ÇAĞIMIZ, MEKKE DÖNEMİNİN BATAĞINDA…
Bu bakımdan dinde özgürlük yok edilmiştir! Bu yok oluş, Müslümanlar için bir zulümdür!
Dün nasıl İslam’ın gelişiyle birlikte tefeci bezirgânlar, cinciler, falcılar telaşa düştülerse, haksız kazançlarının ellerinden alınacağı korkusu içinde oldularsa, bugünde aynı insanlar, aynı endişeyi taşıyorlar…
Ebu Cehil:
‘Ey Muhammet söylediklerinin tümü doğru.. Fakat senin dediklerini yapacak olursam, o zaman Mekke halkı aç kalır’ dedi.
Hz. Muhammet bu söze iltifat etmedi, tebliğine devam etti…
İslam’ın yayılması Medine’ye ulaştı. Elinde Kur’an ayetlerinden başka gücü olmayan, ahlak, dürüstlük, yiğitlik, mertlik ve adaletin sembolü Müslümanlar, özellikle Mus’ab bin Umeyr gibi gençlerin tebliğ çalışmaları sonucu Medine İslam’ın nuruyla aydınlandı…
Yani Medine binasının harcında bu sahabe gençlerin alın teri, heyecanı, çektikleri acıları, katlandıkları mahrumiyetleri vardı.
***
Bir kadının başının açık/kapalı olması, bir esnaf ezan okunurken dükkânını açık tutup/tutmaması, bir Müslüman’ın namaz kılıp/kılmaması, devletin asli görevleri arasında değildir.
Aslında İslam’ın ‘Evrensel Mesajı’ şudur:
Kişi her hangi bir dine girebilir, o dinde kalabilir veya o dinden kendi rızasıyla çıkabilir. Dinin gereklerini yapma konusunda hiçbir güç karışamaz!
Fakat son yıllarda devlet, ‘Laiklik’ adına dine karışmış, ‘insanın din özgürlüğünü’ katletmiş ve dinde büyük yaralar açmıştır.
Asırlar boyu Doğuda Allah adına insan, Batıda insan adına tanrı öldürülmüştür.
İnsanın seçtiği dünya görüşü aslında onun dinidir. Kimse bu tercihe karışmamalıdır. Bırakın insanları kendi dinlerini yaşasınlar. Çünkü bu yaşamın sonunda bir hesap olacaktır. Bırakın herkes kendi hesabını kendi versin…
Allah bile Resulüne, ‘Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.’ Diye söylemiştir. (Ğaşiye; 21-22)
Yani Kur’an’da Allah, Hz. Peygambere din adına, Müminlere satır sallayan bir zorba olmadığını, sadece hatırlatıcı olduğunu söylemiştir.
Fakat İslam adına hareket eden bazıları ‘Selefi, Taliban ve Işid’ gibi görüşlere kaymış, su gibi berrak dini bulandırmışlardır.
Asrısaadetin temelleri oluşurken gelen bütün ‘savaş’ ayetlerine bakın; hiçbirinde zorbalık yapılsın diye değil, tam tersine zorbalığı önleme vardır.
Mesela bu ayetlerden ‘insanları öldürülme pahasına, onlara özgür kılma’ diye bir hüküm çıkarılamaz!
‘Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.’ (Bakara; 193)
***
Peki, Kur’an her zaman hep bu dili mi kullanıyor?
Hayır!
Kur’an’ın da ‘Yeter atık’ dediği ‘çizgileri’ vardır. Bunların başında ‘Hukuku’l-ibad, (kul hakları) gelir. Yani öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp etmek, hırsızlık, vurgun, soygun, fuhuş, zina yapmak, iftira atmak, gibi suçlar gelir…
Allah’ın öfkesi buralarda yatar!
Devletin asli itibariyle görevi bundan ibarettir. Yani haksızlığın karşısında, zayıfın yanında yer almaktır. Yani İslam’da; ‘şeriat/hukuk” dediğimiz şeyin kendisi budur.
Devlet adaletten saptığı an, meşruiyetini kaybeder.
Bakınız, ‘Din; Vicdanla başlayan bir iştir.’
Dinin kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde ise dünya ve Ahiret mutluluğu vardır. Gerçek hayat dini budur. Bu dinin kilisesi, papazı, din adamı, keşişi, rahibi yoktur.
İslam; gönlünde yaşar, ‘ma’şeri vicdanda’ kök salar, özgür vicdanlarında boy atar. ‘Adalet Devleti’ ilkesiyle var olur.
Adalet devleti insanoğlunun can, mal, akıl, nesil, ırz gibi temel değerlerini koruyup kollamak içindir. İslam’da devlet anlayışının manası bundan başka bir şey değildir.
***
Bir kimse İslam’dan döndü diye İslam’ın şerefi azalmaz. Bilakis kişi İslam’la şeref bulur.
İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.
Peygamberlerin davaları büyüktür. Peygamberler tarih sahnesine büyüklüğün verdiği acılar içinde doğdular, acılar içinde öldüler. Kaderleri böyle geldi, böyle geçti…
Acı çekmeleri Peygamberlerin, insan oluşlarındandır.
Bir davanın ‘Dava’ olabilmesi için; sağlam bir akla, güçlü bir imana ve temiz bir vicdana ihtiyacı vardır.
Bugün ‘Dava’ yürütüyorum diyenlerin haline bakar mısınız? Çıkarı ve menfaati dava olup çıkmıştır…
Kur’an’ı Kerimin etkisini müşrikler hayatın içinden silmeye çalışmışlardır. Kendisini dava adamı (?) zannedenler de; Kur’an’ı ‘Mehcur’ bırakmışlardır.
Allah aralıksız yaratır, Kur’an hayatın içinde varlığını sürdürür, insanoğlu düzeni yaşanabilir bir şekle sokmak ve tüm yanlışlara itiraz etmek için var gücüyle çalışır.
Mekke’de haksızlıklara ’itiraz’ eden İslam, Medine’de ‘Adalet’ ve ‘Daru’s-Selam’ yolunu göstermiştir.
Sahabelerin iradeleri, aşağıda yer alan ayet ve Hz. Peygamberin sözleriyle perçinlenmiştir:
‘Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Daha dün sizler birbirinize düşmanlar iken O, sizin kalplerinizin arasında ülfet meydana getirdi, sizi tek yürek yaptı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da O, tuttu sizi ondan kurtardı. Şimdi böyle size ayetlerini açıklıyor ki Allah’a doğru gidebilesiniz.” (3/103. ayet)
Hz. Peygamber de:
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!”
(İbni Saad; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred)
Yedinci yüzyıldan beri insanlık âlemine örnek olan İslam’ın kökleri buralardır.
Daha sonra ki ayetler ve Hz. Peygamberin sözleri, ete kemiğe bürünerek Dini hayata taşınmıştır.
Görüldüğü gibi bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı çağımızda, tek Allah’a inananlara, dava insanlarına büyük işler düşmektedir!
Her çağın öyküsü, o çağda yazılır. Yani Afganistan’da böbreğini satan ananın hesabı senden sorulacaktır…
Onun için olsa gerek ki, Kur’an “Çağ dile gelsin!” diyor. (Asr: 1)
Mahmut AKYOL