunuyoruz.

Ama görüyoruz ki Muhafazakâr anlayış, bu çizgiden çok uzakta duruyor. Yani Muhafazakâr anlayış, atalarından tevarüs (miras) yoluyla ne gördülerse onu aynen takip ediyorlar.

Mesela ‘bir kimse ne kadar günah işlerse işlersin, aşk ile bir kez Şahadet getirse, o günahlarından hemen kurtulmuş olur’.

Peki o zaman şu hükmü nereye koyacağız?

‘… Yapmakta olduklarınızdan muhakkak sorulacaksınız.’ (Nahl suresi 93. Ayet)

Mademki Allah, kimseyi zorla, baskıyla, dayatarak dine çağırmıyor, Hiçbir Peygamberi kendi ümmetine bir bekçi, musaytır veya bir vekil tayin etmiyor,

O zaman insan, günahını da özgürce yapmalı değil mi?

Çünkü Allah, Yaşama Hakkını, İnanmak Hakkını her şeyin üstünde tutmuş, kimsenin elinden almamıştır. Alanlarında büyük suç işleyeceğini söylemiştir.

Bu bakımdan Allah’a ulaşma yollarının çokluğu kulların akıl çeşitliliğine göredir. Bir şartla ki insan, kimseye satır sallamamalı, doğanın dengesini bozmamalı…

Çünkü Kur’an’da insana kan dökmek, fesat çıkarmak, emeği çalmak, yalan söylemek, iftira atmak haramdır!

Bilinmesi gereken diğer bir konuda Din, bir dünya görüşüdür ve din dünya işlerimizi düzenlemek için vardır. Yani dinde denilmiştir ki, Ahiret sual sorma mekânıdır, orada ‘Kızgın Saç’ üzerinde namaz kılmak yoktur. Zira Allah kuluna bu noktada dayatıcı değildir.

Eğer dindar olmak, dine bağlı olmak, dinin kırmızıçizgilerini aşmamak ve dinin kurallarına göre hareket etmek istiyorsanız; Müslüman olun, Müslüman kalın ve Müslüman’ca yaşayın…

Kendiniz olun, aklınızı kullanın ve sakın ola ki, birinin hakkını yemeyin…

Sakın ola ki, birinin kanını dökmeyin

Mahmut AKYOL

SİYASETE KİN, YALAN VE HASET BULAŞTI

logo5

SİYASETE KİN, YALAN VE HASET BULAŞTI!

  • Allah’ım gücümüzü artır!
  • Düşmana karşı bizi zail etme!
  • Bizi kibir, kin, yalan, haset, gıybet ve inada bulaştırma!
  • Bizi kendimize bırakma!
  • Allah’ım bizi hiçbir mahrumiyete aldırış etmeden yetimin, yoksulun ve ezilenin yanından ayırma!

***

İnsan çok şey biliyor, fakat hiçbir şey yapmak istemiyor!

Siyasete sadakat değil, itaat lazımdır. Ancak o zaman siyasette muktedir olunur…

Şimdi siyaset için bir analiz yapalım. Sonrada Müslümanların ahvaline geçelim…

Siyaset yapmak demek, herkesin dünyadan paylaşım hakkına sahip olmak demektir. İktidar olmanın amacı da, halkın mutluluğu demektir. Oda üretimle, paylaşımla, demokratik yollarla olmalıdır.

Tanzimat’la başlayan, günümüze kadar gelen siyasette Müslümanlar, hep bir köşede sıkıştırılmış, hep yöneten de değil, yönetilen olmuş, hep baskı altında kalmış, zaman içinde diyetini kanla ödemiştir!

Muktedir olanlar Müslümanları siyasetten uzak tutmuş, gizli ve şaibeli bir sürü yollar kullanmışlardır.

Hâlbuki yeryüzünde meydana gelen olaylar ve çatışmalar, bir lokma ekmek için, meydana gelen olaylar ve değerler çıkarların çatışması sonucu olmuştur.

Bunun için dünya manen harap olmuş, iktisaden çökmüş, politik baskılardan kurtulmuş milletlerin mücadele alanıdır.

İşte bu yüzdendir ki, dünya amansız bir mücadeleye sahne olmaktadır.

Bugün zalim ile mazlum arasındaki mücadele hala devam ediyor. Sadece Müslümanlar taraf olmayı unutmuştur…

Düşününki bir insan, hasta olan anasını ne kadar çok severse sevsin, ameliyatını mutlaka ehil bir doktorun eline bırakmalıdır, yoksa hasta ölür.

Demek ki sevgi hasta olan bir kişiyi yaşatmaya yetmez!

Bundan kastım siyaset, toplumun kendi içinden biriyle yani ehil bir elle yapmalı, bir milletin ıslah ve refah çalışması ehil ellere bırakılmalıdır.

Halk beni anlamıyor’ diye halkına kızmak, halkına hakaret etmek, bunun için galiz bir dil kullanmak ehil bir siyasetçiye asla yakışmaz!

Siyaset erbabı kendisiyle birlikte, hem halkın moralini yüksek tutacak, hem de halkına karşı kavgacı ve suçlayıcı bir dil kullanmaktan kaçınacaktır…

Çünkü kavgacı ve yalan ortamlar, sözü anlamsız kılar. Kavga, her zaman çatışmayı doğurur. Bu yüzden bir siyasetçi gerginlikten daima uzak durmalıdır.

Siyaset yapacak olanların en ihtiyaç duyacakları taraf, iletişim ve diyalogdur. Kapalı ortamlarda iletişimden kaçınmak gerektir!

İktidar olma uğruna da olsa bir siyasetçi, ahlaki değerlerinden asla ödün veremez, kavgadan ve yalandan kaçınacak, siyaset yapacak olanlar, her daim mazlumun yanında duracak, hele kanayan bir yara gördüğünde onunla birlikte yüreği kanayacaktır.

Zira davalar, acılar içinde doğar, refah içinde ölür.

Davalar, gönüllerde büyür, gönüllerden beslenir ve heyecanını gönülden alır. Gönülleri ölmüş olanların davası yoktur.

Dünya var olalıdan beri varlığını sürdüren üç ‘Kurum’ vardır:

  • Biri siyaset,
  • Biri ordu,
  • Biri de din.

Bu üç kurumun varlıklarını devam ettirmeleri için, belirli hareketleri sürekli tekrar ederler.

Birinde selâm, diğerinde namaz, ötekinde parti ön plandadır. Birinde silah, diğerinde maneviyat, ötekinde oy güçtür. Siyaset, ortak akıl ve ortak bir dil kullanılarak yapılır.

Din ve ordu toplayıcı, siyaset dağıtıcıdır. Bu ülkede kardeşçe yaşamak, her bir tarafa savrulmamak için duruş, amaç ve gayeleri bir tutmak gerekir.

Ancak siyaset yapanlarda sevgi, vefa ve cömertlik sahteleşmiş, riyakâr davranışlar artmıştır. Bu patolojik durumdan çıkmak için bir tedaviyi gerektirir.

İşte omurgamızı bozan şeyler bunlardır. Yani sıkıntıların sebepleri insanın kendi içinden gelir.

Komplo teorileri üretmeye çalışmak insana bir şey kazandırmaz. Sadece insan kendisini kandırmış olur.

***

Büyüklük ve büyük konuşmak Allah’a mahsustur.

İslam’ı Müslüman olmayanlara tebliğ ederken Hz. Peygamber sadece ‘doğruluktan’ bahsetti, teferruat konuşmadı.

Ashaba İslam’ı anlatırken de aynı usulü takip etti, sadece ‘Aranızda selamı yayın’ dedi.

Hz. Peygamber Her zaman az konuştu, öz konuştu. Bu az konuşmadan Ashap çok şey anladı.

Bundan dolayıdır ki Müslümanların temel değerleri, Kur’an’a ve Sünnete sarılmak olmuştur.

Acaba Kur’an ve Sünnet, insan hayatında ne kadar etkili olabilir? Çok şey etkili olabilirDürüst, cömert ve merhametli olmak, Hukuku korumak az şey mi?

İnsanın ve Müslüman’ın gücü, Mülkün sahibi olan Allah’a dayanmasıyladır. Eğer bu dayanma olmasaydı,  insanoğlu aciz kalırdı…

Dün olduğu gibi bugünde insanoğlu eski, köhne, köleci bir zihniyete haykırmalıdır… İşin sadece lafını yapmamalıdır… Bugün için değişen hiçbir şey yok… Değişen tek şey adalet ile zulüm mücadelesinde imkân ve vasıtalar olmuştur, o kadar

Bu onurlu mücadelede son nefesini vererek, Rabbine kavuşacaklara müjdeler olsun!

Beşeri tüm yalnızlıklarına rağmen topyekûn bir mücadelenin içinde yerlerini alanlara selam olsun!

Unutulmasın ki, yaşanılan asırlar bir gün dile gelecektir…

Allah, akıl-baliğ her insandan mutlaka hesap soracaktır! Bu sorulara cevap verenlere selam olsun!

Hiçbir siyasi sorumluluk müphem kalabalıklar üzerine bırakılamaz!

Bir iş yapmak, kuvveti zorunlu kılar! Kuvvet, birlikten, birlik sevgiden, sevgi de kişilerin bir birlerine güven duymasından doğar.

Bunları; sizin umutlarınızı kırmak ve sizleri acı içinde bırakmak için söylemiyorum. Sadece, ‘Kral çıplak’ diyorum…

Mahmut AKYOL