KADİR GECESİ

logo5

KADİR GECESİ

İslam, ezeli ve ebedi bir isimdir. Bu ismi seçen Allah’tır. İslam, teslim olmak demektir. İslam, hayatın ortasında, hayatın kalbinde yaşamalıdır.

Din iyiliktir ve haksızlığa isyandır.

(…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim. …)

Maide suresi 3. Ayet

İbadet, insanın hayatın içinde oluşturduğu iş ve değerdir.

Emevi Kültürü etkisinde kalan Müslümanlar, ibadeti sadece bir ayin olarak gördüler. Vakti, miktarı belli olan ayinleri ibadet sayınca, İslam’ın yaşam alanını daraldı.

***

Bizde halen iki din vardır. İkisi de yaşamaktadır.

Birisi derin din. 2000 yıldır değişmeyen Şamanizm’dir.

Diğeri görünen din. Şamanizm üzerine kılıf olarak geçirilmiş İslam Dinidir.

Derin dinin beş hali vardır.

İyi düşünün, bakın neler göreceksiniz:

  1. Gök Tanrı inancı, 
  2. Yerde ki Şaman inancı,

Hoca, şeyh, pir, veli, evliya, baba, dede vs. Bunların hepsi, insan ile tanrı arasında aracıdır. Zira tek başına Tanrı’ya ibadet edilmez. Muhakkak bir aracıya ihtiyaç vardır.

  1. Atalar kültürü,

Atalara bağlılık esastır. Atalar şu anda türbelerde, anıtlarda yatmaktadır. Anıtlar ve türbeler boş bırakılmamalıdır.

  1. Kurban,

Şamanizm’de kurban kesmek dinin esasıdır. Ne kadar çok kan akıtılırsa, insan o kadar dindar olur.

  1. Domuz eti,

Eski Türk takviminde domuz yılı vardır, uğursuzdur ve o yılda domuz eti yenmez.

***

Şaman kültürü, kandil gecelerini ve türbe ziyaretlerini İslam’dan sayınca, Müslümanlar da kandil gecelerini Hz. Muhammet’ten gelen bir sünnet saydılar.

Hâlbuki Kandil Geceleri, Osmanlılar döneminde II. Selim zamanından başlayarak günümüze kadar gelen ve yukarıda adı geçen gecelerin hiçbirisini Peygamber kutlamamıştı.

Keşke bunun yerine Müslümanlar:

  1. Zenginle/yoksulun arasındaki uçurumu görselerdi,
  2. Sosyal ve ekonomik çöküntünün sebepleri üzerinde kafa yorsalardı,
  3. Hızla artan uyuşturucu kullanmaları, dizilerde oynatılan çocuk aşk sahneleri, kredi kartı mağdurlarının gözyaşlarıyla beslenen kapitalizm üzerine akıl etselerdi,
  4. Nüsukları yapıp, diğer bütün işleri hafife almasalardı,
  5. Nüsukları kuru bir tekrar yapıp durmasalardı,
  6. Belki o zaman Müslümanların kendi adına yakışır bir yaşamları olurdu.

Doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşmak, bölüşmek, zulme karşı direnmek, haklıyı savunmak, yalan söylememek, iffetli yaşamak, doğru ölçüp tartmak, aldatmamak, sömürmemek, emeğin hakkını vermek, biriktirmemek, Allah’a güven duymak gibi Dinin temel taşlarını görselerdi.

İşte, insana lazım olan değerler bunlardır.

Müslümanlarca kandil geceleri diye bilinen gecelerin içinde, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesi vardır. Ramazan ayı, açlık ayı olmakla birlikte, Kur’an ayıdır.

Kadir Gecesi, on dört asır önce Mekke’nin Hıra Mağarasında Hz. Muhammed ile başlayan yürüyüşün adıdır.

Bu sebeple değeri çok büyük ve anlamlıdır. Bu İnsanın Allah ile vicdanen görüşebileceğini gösterir. Zira Mekkeli öksüz Muhammed’ de bu gece Allah ile buluşmuştur.

Yeryüzünde herkesin Allah’a giden bir Hırası vardır ve herkes böyle büyük bir buluşmayı gerçekleştirebilir. Bu gece ve bütün her gece insanlara açıktır.

Bu gecede buluşmaya sebep olan Kur’an’dır. O da elimizdedir. Onunla yürüyen herkes, bu buluşmayı gerçekleştirebilir.

  • Yeter ki, her gece kadir bilinsin!
  • Yeter ki insanlar kendi benini, Allah’ın melekûtuna açık tutsun.
  • Yeter ki insanlar kendi Kapasitesini zorlasın.
  • Yeter ki insanlar kapsam alanlarını geniş tutsun.
  • Yeter ki insanlar Allah ile yürümeye azmetsin.
  • Yeter ki insanlar canı gönülden Allah’a kavuşmayı murat etsin 

***

Hayatı yaratan Allah’tır. Bu sebeple hayat durağan değildir. İnsanın kaderini, insanla birlikte yapan Allah’tır. Kader, her hangi bir şeyin gerçekleşeceği bir alandır.

Dikenin batması, arının bal yapması, karıncanın çalışmayı öğrenmesi, çiğ damlalarının lalenin üstüne düşmesi, onların kaderidir.

İnsan aklı sebebiyle iradi bir yol çizer. İnsan, kendini değiştirdiği zaman, kaderini de değiştirmiş olur.

(…”Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah’da onların halini değiştirmez; bundan hiç şüpheniz olmasın…”

(Ra’d -11 ayet)

İnsan iyi, güzel ve doğru şeyler için çalışırsa, Allah’ta onun çarpan kalbi, sızlayan vicdanı, gören gözü ve işiten kulağı olur.

***

Hz. Peygamberin doğduğunda Sava gölü kurumadı. Kisra’nın Sarayının sütunları yıkılmadı. Mecusilerin bin yıldır yanan ateşi sönmedi. Dünya Hz. Peygamberin hürmetine yaratılmadı. Hz. Peygamber, ayakları şişinceye kadar namaz kılmadı.

Böyle bir Peygamber yeryüzüne hiç gelmedi.

Hz. Peygamberin tebliğ ettiği İslam, bir hayat dinidir, bir tapınak dini asla değildir.

Tebliğle yükümlü olan Peygamberler, tebliğ edecekleri hükümleri önce kendi şahıslarında yaşadılar, sonra da ümmetlerine tebliğ ettiler.

Peygamberler özellikle Çalmamak, öldürmemek, iftira atmamak, yalan söylememek, zina etmemek, adaletli olmak, emanete ihanet etmemek, gıybet etmemek, haram yememek, zulüm yapmamak” gibi hususlara dikkat çekmişlerdir.

***

Şimdi, ağaçlara bez bağlamayı, ölülerden yardım istemeyi marifet sananlar:

  • Adaleti, sevgiyi, merhameti, paylaşmayı, bölüşmeyi, toplumun hayat damarlarında kan misali akması gereken bu değerlerin neresinde duruyorsunuz?
  • Sümeyye ve Rachel’in onurlu duruşunun neresindesiniz? 
  • Sefalet ve aç bırakmanın “Şirk” olduğunun farkında mısınız?
  • Dünya nüfusunun yarısının fazlasının rızkının çalındığından haberiniz var mı?

Sonuç:

  • Kadir Gecesi demek, Kuran’ın indiği gece demektir!
  • Eğer Kur’an’ı okursunuz ve sizin ruhunuza, vicdanınıza Kuran inmeye başlar.
  • Bu ışık görüldüğü andan itibaren de sizin Kadir Geceniz başlamıştır.

Hâlbuki İslam, doğduğundan bu yana Din, hayat dini olmuştur. İslam, kandil gün ve geceler dini değildir. Din, gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atar. Yoksa her şeyin uykuya çekildiği bir sırada yaşanmaz!

Bu da, İbadet kavramıyla anlatılmıştır. İbadet çalışmak, üretmek, meydana getirmektir. İbadet sadece bir ayinden ibaret değildir. İbadet, hayatın içinde iş ve değer üretmektir. İşte problem tam da buradadır.

Yani:

Ülkemizde namaz kılınır, oruç tutulur, hacca gidilir, başörtüsü takılır, kurban kesilir, kandil gecelerinde camiler dolup taşar, Telli Babanın Türbesi, dul kadınların istilasına uğrar…

Bir yerde yanlış yapılıyor, fakat kimse yanlışı görmek istemiyor.

Ramazan ayı ve Kadir gececi Müslümanlar için ciddi bir sınav dönemidir.

Kadir Geceniz kutlu olsun!

Mahmut AKYOL

İSLAM, ADALET VE EŞİTLİK ÜZERİNE KURULUDUR!

logo5

İSLAM, ADALET VE EŞİTLİK  ÜZERİNE KURULUDUR!

İslam’ın özü adalettir.

İslam, farklılıkları önlemek için gönderildi.

İslam’ın amacı, farklı yaratılan insanların adalet içinde bir arada yaşamasını temin etmektir.

Bu başarıldığı zaman, insanın dünyadaki sorunu ortadan kalkar.

İslam peygamberi, Allah’tan başka ilah yoktur deyince, köle pazarları sarsıldı, kölelerin fiyatı bir anda düştü.

Çünkü ezilmişler, her şeyden önce dünyada kurtuluşu hak ediyordu.

İnsanlığın mücadelesi, aslında mustazafların (ezilenler) mücadelesiydi.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, her zaman adaletinin gereği ezilenlerin yanındaydı.

O halde; emekleri gasp edilen, mahrum bırakılan, zulme uğrayan, zayıf ve fakir bırakılan kimselerle bir araya gelerek Hak için mücadele etmelidir.

Hz. Peygamber’in sözü Tirmizi de şöyle anlatılır:

Benden sonra bir kavim gelecektir ki çeşitli nefis yiyecekler, çeşitli elbiseler giyecekler, güzel kadınlar alacaklar, kıymetli atlara (arabalara) binecekler, onlar az şeyle doymayacak, çok şeye de kanaat etmeyecekler, onların bütün gayreti dünya için olacak, dünyaya tapacak, her şeyi dünya için yapacaklardır……’

Kur’an’da daha çok ‘üsttekileri’ anlatmak için, yani iktidar, sermaye ve din üçlemesi, Firavun, Karun ve Haman, gibi kavramların üzerinden gidilerek anlatılmıştır.

İnsanlık, dinin afyon yüzünden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Çünkü tarih boyunca dinin iki yüzü olmuştur. Bu iki yüzden biri ya insanları köleleştirmiş, ya da özgürlüğe kavuşturmuştur.

Kim, bir servet elde eder ve cimrilik yapar, Allah’ın o servetteki hakkını ödemezse, Kur’an’da onlar için acıklı bir azap hazırlandığı haber verilir…’

***

İnsana tarihi boyunca söylenecek sözler söylemiştir. Benim söylediklerim sadece bir tekrardır.

Fakat kendisini Naciye görenler, kendisini layüsel (!) olduklarını söyleyenler her zaman ortaya çıkmıştır.

Kanaatimce bunlar, İslam Dini ile ters bağlantı yapmış olanlardır…

Bunlar da sadece kitabı kutsamış, kitaba abdestsiz yaklaşmamış, dini Bizanstist şekilde kavramışlardır.

Düşünün ve akledin’ diyen bir Kitaba sahip olduğumuz halde, o düşünce sahipleri aklı, ‘Kerih’ görmüşlerdir.

Dini ile ters bağlantı yapmış olanlar, ‘Selefi/Vahhabi ve Harici’ mezhebi mantığın ve ‘Taliban/Işıd’ anlayışının bakışıyla Kur’an’a ve İslam’a bakmışlar, İbni Teymiyye görüşlerine saplanmışlardır.

Dört kitapta zikredilen ‘Öldürme, çalma, iftira atma, yalan söyleme, sihir yapma, zina etme, komşuna iyi davran, putlara tapma’ kavramlarını hayata taşımak, İslam’da diğer farzlar gibi farzdır!

Hz. Muhammed, Mekke sokaklarında kuru ekmek yiyerek dolaşan bir kadının yetim ve öksüzüdür. Tek fark; ona vahiy geldi. O vahiyle tarihsel olarak Arabistan halkı üzerinden tüm insanlığa yeniden ‘ölüm, afet ve kıyameti’ haber verdi.

Kur’an; metin olarak bir tane, meal olarak sonsuzdur. Çünkü Allah, tabiatta farklılıklar yarattığı gibi, insan aklını da farklı yarattı, elbette ki farklı anlaşılacaktı…

***

Hiçbir zaman İslam’ı ve Kur’an’ı uzmanları bilir denemez. İslam toplumsal yaşanan, fakat sorumluluğu ferdi olan bir dindir. Kutsal toprak, kutsal taş, kutsal kitap sözleri ‘Tevhit’ gerçeğine terstir.

Sen niçin benim gibi inanmıyorsun diye kimse kınanmamalıdır. Çünkü herkes kendi davranışından sorumlu olacaktır.

Buna rağmen bazı İslami çevreler de ‘eşitlik’ kavramına karşı bir alerji (iticilik) oluşmuştur. Dahası İslam’da ‘eşitlik’ yok, ‘adalet’ var denilmiştir. Hâlbuki eşitlik bir Kur’an kavramıdır.

Kur’an’ı Kerim ‘eşitlik’ kavramını yaratılışta, rızık ve rızık kaynaklarında, fizikî ve tabii farklar sebebiyle kullanmıştır.

Kuran’da eşitlik kavramı; Adalet, Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ kelimeleriyle anlatılmıştır.

Bu sebeple insanın yaratılışı, rızık ve rızık kaynaklarının kullanılması, fizikî ve tabii farklılıkların ‘eşitliği’  bozmayacağı hususları üzerinde Kur’an titizlikle durmuştur.

36. ‘İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? 37. O akıtılan bir meninin içinden bir nutfe değil miydi? 38. Sonra bu aşılanmış bir yumurta oldu, derken Allah onu eşitleyip biçimlendirdi. 39. Ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etti

Kıyamet Suresi; 36-39 ayetler,

Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar da az şükrediyorsunuz?’

Secde Suresi; 9 ayet

Yeryüzünde sabit dağlar var etti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâenli’s-sâilîn) takdir etti.’

Fussilet Suresi; 10 ayet,

Rızıkta üstün kılınanlar (zenginler) yanlarındaki (yoksullar) ile eşit hale gelmemek için onlara vermiyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar

Nahl Suresi; 71 ayet,

Rızık ve rızık kaynakları zenginler arasında dönüp dolaşan bir tahakküm aracı değildir.’

Haşr Suresi; 7 ayet,

Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu? Hacılara su verme ve Mescidi Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?’

Tevbe Suresi; 19 ayet,

Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?’

Nisa Suresi; 95 ayet,

Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?’

Nahl Suresi; 75 ayet,

***

Görülüyor ki Ana Rahminde yaratılış ile başlayan eşitlik olayı ve dünyanın çeşitli halleri sebebiyle meydana gelen farklılaşmalar, Allan’ın ‘takdiridir.’

Allah, bu eşitliği kabul etmeyenlere en büyük eşitleyici olan ölümü göstermiştir!

Eşitliği bozmak ve sınıflaşmaya yol açmak, kulların birbirlerine yaptıkları en büyük zulümdür.

***

Türk Milletinin aile yapısı çöküyor! Yeter ki, devleti çökmüş olmasın…

Gördüğüm, ‘Toplumun yok oluşa doğru bir yıkılış içinde olmasıdır.’ Yeter ki, ayağımızın altındaki zemin kayıp gitmesin…

Alkol, sigara, fuhuş ve uyuşturucu bataklıklarında toplumun boğulduğunu görmek, insanı kahrediyor!

Yaşanılan bunalımlar, bunalıma sebep olan kapitalist sistem, zengin-fakir arasındaki uçurum, rızık kaynaklarının yağmalanması, insanı canından bezdiriyor!

Son sözüm; Ah vatan, ah vatan, ah vatan…

Mahmut AKYOL

MEDİNE’YE İSLAM’I YAYMAK İÇİN GÖNDERİLEN MUS’AB BİN UMEYR

logo5

MEDİNE’YE İSLAM’I YAYMAK İÇİN GÖNDERİLEN MUS’AB BİN UMEYR

Bilge kral, bir davanın nasıl doğduğundan ve nasıl öldüğünden bahsederken:

bir dava acılar içinde doğar, fakat refah, konfor, yalan, ihanet ve sahte bir inanç anlayışı içinde ölür’ Der.

Hz. Peygamberin davası da bu kaderi yaşamıştır. Bu mücadele, hayatın en zor mücadelesidir.

Gönderilen bütün dinler, bozulan ‘eşitsizliği’ düzeltmek için gelmiştir.

Bir mücadele insanında ‘ruh, vicdan ve iman’ diriliği gerekir.  

Dava, öteki için erdemli davranışlar sergilemektir.

Hayat devam ediyor ve insanların imtihanları amansız şekilde sürüyor.

Mücadelenin bittiğini zannedenler yanılıyorlar. Kur’an bütün ihtişamıyla yaşıyor. Kur’an hayatın, tabiatın ve tarihin içinde her an var oluyor. Din dilinde buna kevni ayetlerle kavli ayetlerin buluşması denir.

Allah, aralıksız yaratıyor ve Allah, hayatı her an yeniliyor. Sadece çağın çocukları bu yaratılışa ayak uyduramıyor. Bundan dolayı insan buhrana düşüyor.

Bir dava hareketi nerede ortaya çıkmışsa, orada kurulu düzen korku içine düşmüştür. Çünkü davalar işe, düzene itiraz ederek başlarlar.  İnkılâp Hareketleri eskiye ait olanları düzeltir ve doğru gördükleri şeyleri inşa ederler.

İnkılâp Hareketlerinde amaç, bundan ibarettir. Yani bayrak düştüğü yerden kaldırılır, hançer saplandığı yerden çıkarılır…

Mekke’de itiraz üzerine gelen İslam Dini böyle bir harekettir.

Medine’de adalet devleti olarak varlığını sürdürmüş olan İslam Dini budur. Fakat İslam’ın Medine’de bir devlet düzeni olarak yaşaması kolay olmamıştır.

Müslümanların Allah Resulünün Medine’ye geldiğinde ilk olarak ne yapmıştır, ne söylemiştir? Bunların bilinmesi ve bu yolu izleyenler için oldukça önemlidir.

Mekke’de Allah Resulünün zuhuru, Mekke’de ki tefeci bezirgânları, cincileri, falcıları telaşlandırmıştır. Bu tefeci bezirgânlar; hemen alay, küçümseme, hakaret ve yok etme planlarını gündeme koyulmuşlardır.

Şimdinin insanları da aynı…

Ben haklıyım’ tartışmasının altında inatlaşıp duruyor. Hiç ‘yoğurdum ekşi’ diyen yok… Ha bire kibir, ha bire gurur… Adeta insanların eteklerinden dökülüyor.

Müşriklerin ileri gelenleri kendilerini Rab olarak görüyordu. Onlarında eteklerinden kibir ve gurur dökülüyordu. Kur’an buna şirk deyince, Mekke’nin tefecileri deliye döndüler.

Medine’ye İslam’ı yaymak için gönderilen, bir nevi Medine’yi Allah Resulünün gelişine hazırlayan ilk sahabe, Mus’ab bin Umeyr’dir. Allah Resulünün azadlı kölesi Zeyd ona İslam’ı tebliğ etmiş, O da bu tebliğ üzerine Müslüman olmuştu.

İşkence ve tehditlerden yılmadı. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed’e hayatı zindan etmişti. Müslümanlar da tehdit ve işkenceler altında yaşamak zorunda kalıyordu. Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin Müslümanlığı kabul etmesiyle birlikte Mekkeli Müslümanlar Medine’ye hicret etti.

Mus’ab, Mekke’nin zengin ailelerinden birinde yetişmiş 21 yaşlarında gösterişli, yakışıklı, siyah dalgalı saçlı, sokakta yürürken Mekkeli kızların pencerelere üşüştüğü bir genç…

Uhut’ta Hz. Peygamberin etrafında etten duvar örenlerin arasında, Hz. Peygamberin yanında ölümüne savaşan delikanlı Mus’ab…

Kılıç darbeleri ile sancağı tutan kolu kopunca, emaneti Hz. Ali’ye veren yiğit… Şehit olduğunda kefen bulunamadı…

Ne ilginç Ya Rabbi, Mekke’nin en zengin ailelerinden birinin çocuğunu saracak bir kefen bulunamadı. Rasulullah şehidler arasında gezerken Musab’ı gördü ve ağladı. Ayakları otlarla üst kısmı bir parça bezle örtüldü, bu şekilde gömüldü.

İşte, inanırsanız İslam Dini budur. Mülksüz yaşamak, kefensiz ölmek

Acaba, Mus’ab’a ölümü böylesine göze aldıran şey neydi?

Sakın Hz. Peygamber’e verilen ‘Kevser’ bu olmasın? Bu çokluk, bu nimet, bu devlet, Mus’ap’lar olmasın?

Gördüğüm kadarıyla, bu yiğitlerin fedakârca yaptıkları çalışmalar, rahmet olup yağdıkça, İslam’ın temelleri kök salmaya devam edecektir! Hiç şüphem yok ki; Allah’ın Peygamber’ine ihsan edilen Kevser buydu…

Kur’an ayetlerini okuma ve yayma faaliyeti için Medine’ye gönderilen Mus’ab’ın ahlakı, dürüstlüğü, yiğitliği ve mertliği ile İslam yeni bir genç, yeni bir insan tipi ortaya koymuş oluyordu.

Mus’ab,  haftada bir gün Medine’nin bir yerinde toplantı düzenliyor, coşkulu konuşmalar yapıyor ve bu sayede Medine’nin her evinde İslam konuşuluyordu. Toplantıları cuma günleri yaptığından dolayı Hz. Peygamber bu toplantıları sürdürdü ve kalıcı hale getirdi.

Demek ki Medine’nin ve İslam binasının harcında Mus’ab gibi sahabe gençliğinin alın teri, kanı, ruhu, vicdanı ve iman diriliği vardır.

Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ilk sözleri şu oldu:

‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!’

(İbni Saad; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred).

 İlk yapılan şey de kardeşliğin ilanı oldu. Enes bin Malik’in evinde toplanan sahabeler, “Şu şununla, bu bununla” diyerek kardeş yapıldı. İkişerli kardeş yapılan sahabelerin sayısı 100’ü geçmekteydi.

(İbni Saad; Tabakat).

Mekke’den hicret edip Medine’ye gelen Müslümanların evlerine guruplar halinde yerleştirildi, öyle ki, bir koyunun sütünü on kişi bölüşüp içti…

(İbni Abdulber; İstiab).

İşte yedinci yüzyılda insanlık âleminde bir devlet ve toplum görünümünde tezahür eden İslam’ın kökleri bunlardır.

Sevgi, merhamet, kardeşlik, adalet anlayışı

Daha sonra gelen ayetlerin özü bu değerleri ete kemiğe büründürmekten ibarettir. Allah Resul’ünün mesajında sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalet yatmaktadır.

Görüldüğü gibi bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı çağımızda, tek Allah’a inananlara, dava insanlarına büyük işler düşüyor! 

Yani Sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalete dayalı yeni bir medeni hayat kurmak…

Şu an çağımız, tıpkı Mekke’de olduğu gibi bir zamanı yaşıyor.

Her çağın öyküsü kendi çağında yazılır. Gelin çağın vicdanına bu öyküyü birlikte yazalım.

 Sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalete dayalı kuracağımız yeni medeni hayatımız hayırlı olsun.

Üzülerek görüyorum ki bu yönetim anlayışında rüşvet, emanet, hıyanet, zimmet, yolsuzluk, yetimin malına el uzatmak, daha kolay olmakta ve önlem daha zor alınmaktadır.

Mahmut AKYOL

 

 

 

İTİKATTA ALLAH, AMELDE MAMON DİYENLER!

logo5

İTİKATTA ALLAH, AMELDE MAMON DİYENLER!

Hasan-ı Basri, ‘Her ümmetin bir putu vardır bu ümmetin putu da maldır.’ Der.

Hz. İsa’nın dediği gibi ‘Hiç kimse iki efendiye birden kulluk edemez, ya Allah’a iman eder, ya Mamon’a (paraya) tapar!’

O halde herkes sırtındaki yükleri boşaltarak dine girmelidir.

Kur’an’ın ilk suresi, neden zenginlik ile tuğyan arasında ilişki kurarak başlamıştır?

Kur’an’ın ilk kıssası neden ‘Bahçe sahipleri’ kıssası olmuştur?

Bakara suresi 219. Ayetinde neden ‘İhtiyacınızdan fazlasını verin’. Demiştir de birazını verin dememiştir?

Çünkü vermek, keyfe kalmış bir şey değildi. İhtiyaç fazlasını vermemek, servet hırsızlığı yapmak demekti. Bu dinen haramdır…

Peki, insan üzerinde haram olmayan nedir?

En fazla bir ev, bir binek olabilir. Bundan fazlasını ya bir işe yatırmalı ya da infak etmelidir.

İbn Teymiye, ‘Bir ülke işgale uğradığında direniş göstermek farzdır. Direnmeyenler haysiyet ve şereflerini kaybederler.’

Bugün sol dünyada Allah’ın, dini dünyada yoksulun sesi duyulmuyor!

Acaba neden?

 ***

Ey Müslümanlar!

Her sayfası ‘Lehu’l-Mülk’ le damgalanmış Kur’an’a yönelin… Hele bugünlerde daha çok yönelin…

Ey insanlar!

Eğer vicdanınız varsa; İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in davetine icabet edin… Hele bugünlerde daha çok icabet edin. Bu davetlerde ‘mülkiyet’ savaşlarını rahatlıkla görürsünüz!

Kur’an ‘Mülk Allah’ındır’ der. İnsanoğlu hiçbir şeyin sahibi değildir. Sahip olduğu tek şey, kendi ‘emeğidir. Bu sebepten, insan emeğinden hesaba çekilecektir.

Bu durum Âdem kıssasında şöyle anlatılır. ‘Şeytanın insandaki dürtüsü, şecere-i huld ve mülk-i la yeblâ’ dır.

Kur’an, Şeytanın insanı aldatan şeyin bu olduğunu söyler. Yani ‘son sınırına kadar toplamak (Şecere-i huld) ve ‘yıkılmayacak bir servet ve iktidar sahibi olmak (mülk-i la yeblâ)

Bunu Şeytan, insana dört yönden yaklaşarak gerçekleştirir. Sağdan (siyaset/iktidar), soldan (servet), önden (şehvet), arkadan (şöhret).

Bunlar; insanın haz ve güç kaynaklarıdır. Fakat bunlarla şeytan, insanı yapısı gereği hep aldatmıştır.

Kıssalar, tabiat tasvirleri, cehennem tehditleri, cennet müjdeleri hep Mülkle alakalı olarak anlatılmıştır.

İnsanların hayatta kurmuş oldukları düzen ‘kibre, hırsa, haset ve haksızlığa’ dayalıdır.

Allah, insanı iradi bir yol çizsin diye akılla yaratmıştır. İnsanın sorumluluğu kendine ait davranışlarıdır. Davranış, fiil, iş ve oluş insan kaynaklıdır.

Allah kullarına vakti, şekli ve miktarı belli ‘nusuklar’ bildirmiştir ki, bunlarla insan ‘iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa’ gitsin…

Eğer yapılan nusuklar insanı ‘iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa’ götürmüyorsa, o zaman; insan ziyandadır demektir…

Bu bakımdan insan dünyasını infak, zekât, tasadduk, hayr, karz-ı hasen, İsâr, namaz, oruç, hac, zekât ve cihat vs. Kavramlarla doldurmalıdır. Değilse insan, hem dünya ve hem de ahirette hüsranda kalacaktır!

Din; var olan durumlarda bazen bir protesto, bazen bir mazlumun içli feryadı, bazen de kalpsiz dünyanın kalbi olur! Eğer bu anlayışla hareket edilirse, Müslümanlar için dünya bir umut, bir cennet ve bir adalet yurdu olur…

Adalet, eşitlik, emek ve özgürlük devlette ve iktidarda önce gelir. Zaten devlet ve iktidar bunlar için vardır. Devlet bu kavramlarla çeliştiği an meşruiyetini kaybeder.

Bir misal verelim:

Yurdumda banka soyana hırsız deniyor da, banka kurana neden denmiyor?

Şaşıyorum buna…

  • Durum bu iken faiz kurumları nasılda İslam dünyasında kol gezebiliyor?
  • Kapitalizme abdest aldırırsanız, pek ala Faizle Müslüman uyuşabilir.
  • Tefecilik, emeği ile geçinenlerin ellerindeki servet ve parayı sömürmektir. Bugün dünya ekonomisi dediğimizin temeli, borç ve faiz üzerine kurulmuştur…
  • Borç ve faiz sarmalında insan köleleşmiştir. Böyle bir dünya ruhsuzdur, kalpsizdir. Onun için Kur’an ruhsuz dünyaya kalp olmak için inmiştir.
  • İnsanın şehirlisi, köylüsü, kadını, erkeği açgözlü, bencil, korku ve tasa içindedir.
  • Bunu düzeltecek olan tek şey, din ve ahlaktır.
  • Dünya hayatı geçici bir faydalanmadan ibarettir. Eninde sonunda insan ölecek, sonunda toprak olacak…

Aslında insanoğlunun yeryüzündeki hikâyesi iki korkuyla başladı.

  1. Dışsal korku, iktisadi ve siyasi korku
  2. İçsel korkular ölüm, tasa, intihar, hiçlik

Onun için burada maneviyat önemlidir. Yeter ki din, ahlak ve maneviyat afyon olmasın.

Cemaat’ in ne olduğu namazda, safta, Hac’da ki tavafta belli olur. İnsan safta eşitlenir, tavafta rütbeleri sökülür…  

Tavafta her tür kavmiyet, milliyet, mülkiyet ve hatta cinsiyet ortadan kalkar. O zaman Tavaf tam bir eşitlik gösterisine dönüşür.

İşte İslam’da cemaat budur, böyle de olmalıdır. Hz. Muhammed’in cemaati böyleydi.

Hz. Muhammed kendi cemaatinin arasına karıştığında, dışarıdan gelen biri Muhammed hanginiz diye sorardı.

O’nun oturduğu bir makamı, giydiği özel bir kıyafeti yoktu.

Hz. Muhammed kimseyi sürekli bir makama getirmezdi. Her namazda imam, her savaşta komutan, her seferde vekil değişirdi. Ebedi ve tapulanmış makamlar yoktu.

İçeri girince kimseyi ayağa kaldırmaz, kimseye elini öptürmez, arkasından kalabalığın yürümesine izin vermezdi!

Cemaatine sürekli şekilde infakı emrederdi.

En son Hz. Muhammed vefat edeceği zaman, Hz. Ayşe’ye:

Yedi dirhem gümüş vardı o ne oldu, hemen git onu infak et’ demiş, Hz. Ayşe’de gitti, evde unutulmuş olan yedi dirhem gümüşü aldı ve infak etti.

Bunun üzerine Hz. Muhammed:

Allah’ın huzuruna üzerimde mülkiyet olduğu halde çıkmaktan hayâ ederim’ dedi.

Namazdan sonra yüzünü cemaate döner ve bir derdi olan var mı diye sorardı. Bunu sürekli yapar, dertlerini dinler, acılarına ortak olur, elinde ne varsa bölüşürdü.

Şimdiki cemaatler, tarikatlar ve ileri gelenler böyle mi?

Mahmut AKYOL

 

‘KUR’AN’I HAYATIN İÇİNE TAŞIMAK VE KUR’AN ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK…’

logo5

‘KUR’AN’I HAYATIN İÇİNE TAŞIMAK VE KUR’AN ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK…’

Dua, yazılmış sözlerin bir tekrarı değildir.

Dua, zalimin yüzüne karşı mazlumun hakkını savunmaktır.

Dua, hayatın içinde yapılanlardır.

Dua, bir yaşam biçimidir.

Dua, sadece Allah’a tazarrudur.

Velhasıl Kur’an’ın kendisi bir duadır.

***

Fakat Kur’an’ı Kerim, ölülerin başında okunduğu müddetçe, onu nasıl anlayabiliriz?

Kur’an’ı Kerim, insanın dünyadaki meselelerini çözmek için gönderilmedi mi?

Gönderildi de, insanoğlu sorumluluktan kaçıyor. Kaçarken de işi kadere veya bir başkasının üzerine atarak kurtulacağını zannediyor!

En büyük yanlışımız burada…

Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme! Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma! Günahlarımızı affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen yüce mevlamızsın, hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et!’

Bakara Suresi 286 Ayet

***

Kur’an’ı Kerimin bazı kavramlarını yeniden tanımlamamız gerekiyor. Mesela ibadet kavramı bunlardan biridir.

İbadet, sadece namaz, oruç, hac vs den ibaret değildir. İbadet, hayatın içinde olan ve insan tarafından yapılan her şeydir. (Muamelat)

Namaz bir Kur’an kavramı değildir. Farsçadan İslam Kültürüne geçmiştir. Kur’an kavramı Nusuktur. Menasiklerde Allah’ı çağırmak, Allah’a yalvarmak, eğilmek ve yere kapanmak vardır.

Namaz ‘Salât’ Kur’an’ın en temel kavramıdır. Bunun yanında ‘Salât’, ‘Yardımlaşmak, dayanışmak ve destekleşmektir.’

Demek ki Salât kavramı, sadece Namazı kastetmiyor!

Hayata bakıldığında görülecektir ki dinin direği, doğruluk ve dürüstlüktür.

Çünkü Namaz içte yapılan, doğruluk/dürüstlük ve adalet de dışta kalan şeylerdir. Onun içindir ki, sosyal hayatı ayakta ve dengede tutmak, adaleti zorunlu kılar.

Allah’ın vahyi, kıyamete kadar elimizde olacağına ve insanoğlunun sorunlarına ışık tutacağına göre, onu dilden dile değil, çağdan çağa yorumlayıp taşımak ve akletmek gerekir.

Kur’an’ı en iyi anlayan Resul Allah (as) olduğuna göre, onun ne yaptığına bakmak, bizim de Kur’an-ı ete/kemiğe büründürmemiz gerekir.

O halde Kur’an hakkında tefekkür duadır ve düşünmek farzdır.

***

İmam-ı Şafii üç ayetten ibaret Asr Suresi için şöyle demiştir:

Kur’an’ı Kerim, kitap olarak gelmeseydi de, sadece Asr Suresi gelseydi, bu surenin içeriği tüm insanlık için yeterli olurdu.’

Mevdudi ‘Tefhimu’l-Kur’an’da’ günümüzün Müslümanlarının Kur’an’ı nasıl okuduğuna dair şöyle bir misal verir:

Kralın biri yanındakilerden kendisi için bir bardak su ister. Yanındakiler de diğerlerine dönerek, ‘Kral su istedi, Su getirin, su getirin’ derler.

Onlarda emri, zikir çekercesine tekrar ederler. Güya kralın emrini yerine getirirler. Sonunda kimse Krala bir yudum su getirmez.’

Demek ki ‘Asr’ Suresini ezberden bir solukta okumak, okumak değildir!

Yani Cenab-ı Allah’ın Kur’an’ı Keriminde ne demek istediği anlaşılmadan, gereği yerine getirilmeden, sadece teberruken okumak yeterli değildir!

Üzüldüğüm taraf şu ki; Müslümanlar İncil ve Tevrat gibi, Kur’an’ı kutsallaştırdıkça, Kur’an’dan uzaklaştılar. Bize bu anlayış, Tevrat’ı ve İncili tahrif eden Yahudilerden geçmiştir. İslam’da ise, Allah’tan başka kutsal hiçbir şey yoktur.

Hz. Resul ve arkadaşları, ‘Alak’ suresinde ki ‘Oku’ emrini bizim gibi ne anlamış ve ‘Asr’ Suresini bizim gibi ne de okumuşlardır.

Cenab-ı Hak, Resulüne ‘Kitabı oku’ dediğinde, Allah’u Âlem O, hayatı okumayı, meydan okumayı, eyleme geçmeyi, sorumluluğu yüklenmeyi, onu taşımayı ve insanları iyiliği, güzelliğe ve doğruluğa çağırmayı anlamış ve böyle de anlatmıştır.

Hz. Resul, ‘Oku’ emriyle memur olduktan sonra, O’nun yaptığı işlere bakın,

Hz. Resulün, Mekke’nin tefeci Bezirgânlarına karşı, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların ve çocukların yanında olduğu görülecektir.

Diğer yandan Kur’an’ı Kerim, Kıyamet Gününe kadar akıp giden zaman içindeki çağları, güneşi, ayı, yıldızları, yeri, gökleri, dağları, tarihi, zamanı, mekânı, harap olmuş şehirleri, viran olmuş uygarlıkları, insanoğlunun ellerini, gözlerini, kulaklarını Allah dile getirerek konuşturacaktır.

Allah, her şeyi her şeye şahit kılacak, asırları insanlardan, insanları da asırlardan soracaktır. Bu sorgulama mahal yeri, ‘Ahiret Günü’ dür.

Allah, Asr Suresiyle kullarına şöyle diyor:

  • Ey bütün çağlar, her biriniz dile gelin söyleyin; kendi çağını yaşamayanlar hüsrandadır!
  • Kendi çağı zulümle, kötülükle doluyken önceki veya sonraki çağlardan medet umanlar hüsrandadır!
  • Kendi çağında, zamanında ve ortamında iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmayanlar hüsrandadır!
  • Çağının zulümlerine karşı çıkmayanlar, hak ve adalet için bir araya gelmeyenler, zulüm ve kötülüklere direnmeyenler, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmayanlar hüsrandadır!
  • Onun için çağınıza müdrik olun, derdi olanın yardımına koşun, bihaber yaşamayın, ömrünüzü boşa geçirmeyin. Sonra hüsranda kalırsınız!
  • Çünkü yüz yıl sonra bugün yaşanılanların hiçbiri olmayacaktır. İnsanlık her yüzyılda bir yenilenecektir.

Maalesef Müslümanlar Asr suresini bu şekliyle anlamamış veya anlamış olsalar dahi işlerine gelmemiştir.

Hz. Resul ve arkadaşları bir araya geldikleri zaman iyilik, güzellik ve doğruluk için neler yapılabileceklerini, hak ve adalet için nasıl mücadele edeceklerini korkularının esiri olmamak için nasıl çözümler üreteceklerini, birbirlerinin acılarını ve dertlerini nasıl paylaşacaklarını düşünürlerdi.

Sahabeler nerede bir araya gelseler, hemen orada bir sevgi ve merhamet yumağı oluştururlar, birbirlerine canlı, diri bir ruh katarlardı. Yüzlerindeki parıltıdan, gözlerindeki ışıltıdan, dudaklarındaki tebessümden, kalplerindeki atışla bir birlerine sevgi ve merhamet yayarlardı.

İşte onlar Asr Suresini böyle okudular, anladılar ve anlattılar…

Peki, ya siz?

Mahmut AKYOL