HZ. MUHAMMED’İN HAYATINDA CEREYAN ETMİŞ OLAN DÖRT OLAY

logo5Hz. MUHAMMED’İN HAYATINDA CEREYAN ETMİŞ OLAN DÖRT OLAY

1- MEDİNE SÖZLEŞMESİ,

Bu sözleşmede en çok adalet kelimesi geçer. Sözleşmenin ana hatları şunlardır:

  1. Medine’de yaşayan her topluluk kendi yaşadığı çevreden sorumlu olacak,
  1. Müslümanlar ve Yahudiler birlikte barış içinde yaşayacak,
  1. Her topluluk birbirinin dinine saygı gösterecek,
  1. Medine’ye dışarıdan herhangi bir saldırı yapılırsa bütün topluluklar birlikte savaşacak ve şehri en iyi şekilde savunacak,
  1. Yahudiler ve Müslümanlar arasında herhangi bir anlaşmazlık yaşanırsa hakem olarak Hz. Muhammed seçilecek,
  1. Medine’de yaşayan herkes eşit haklara sahip olacak ve herkes eşit vatandaş olarak kabul edilecek, hiçbir topluluğun birbirine üstünlüğü olmayacak.

Dolayısıyla Medine sözleşmesi İslam ve Dünya tarihinde önemli bir anlaşmadır.

2-HILFU’L-FUDUL,

Adalet üzerine yemin edilerek girilen bir teşkilattır. İster Mekkeli, ister yabancı olsun kimliğine bakılmaksızın adaleti sağlayacağına, zulme uğrayan kişiye maddi manevi yardımda bulunacağına yemin edilerek girilen bir müessesedir. Hz. Peygamber de daha yirmi beş yaşındayken adalet üzere yemin edip bu teşkilata girmiştir.

3-VEDA HUTBESİ,

Veda Hutbesi de hakların nasıl kullanılacağı ve nasıl dağıtılacağı üzerinedir. Hutbe, şu dört maddeyle özetlenebilir.

  • Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.
  • Allah’ın haram kıldığı canı, haksız yere öldürmeyin.
  • Zina etmeyin.
  • Hırsızlık yapmayın.

4-ADALET,

Kur’an’ı Kerimdeki sosyal içerikli ayetlerin özünde yatan ana kavram adalettir. Hz. Peygamberin düşünce, ruh ve gönül dünyasında hâkim olan esas kavramın “adalet” olduğunu görüyoruz. Mademki bize en güzel örnek Hz. Peygamberdir, o halde Müslüman’larında öyle olması gerekir. Çünkü bu dünya için lazım olan tek şey “adalettir.” İnsanları mutlu edecek, devleti/milleti düzlüğe çıkaracak, yeryüzünde barışı sağlayacak olan şey yalnızca bu karışımdır.

***

Şeytanın üç büyük günahı vardır. Bunların olduğu her yer cehennemdir.

  • Kibir,

Bununla Şeytan Âdem’i aşağıladı. Âdem çamurdan yaratıldı diye kibir gösterdi, Âdem’i kendisiyle kıyasladı “sen kim oluyorsun?” dedi.

  • Haset,

Şeytan, Âdem’de var olan özellikleri kıskandı. Hani Kabil Habil’i haset, kıskançlık ve mülkiyet sebebiyle öldürmüştü ya… Bu döngü kıyamete kadar sürecektir.

Kabil de sahip oldu bir yere  “burası benim” dedi. Habil de, “Hayır! Senin sahip olduğun bu yer, herkesin” dedi. Bu söz üzerine Kabil Habil’i öldürdü.

  • Hırs,

İnsan sonuna kadar bir şeyi toplama, yıkılmayacak bir iktidara ve mülke sahip olma hırsına kapılır. Sonra sahip olduklarıyla büyüklenir, kibirlenir nihayetinde başkalarının elindekini kıskanarak “onlara da sahip olayım” der.

Böylece Hırs ve Haset, ateşin odunu yaktığı gibi insanı yakar… Hırs öyle bir şey ki, aynen Davut kıssasında olduğu gibi…

Adamın doksan dokuz koyunu vardır, diğerinin bir koyunu vardır. Doksan dokuz koyunu olan o bir koyunu da almak ister, o da benim olsun der.

***

Bir Müslüman elinde ki bir birikimi varsa, onu; şu dört şeyden birine yatırmalıdır.

1, Ya işe veya istihdama yatırmalıdır,

2, Ya vakıf etmelidir, 

3, Ya infak etmelidir,

4, Ya da karz-ı hasen yapmalıdır,

Bunların dışında parayı elde tutmak, bankaya yatırmak, biriktirmek, altın almak dinen yasaktır.

Aksi halde;   “Hesap günü biriktirdikleri altınlar, gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak; biriktirenlerin alınları, böğürleri, sırtları dağlanacaktır. Dağlanırken onlara; “İşte bu kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi! Tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı!” denilecektir.

Tevbe Suresi 35. Ayet

*** 

Kur’an’ı Kerim, yeryüzündeki mücadele perspektifine göre insanları zalim ve mazlum diye ikiye ayırır. İnsanların üzerinden zulmü kaldırmak ve kurtarmak, yerine adaleti tesis etmek, hür ve özgür insanların üzerinde bir görevdir.

Kur’an’ı Kerim “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur” (2/193) der. Yani sadece zulme ve zalime düşmanlık vardır. Eğer bir yerde zulüm varsa, orada derhal harekete geçilmelidir. Zulm kime yapılırsa yapılsın zulüm, zulümdür… İşte hayat, bu mücadelen ibarettir!

Ateistler, Hindular, ateşe tapanlar, kilisede çan çalabilir. hepsiyle bir arada yaşanabilir. Diğer taraftan ezan okunabilir, yeter ki hepsi birbirine karşı hoş görülü olsun…

İnsanlar dilediği inanca sahip olsun. Yukarı kattaki ineğe, aşağı kattaki soğana tapsın, onlarla aynı apartmanda yaşanabilir.

Yeter ki Zerre miktar kimse kimseye zulmetmesin. Yukarıdan aşağıya kimse kilim çırpmasın

İnsanların inançları ve yaşayışları sorgulanmasın. Ne Kur’an’da, ne de Hz. Peygamberin hayatında böyle bir şey görülmemiştir.

***

Adama “sen ineğe tapıyorsun”, o da sana der ki, “sen de eve tapıyorsun” derse, sonuç ne olur? “Müslümanların avamı ile Hinduların avamının birbirlerini putperestlikle suçlamasından başka bir şey olmaz denilir.”

O halde yukarıdan aşağı kilimi çırpan kişi, hem yargılanır hem sorgulanır hem de kınanır. Çünkü kötü davranışlar kınanır, iyi davranışlar övülür.

İnsanları inançlarından, davranışlarından ötürü dışlamak doğru değildir. İnsanlar yalnızca davette bulunabilir.

Cennet, dinlerin ideal dünya ülküsüdür. Cennetin bu dünyaya dönük yüzü, İnsanların inançlarını ve davranışlarını ifade eder.

Cennet girmek önce evden başlar, yüz metrekare içerisinde cennet hayatı yaşanabilir. Buradan mahalleye geçer, sonra cemaate, arkadaş topluluğuna, ardından şehre, ülkeye nihayetinde de dünyaya geçer.

Neyi nereye kadar becerebilirsen onu o kadar yaparsın…

Cennet hayatı yaşamak demek, bir takım değerleri hayata geçirmek demektir. Bunların başında sevgi, merhamet, kardeşlik, paylaşım, adalet ve eşitlik gelir. Bunların olduğu, yaşandığı yer cennettir.

İslam’da hegemon ilişki yoktur. Mescid de de yoktur. Toplantıda da yoktur. Mesela; topluluğa giren bir adam “Hanginiz Muhammed” diye sorar. Çünkü bu kişi Hz. Muhammed’i tanıyamıyor… Çünkü İslam’da hegemon ilişki yoktur. Topluluğun içinden  “Bu cemaate hizmet edendir!” Sesi duyulur…

 Mahmut AKYOL

MÜSLÜMANLAR,KUR’AN’I KERİMİ ANLAMAKTA BİR PROBLEM YAŞIYOR!

logo5

MÜSLÜMANLAR, KUR’AN’I KERİMİ ANLAMAKTA BİR PROBLEM YAŞIYOR!

Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Hâlbuki ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri öldürecek sonra yine diriltecek. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara-suresi/28 ayeti)

Yani denmek istenen şudur:

Ey kâfirler, Ey münafıklar, Ey fasıklar! Allah’ı nankörce nasıl inkâr edersiniz? Birazıcık aklınız, vicdanınız yok mu sizin?

Sizlerin hiç biriniz yoktunuz. Bir atımlık su, bir çiğnemelik et idiniz. Tıpkı bir tohum gibi rahimlere atılmıştınız. Cansız ölüler halinde, ötede beride taşınıp duruyordunuz.

Allah size hayat verdi, rahimlerde besledi, büyüttü, dünyaya getirdi.

Ekmeğini yediniz, suyunu içtiniz. Büyüdünüz etli, kanlı, canlı, akıllı, fikirli koca, koca insanlar oldunuz. Size kalpler, gözler, kulaklar verildi. Akıl ve vicdan konuldu özünüze, bunları yapan Allah’tı!

Şimdi Allah’ı nankörce nasıl inkâr edersiniz?

Ne de çok sevdiniz hayatı, ona her şeyi feda ettiniz. Hayatınıza faydası dokunacağını zannettiğiniz kimselerin eteklerini öpersiniz. Onlara kul köle oldunuz. Hâlbuki birazıcık aklınız vicdanınız varsa, bu hayatın kendi malınız olmadığını anlarsınız.

Şimdi, hayatı size bahşeden Allah’ı nankörce nasıl inkâr ettiniz?

Hem bu hayatı o kadar da çok benimsediniz ki, bir gün öleceğinizi unuttunuz.

Şimdi diyeceksiniz ki; mademki öleceğiz ve mademki Allah verdiğini elimizden alıyor, o halde hayat elimize geçmişken iyi kötü mümkün olan ne zevki varsa görelim.

O ölüm belası mademki yakamızı bırakmayacak ve artık dünyaya bir daha gelecek değiliz, şu ölümlü dünyada keyfimize bakalım.

-İyi de, size dünyayı yasaklayan mı var? Dünya lezzetlerini erdemli bir hayat sürerek de tadabilirsiniz.

Görmüyor musunuz, yaratılış nasıl devam ediyor. Siz külli yaratılış içinde bir noktasınız. Bu yaratılış hiç bitmeyecek. Bu işin bir de öbür tarafı var… O kalpler o kulaklar o gözler ne güne duruyor..?

Bu durumun öyle hafife alınır bir tarafı yoktur. Çünkü insanların davranışlarında önemli olan sorun burada yatmaktadır.

Eğer Müslümanlar dini ve Kur’an’ı Kerimi hayatlarının içine çekerlerse, bugünkü dar olan alandan çıkar, İbadet anlayışını birkaç nüsuktan ibaret görmezler…

Eğer Müslümanlar Allah’a, Kitaplara, Peygamberlere, gelmesi muhakkak olan son güne tereddüt duymadan inanırlar ve Allah’a şeksiz güvenir, Kur’an’ı anlarlarsa, Dini hayatlarına taşımış olurlar…

Ama görüyoruz ki Müslümanlar atalarından tevarüssen gördükleri şeyleri aynen takip ediyorlar.  

Peygamberimiz şöyle buyurdu, yok böyle buyurdu diyenler, kendilerinin yeni bir din kurduklarının umarım farkındadırlar. Allah, kimseyi zorla, baskıyla bir dine çağırmaz..!

Allah, hiçbir Peygamberi kendi ümmetine bir bekçi, musaytır veya bir vekil tayin etmemiştir.

Din, insan yaşamına bir ölçü getirsin, günahını bile özgürce yaşasın diye göndermiştir. Çünkü Allah Müslim olsun, Gayri Müslim olsun fark etmez, “Yaşama Hakkını, İnanmak Hakkını” her şeyin üstünde tutmuştur.

Allah, kimsenin “Özgür ve Yaşama Hakkını” elinden almamıştır…

Allah’tır tek olan..!

Allah’a ulaşma yolları çoktur ve çeşitlidir. Bir şartla ki insan, kimseye satır sallamamalı, doğanın dengesini bozmamalı, emeği çalmamalı, kan dökmemeli, fesat çıkarmamalı, yalan söylememeli, iftira atmamalı ve bir halkı bir yerden bir yere sürmemeli… Çünkü Kur’an’da bunlar büyük günah sayılmıştır!

Bilinmesi gereken diğer bir konuda, Din bir dünya görüşüdür ve bu dünya işlerimizi düzenlemek için vardır. Allah kuluna bu noktada zorlayıcı değildir.

Eğer dindar olmak, dine bağlı olmak, dinin kırmızıçizgilerini aşmamak ve dinin kurallarına göre hareket etmek istiyorsanız, kendinden olsun veya olmasın, birinin kanı dökmeyin, birinin yüreğini sızlatmayın…

İşte bu bağlamda dini bir aydınlanmaya ihtiyacımız vardır.

Peygamberin hayatı yaşayan Kur’an’dır.

Hâlbuki Kâfirler Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça…

Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça…

Yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe

Yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe…

Yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.

(İsra Suresi 90, 91, 92, 93)

Kur’an’da buna benzer çok ayet vardır. Bu ayetler, inkârcıların mucize taleplerini reddeder. Ha keza Müslümanların mucize taleplerini de reddeder. Mesela Hz. Peygamber işaret parmağı ile ayı yarmış değildir, bir kap hurmaya dokununca binlerce asker doymuş değildir, çağırınca ağaç yanına gelmiş değildir, vb. türden görüşlere Müslümanlar mucize kabilinden inanmışlardır…

Yukarıda belirttiğimiz gibi Kur’an’da mucize kelimesi geçmez. Bunun yerine sürekli “ayet” kavramı kullanılır.

Allah, herkese olmakta olanı, oluş halinde olanı tarihi, tabiatı ve hayatı göstererek cevap verir.

Doğru olmayan bu görüşler Müslüman Dünyasını istila etmiştir. Bu görüşler dinden ve Müslümanların görüşlerinden temizlenmelidir.

Çünkü bu rivayetlerde anlatılan insan bir peygamber, peygamber değil; hayallerde resmedilen, rüyalarda görülen, sırlı, gizemli, büyülü, tütsülü bir dünyanın muhayyel kahramanıdır. Bu portre, Kur’an’ın anlattığı peygamber değildir.

Aslında bize anlatılan peygamber, Allah’ın kulu ve Resulüdür.

Bize gelen peygamber, bizi “ölüm, afet, kıyamet” gibi gerçeklerle uyarmak için gelmiştir.

Kur’an’ın bize bildirdiği Peygamber kâhin, sihirbaz ve büyücü değildir. O, haber getiren, tebşir ve inzar edendir. Yani kötüleri uyaran, iyileri müjdeleyendir.

Demek ki Allah ile insan arasında karşılıklı bir ilişkisi vardır. Allah katında insan, değerinin ne olduğunu bilmek isterse, önce kendi yanında, Allah’ın değerine bakmalıdır. Yürüyen ve yaşayan Kur’an budur.

Peki, bir insan için en büyük güç nedir?

Kanaatime göre lekesiz, günaha bulaşmamış bir hayatı yaşamaktır. Bu hayat, Peygamberde vardı. Böyle bir hayatın önünde hiçbir güç duramaz. Zaten kimse de duramamıştır.

Mahmut AKYOL

 

 

 

 

ALLAH’IN TAKDİRİ, KULUN KADERİ…

logo5

ALLAH’IN TAKDİRİ, KULUN KADERİ…

Bir rızkın bir kişiye nasip olması için o kişiyle o rızkı paylaşmak lazım gelir…

Eskiden bilgiye ulaşmak zordu. Zor olan bilgi kıymetliydi. Şimdi öylemi, bilgi bir tuşun ucunda…

Bilgiyi elde etmek için Raflarda gezinmeye, birbirine karışmış kitapların kokularını teneffüs etmeye gerek kalmadı…

Bir dostuma yazılarımı okuyup okumadığını sordum. “Yazdıkların güzel, lakin çok uzun oluyor, okumaya vaktim olmuyor.” Dedi. “Aslında taş çatlasa, beş/altı sayfayı geçmiyor…”

Demek ki nasip değilmiş diye kendimi teselli ediyorum…

Kader, insan için bir yol ayrımıdır. Kader, insanın cüzi iradesiyle Allah’ın külli iradesinin birleşmesidir.

Hatalarımızı kadere bağlamak doğru değildir. Böyle yapılması bir samimiyetsizlik ve tek başına bir sorumsuzluktur. İnsan için fiillerin ilk kaynağı, kulun kendisidir. Kader, hem kendi kontrolümüzün içinde, hem de dışında olan bir olaydır.

Allah’ın takdiri “Adalet, hakkaniyet ve hikmet ten ” ayrı değildir.

Mesela:

Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı; mümkündür ki bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için iyi, hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara Suresi 216. Ayet)

Yasin Suresi boyunca ele alınan konular, ölümden sonra diriliş ve hesap günü etrafında döner.

Sure, tarihi süreç içinde genellikle Müslüman ölülerin arkasından okunmuştur.

Lakin surenin içinde geçen 70.ayet “Dirileri uyandırmak için” ifadesi son derece dikkat çekicidir…

Hakka kulak vermeyen insanlar için, Allah sayısız uyarıcılar gönderdi ama yinede kar etmedi…

Allah bütün Hak Dinleri, Ümmi Peygamberler üzerinden göndermiştir. (Ümmi demek, halkın bağrından çıkan, din adamları sınıfından olmayan demektir.)

Onlar: “Siz bizim bahtımızı kararttınız…” (Yasin 18)

Elçilerde: “Bahtınız kendi elinizdedir…” (Yasin 19)

***

Kader konusunda birkaç misal:

Emevi Kader Doktrini, yani Brahman “Kast Sistemi” Yoksul ve mutsuz insanlara “Ahirette” karşılığını alacaklarını söyler.

Bu Gayri İslami düşünce anlayışından kurtulmak gerektir.

Din, halkın vicdanında bir çığlık iken, Kisra ’nın Sarayına dayanır; “Ey Baldırı çıplaklar! Burada ne işiniz var?” diye bir soruyla karşılaşırlar. Peygamberin dava arkadaşları da, “İnsanları dinlerin zulmünden kurtarmaya geldik!” derler.

Hasan-ı Basri, Emevi Yöneticilerine şöyle dedi: “İşlediğiniz kötülük ve zulümler kendi ellerinizle yaptıklarınızdır. Bunlar kendi kaderimiz görüşü batıldır. Allah zulmedenleri sevmez. Bilakis böyle durumlarda zulme uğrayanlara cihadı emreder…”

Peygamberin vefatından ve dördüncü halife döneminden itibaren, İslam’ın kerih gördüğü, birçok şeye tekrar geri döndüler (Mürted.)

Kabile kavgaları, ırkçılık temayülleri, Mevali olanların merkezin dışına itilmesi, devlet malından zenginlerin çoğalması, yalancı peygamberlerin ortaya çıkması vs.

Bütün bunlar, Emevi hanedan devleti boyunca sürdü ve devletin bünyesinde kemikleşti. Hala da hızını kesmiş değildir.

Bu itikadî yanlışlardan biri de, inananların “aff” meselesidir. Güya inananları ümitsizlikten kurtarmak için, “Hadis” kitaplarına bir sürü mevzu hadisler koyuldu…

Hâlbuki Kıyamet Günü şefaat yalnız Allah’a aittir.

Kur’an’a göre Nebilerin, Şehitlerin, Salih kimselerin şefaat yetkisi yoktur! Yazık ki hala bu memlekette bu tür şeyler, prim yapıyor! Bu tablolar ülke insanının, ne kadar İslamsız ve cahil bırakıldığının göstermiyor mu?

Zulme karşı direnmek, komşuyla iyi geçinmek, kan dökmemek, davranışlarında adaleti ve dürüstlüğü terk etmemek, insanın kendi iradesindedir!

Demek ki, çalmak, öldürmek, iftira atmak, yalan söylemek, zina yapmak, haram yemek, adalet/emanet/Velayet, gıybet, zulüm yapmak insanın kendi elindedir

Demek ki, bir yaraya merhem olmak, bir öksüzün başını okşamak, bir yoksulu doyurmak, bir mazluma arka çıkmak, insanın kendi elindedir

Demek ki, tüm kötülüklerin anası; mülkü kenz etmek, hırs, kibir ve haset içinde olmak insanın kendi elindedir

Brahman “Kast Sistemi”; Hint toplumunda Brahmanların kurdukları Kader anlayışı tipik bir “Emevi Kader Doktrini” dir.

Brahmanlar toplumu kastlara bölmüşler ve en üste kendilerini yerleştirmişler, buna da “Tanrısal yazgı” demişlerdir.

En altta sürünen “parya” ya, “Eğer mutlu olmak istiyorsan, şimdiki hayatında ki bu yazgıya itaat et, uslu dur, ikinci hayatında üst kastta doğabilesin! Aksi halde ikinci hayatından bir böcek olarak bile doğamaya bilirsin.

Bu nedenle üst kastlara çıkmanın yolu, var olan düzene uymak, itaat etmek, olan bitene boyun eğmek ve bu halde ölümü beklemek, ölümden sonraki ikinci hayatta üst kastlarda yeniden doğmak için bunların şart olduğu söylenmiştir.

Roma’nın köleci düzeni “Stoacı kader” anlayışına gelince “Tanrısal Yazgı” düzeni aynı şekilde işlemiştir. Roma’nın hayatı, köleci bir toplumdur.

Çünkü doğanın kanunu böyleydi. Birileri efendi olurken, birilerinin köle olması gerekliydi. Buna “Stoa (mevcut durum) Felsefesi” deniliyordu. Buna karşı gelmenin cezası ölümdü.

Sonuç itibariyle her üç kader anlayışı, birbirinin içinden çıkmış ve Roma’nın köleci düzenini sürdürmüştür!

Mahmut AKYOL

ALLAH’TAN BAŞKA İLAH YOKTUR!

logo5

ALLAH’TAN BAŞKA İLAH YOKTUR!

İsteme makamı Allah’tır!

Bu makama dua edilmelidir.

Gelin canlar, önce günahlarımız için bu Güce (Allah’a) tövbe ve istiğfar, sonra dua edelim…

Gelin canlar, gönlü kırılandan helallik alalım. Haklarımızı helal edelim.

İnsan bir şekilde yenilebilir, fakat bu yenilgi düşmanın gücünden değil, insanın inanç zayıflığından gelir.

Allah’tan başka ilah yoktur, güç ve otorite O’dur. Biz O güce ve otoriteye gerçekten muhtacız, Allah’a yalvarmak durumundayız…

Binaenaleyh insanlık hüsrandadır. İnsanlık gerçekten uçuruma düşmüştür…

Müslüman, bütün zamanlarda ve mekânlarda Müslüman’ın ezeli ve ebedi evrensel adıdır.

Hz. Peygamberin göğsüne ferahlık veren (inşirah) vahiy desteğinin hatırlatılmasından dolayı…

“Sevgi ve Merhameti Sonsuz olan Allah’ın adıyla!”

1-     GÖĞSÜNÜ ferahlatmadık mı?

2/3- Belini büken yükünü hafifletmedik mi?

4-     Toplumda itibarını yükseltmedik mi?

5-     Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır; hiç kuşkusuz.

6-     Evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

7-     Şu halde zorluk kalktığında gevşeme.

8-     Ve Rabbine özlemle yönel!

Bütün Peygamberler menfaat, çıkar, cehalet ve taassubun insanlığa verdiği zararları anlatmak için gelmiştir!

Peygamberlerin yolu, tarih boyunca ezilenlerin sesi, mazlumların içli çığlığıdır.

Bütün peygamberler başlangıcından bu yana, şirk düzenlerini ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.

Allah’ım, Sevgili Peygamberin göğsünü ferahlattığın gibi bizimde göğsümüzü ferahlat!

Ez cümle diyorlar ki dünyayı “süper güçler” yönetiyor. Hâlbuki bilmiyorlar ki bu güçlerin üstünde bir güç vardır. Güç Allah’tır!

Allah kulunu aklı oranında sorumlu tutar. Yani her insanın aklı oranında bir kapasite vardır. İnsanın bir ilgi alanı, bir de etki alanı vardır.

Allah; “Ahiret Gününde kimsenin soyuna,  kariyerine, konforuna bakmayacak, herkese ameli gereği adaletle davranacaktır!

Haysiyet, şeref, onur, aşk her şey para ile alınır satılır hale geldi. Toprak, hava, su, ateş, rüzgâr, yağmur, ekin, doğa hakeza her şey, Kapitalistlerin kâr metası yapılmıştır.

Antik çağların verimlilik, başarı ve altın modern zamanların tanrısı Mamon oldu. İnsanlık tefeci bankerlerin eline düştü. Ülkelere borç veren, faizle kanını emen bu vampirler, insanları hırsızlığın, yolsuzluğun, çapulcuğun ve yağmacılığın kuyularına attı…

Yeryüzünde kan döküp fesat çıkaranlar, ekini ve nesli talan eden, savaş planları yapan,  ülkeleri işgal eden, kendilerine yeni pazarlar açan, Allah’ın kullarını aç ve açıkta bırakan, “süper güçler” azgınlığını artırdı…

Bu cümleden mütevellit fertlerin organize olmuş haline “devlet” denir. Demek ki devlet, insan kolektif aklının bir sonucudur. İnsan kolektif aklını hangi istikamette kullanırsa, devlet de ona göre şekil alır.

Sonuç ne olursa kurulacak devlet, “adalet” devlet olmalıdır. Aklın gereği budur. Akıl kötüye kullandığında, insan pisliğe batar

Şimdi düz bir akıl (Aristo mantığı) kullanıldığında, “Türk Devletinin Irakta, Suriye’de, bilmem filan yerde ne işi var!” diyebilirsiniz. Bunları söylemekte bir beis yoktur! Yok, eğer binlerce Km mesafe uzaktan gelen bir takım sırtlanlar Irak, Suriye vb. yerlerde burnunuzun dibinde cirit atarsa, “Türk Devletinin buralarda ne işi var” derseniz, o zaman kör olursunuz…

İşte burada, “Sosyal dokunuzun” uzantılarını bilmek durumundasınız. Yani ülkenizin fiziki sınırlarının hinterlantını (arka bahçesini) bilmek zorundasınız.

İşte Allah’ın verdiği aklı kullanmak budur.

Eğer sizde; akıl, şeref, vicdan, mertlik olsaydı, kafanızı kumdan çıkarır sadece alık alık dünyaya bakmazdınız…

Fakat bunları görmek ve anlamak bir nasip meselesidir

Dünyada öyleleri vardır ki Allah’a inanırlar,  fakat Allah’ın kendi hayatlarına karışmasını istemez! Bu sapıklık değil de nedir?

Kur’an’i bir hayatı terk edenler, bir köşeye çekilmiş olanlardır! Sorumluluğu Allah’a yükleyenler, Kur’an’ı sadece mezarlıklarda okuyanlardır…

Sınırlarımızın içinde ve dışında milyonlarca mazlumun kanını döken, dökülmesine zemin hazırlayan emperyalist güçlere izin verme Allah’ım!

Dar ve dağınık halimize acı, benliğimizi bir ayrık otu gibi sarmış tembelliğimizi ve cehaletimizi yüzümüze vurma Allah’ım!

Gönüllerimize sevgi köprüleri kur, hak ettiklerimizle bizi sevindirir Allah’ım!

Bizi birbirimize düşürme, toplum olarak birbirimize duyacağımız sevgimizi kesme, kardeşliğimizi merhamete dönüştürür Allah’ım! 

İslam bilgiyi, sevgiyi ve lokmayı paylaşmayı infaktan saymıştır. Bizi infak etmeyen münafıklardan eyleme Allah’ım!

Sevginin ve kardeşliğin içi boş olduğu için, bugün insanlar bir araya gelmiyor!”

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!”

İnsanın elinde ki Kur’an, Allah’ın emanetidir. Üzülerek görüyoruz ki, O’nu hayatın, tarihin ve tabiatın dışına ittik… Bu itmemizdir ki Kur’an, kendisine emanet edilen “Müslümanlarla” artık konuşmuyor…

Kur’an Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Rum, Ermeni vb. olsun olmasın bütün ezilenleri ve mazlumları tek bir millet telakki eder. Zalimlerden başkasına düşmanlık beslemez. Âdem’in çocukları olması sebebiyle ve tevhid ilkesi gereğince bütün insanları bir ve eşit görür.

Ortak iyiye ait kavramlar; hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik yeterlidir.

Sevgiyi, merhameti, adaleti, eşitliği, özgürlüğü savunmak dinin özüdür.

Kur’an, kan bağını değil, adalet, akıl, sevgi ve vicdan yollarıyla kurulan manevi kardeşliği önemser.

İşte din Kardeşliği budur.

Öldürme, Çalma, Yalan Söyleme, İftira Atma… Bütün kitaplar bu dört kavramın etrafında döndüler!

Şeytan, sembolik bir kavramdır ve insanın içinde olan şeylerdir. Haset, kibir, kin, öfke, hırs gibi… Bu kötülüklerin bizi yönetmesine izin vermemeli ve onların tahakkümü altına girmemeli…

Benim ırkım senin ırkından üstündür“. Bu Şeytani bir sözdür. Çünkü Şeytan “Beni ateşten, insani çamurdan yarattın. Onun için ben insandan üstünüm” demişti. Bu Kâfir bir sözdür.

Mahmut AKYOL

FATIR SURESİ

logo5

FATIR SURESİ

Duayı elden, dilden, gönülden kesmemek lazımdır…

Duayı en azından şöyle demelidir. “Ey rabbimiz! Gücümüzü artır, zaafımızı gider.”

Ne yazık ki, Müslümanlar zulüm karsında sessiz ve suskun… Herkes acıyarak bir diğerinin ölümünü izliyor! Açlık ve ölüm korkusu, kimsenin ağzını açmıyor…

Ey rabbimiz! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı… Sen bu Mü’min kullarına yardım et!

Gelin hep beraber gökyüzüne bakalım! Güneşi anlamaya çalışalım! Çünkü güneş hiçbir nebatı, çocuğu ayırmadan hepsini ısıtır. Bizimde Duamız güneş gibi olsun…

O halde “Fatır” Suresinde döndürülen nedir?

Surede ayetler birbirini açıklar. Ayrıca Sure, diğer surelerin anlaşılması için kapı arar…

En güzel dualar Allah kakından gelir.

Allah’ın birliği (tevhid), bölünmez bütünlüğü (samed),  insanlıkla dinamik ilişkisi (risalet), insanlık tarihinin sonundaki yeniden yaratma (ahiret) ve nihai yargılama (hesap günü) inancı ana temadır.

Aşağıda ki sure ve diğer bütün sureler Hz Muhammed’e nasip oldu. Diğer bütün sureler Hz. Muhammed’in hayatında yer buldu. Sonrada Hz. Muhammed bu sureleri insanlığa tebliğ etti! Din dilinde Hz. Muhammed’e vahyolunan bu mucize; Kur’an’dır.

Sevgi ve Merhameti Sonsuz olan Allah’ın adıyla!

“……’O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.’

“Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’

“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur……’

“(Ey Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.’

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.’

“Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.’

“İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.’

“…… (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.’

“Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir.’

“Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir……’

“Allah, sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah’ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur……’

“Bakın, iki deniz bir olmuyor; biri gayet tatlı, kolayca içilip susuzluğu giderirken, diğeri ise oldukça tuzlu, yakıp kavuruyor. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız……’

“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu gördüklerinizi yapan Allah’tır. Egemenlik O’nundur. O’ndan başka yalvardıklarınız ise bir çekirdek zarını bile idare etmekten acizdirler.’

“Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez.’

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.’

“Eğer Allah dilerse, sizi giderir ve yeni bir halk getirir.’

“Bu, Allah’a göre zor bir şey değildir.’

“Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyandırabilirsin. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.’

“Ne Kör ile gören,’

“Ne Karanlıklar ile aydınlık,’

“Ne Gölge ile sıcaklık,’

“Ne de Diriler ile ölüler bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.

“Sen, ancak bir uyarıcısın.’

“Şüphesiz biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarından bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.’

“(Ey Muhammed!) Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yalanlamışlardı. “Oysa peygamberleri onlara apaçık delilleri, sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı getirmişlerdi.’

“Sonra ben inkâr edenleri yakaladım. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl olurmuş gördüler?’

“Görmüyor musun ki, Allah gökten su indirdi. Onunla türlü türlü ürünler çıkardı. Dağları beyaz, kırmızı, siyah ve rengârenk desenlerle bezediğini görmüyor musunuz?’

“İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır……’

“Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.’

“Çünkü Allah, mükâfatlarını kendilerine tamamen ödedikten sonra, engin cömertliğinden onlara daha fazlasını verecektir. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.’

“(Ey Muhammed!) Sana vahy ettiğimiz kitap (Kur’an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.’

“Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan da kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.’

“Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.’

“Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.’

“O, Lütfü’yle bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez.’

“İnkâr edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.’

“Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, Salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.’

“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.’

“O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkârcıların inkârı, ancak ziyanlarını arttırır.’

“De ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaad etmezler.’

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.’

“Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı.’

“Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.’

“Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerdeki ve yerdeki hiçbir şey, Allah’ı âciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.’

“Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.’

Sadakallahulazım.

Mahmut AKYOL