İSLAM, LÜKS İÇİNDE YAŞANMAZ!

logo5

İSLAM, LÜKS İÇİNDE YAŞANMAZ!  

SEVGİ VE MERHAMETİ SONSUZ ALLAH’IN ADIYLA

  1. Biz insana iki göz vermedik mi?
  2. Bir dili ve iki dudağı yok mu onun?
  3. Ona yürüyeceği iki yol gösterdik.
  4. Fakat o zor gelene yaklaşmadı.
  5. Bilir misin nedir zor olan?
  6. Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak…
  7. Zor zamanda vermek…
  8. Öksüzün başını okşamak…
  9. Düşmüşün elinden tutmak…
  10. İman etmek, güçlüklere göğüs gerip acıları paylaşmak, sevgi ve merhamet yumağı olmak…
  11. İşte erdemliler bunlardır.
  12. Kâfirlik edenler ise şer odaklarıdır.
  13. Onların ateşe atılıp üzerlerine kilit vurulacak.”

(BELED SURESİ 8-20 ayetleri)

Bu ayetler karşısında insanoğlu, dehşete düşmüştür

***

Surenin ilk ayetlerinde Mekke, mecaz olarak dile getirilmiştir:

  • Dile gel ey insanlığın kalpgahı Kâbe, söyle; niçin kuruldun?
  • Âdemi, Havva’yı, İbrahim’i, İsmail’i, Hacer’i anlat bize; yıllar yılı gölgende kimler barındı?
  • Anlat ki; insanlık dertlerinden kurtulsun!
  • Anlat ki; insanlığın uyanışı, dirilişi ve inşası yeniden başlasın!
  • Anlat ki; insanoğlu, peygamberlerin müjdeleriyle yeniden buluşsun!

Fakat üzülerek söylemeliyiz ki bugün; insanlık son ilahi vahyi ne anlıyor ve ne de adaleti kavrıyor! Anladığı tek şey, sadece günahlarının üstünü küllemekle meşgul oluyor…

Elbette ki tezkiye ‘temizlik’ yapmak önemli ve akıllı bir davranıştır. Allah’tan rahmet, bereket ve mağfireti talep etmek güzeldir.

Fakat iş, Kapitalist hayatı, terk etmeden tezkiye yapılamaz ki!

Dahası Mamon’a kul olmayı terk etmeden tezkiye olunamaz ki!

***

Batı’nın Gizli Silahı Oryantalistler, ‘İslam’ın gelişmesi ve yayılması Müslümanlara bırakılmayacak kadar önemlidir!’ Demişledir.

  • Şimdi İslam Düşmanlarının, ‘ihanet planlarını’ tarihin çöp sepetine atma günüdür!
  • Yeter ki Müslümanlar vehim, korku ve kuşkularından kurtulsun!
  • Yeter ki Müslümanlar bu kavramlarla düşmanlarını beslemiş olmasın!

***

Hiç unutulmasın ki; Şeytanların, kâfirlerin ve münafıkların hilesi hiç de güçlü değildir! Bu durumu Allah, kullarına Ankebut (örümcek ağı) Suresiyle anlatmıştır.

  • Şeytan ve düşmanın güçlü kılan bizlerin zaaflarıdır.
  • Yani Müslümanlar, ‘siyasete, servete, şöhrete ve şehvete’ olan düşkünlüğü ve hırslarından kurtulduğu gün güçlü olacaktır!
  • Ey Müminler, bu prangalardan kurtulmanın yolu, insanın sağduyulu olmasından geçer!
  • Ey Müminler, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü iyi anlayın!
  • Ey Müminler, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in okuduğu gibi okuyun, yani teberrüken değil, tefekküren okuyun!
  • Ey Müminler, Sözün namusu için yaşayın!
  • Ey Müminler, Hayatı tüketirken ahlaklı yaşayın ve her işinizde adaleti gözetin!
  • Ey Müminler, Hayatı sezgiyle değil, akıl ve vicdanla kavrayın!
  • Ey Müminler, İşte o zaman İslam, ete kemiğe bürünmüş olur…
  • Ey Müminler, Demem o ki, sadece dünyaya ayak basmak yeterli değildir…
  • Ey Müminler, Sadece sahada top dolaştırmak, galibiyet için yeterli değildir…
  • Ey Müminler, Kazanmanın yolu iyi, güzel, doğruluk içinde çalışmak ve adil olmaktan geçiyor…
  • Ey Müminler, İslam, Lüks içinde yaşanmaz…
  • Ey Müminler, Çünkü İslam insan için bir hedef, bir davadır. Davalar acılar içinde doğar ve aynı minval üzere yaşar!
  • Ey Müminler, Lüks içinde yaşam, kişiyi cimrileştirir. Cimrilik hayatın kablolarını yanlış bağlamaktır. Böylece yanlış, yanlışı doğurur.

***

Mutluluk paylaşmakla olur! Bugün İnsan yeryüzünde elinde olanı paylaşamadığı için, kötülük yeryüzünü istila etmiştir! Paylaşmak akıl, vicdan, sağduyuya sahip insanların becerdiği asil bir davranışıdır.

İnsanoğlunda ‘iman’ dibe vurduğunda insan insanlıktan çıkar, gücü yeten yetene noktasına gelir… Aslında İslam’ın ekonomik ve politik duruşu, yanlışlarının ‘Reddi’ üzerine kuruludur!

Olaylara daha geniş açıdan bakılacak olunsa; doğa, toprak, ateş ve su kime ait olduğuna bakılmalıdır. O bizi İslam’la şerefli kılan Allah’tır!

Bizden helal emek, alın teri isteyen Allah’a hamdolsun… Allah’ın malı “Lehu’l Mülk” üzerine oturarak nasılda şirke düşmüşlerdir. Bu şirk sahipleri dünyayı yönetmeye çalışırken aslında dünyanın dengesini bozmuşlardır.

İktidarlarını elde tutmak için Makyavelist tüm yöntemleri kullanmakta, insanlara korku nöbetleri yaşatmaktadırlar. Dün karşılarına dikilen Hak ve Özgürlük savunucuları Peygambere ne söylendilerse, bugün de aynısı söylenmektedir.

Günümüzün tefeci bezirgânları diyebileceğimiz bankalar, halkın % 85 zora sokmuş, garip, yoksul, düşkünlük sınırına getirmiştir. Halkın fazlası kredi kartı kullanıyorsa, ömrünü kira ve borç ödemek için tüketiyor…

Bu insanlar haram hayat yaşamaktan kaçınmıyor… Bu insanlar kul hakkı yemekten kurtulamazlar…

Bu düzende kamu imtiyazı kullanmadan, tekeli oluşturmadan zengin olunamaz…

Zengin olmak aslında insanı korkutur!

Zenginlik insana uykuyu haram eder. Kapılara kameralar koydurur, kilit üstüne kilit vurdurur, İnsana caddelerde, sokaklarda güven içinden gezdirtmez ve sahip olunan bir avuç para insanı köle yapar.

Kur’an bu sosyal düzeni şiddetle reddeder!

Reddin yanında safını belirleyene selam olsun!

Mahmut AKYOL

LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

logo5

LEHÜL MÜLK, LA İLAHE İLLALLAH!

Hz. Âdem’den beri yeryüzü mabetsiz ve mabutsuz bir an yaşanmadı.

Bu sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın kullarını terk etmediğini ve başıboş bırakmadığını gösterir.

Her toplum kedine göre bir mabede ve mabuda ihtiyaç duymuştur. Kıyamete kadar da bu duymaya devam edecektir.

***

Allah kullarına iki yol göstermiştir.

Bu yollardan birisi iyi, güzel ve doğru olan yoldur. Bu yol insana tavsiye edilmiş, diğeri de edilmemiştir.

Çünkü bizim inandığımız Allah, kullarına sıkıntı çektirmekten zevk almaz! Zevk alma yöntemi Yunan mitolojisinin ve Yahudi kültürünün bir ürünüdür.

Allah, her şeyden önce kulunun iyi bir Müslüman olmasını ister. İnsana bu istek bir teklifidir.

Allah, iyi bir Müslüman olmanın yollarını Kerim Kitabında detaylı bir şekilde açıklamıştır.

Bu yol, Sırat-ı Müstakimdir.

***

Allah kullarını Müslüman kimliğiyle şereflendirmiştir.

Yani Allah, mümin kullarını saf bir yürek temizliği içinde olmasını, her türlü kötülüğe karşı aktif bir mücadele etmesini ister ve bundan ziyadesiyle razı olur.

Bu yolun nasıl olması gerektiğini Allah, elçilerinin hayatlarından örnekler göstererek yapar.

Yani dinin özünün nelerden ibaret olduğunu gösterir.

Allah, Müslüman’ın sosyal çevreye ve tabiata karşı duyarlı olmasını ister.

Eğer Allah’ın yanında ki değerini bilmek istiyorsan, önce sizin yanınızda O’nun değerine bakacaksın!

***

Bakın hiçbir devlet gücü olmadan yeryüzünde, insanlar arasında yayılan tek din, İslam’dır.

İslam’ın sahibi Allah’tır. Yine Allah İslam’ı, insan için fıtrat yapmıştır. Bu bakımdan Allah nurunu inanan kulları üzerinden tamamlar.

***

Hz. Peygamber’in en azılı düşmanı, Mekke’deki rahip Ebu Amir’dir. Ebu Amir, Kâbe çetesini Hz. Peygambere karşı suikasta kışkırtan kişidir.

Burada dine karşı din faktörü karşımıza çıkar…

Yani Ebu Amir, ‘Mescid-i Nebevi’ karşısına ‘Mescid-i Dırar’ı’ yaptırandır. Dahası Bizans’ı, ülkesini işgal etmeye davet edecek kadar gözü dönmüş birisidir.

Tarih boyunca ‘Hamanlar’ mülk, siyaset ve iktidar sahipleriyle birlikte hareket etmişlerdir. Aslında bu bir çelişkidir.

Yani hem dindar olmak ve hem de Allah’ın mülküne çöreklenmiş olanların yanında yer almak…

***

Allah meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmasının ne demek olduğunu anlatmak için; insanı namaza, zekâta, oruca, hacca, cihada yakınlaştırır.

Yani:

  • Müslüman, yaşayan bir din anlayışına sahip olmasını, teoride kalmış ve tapınağa sokulmuş bir din anlayışından uzaklaşmasını ister…
  • Dahası Müslümanın, Hz. Peygamber’in hayatına bakmasını ister…
  • Özgürlüğünü kaybetmiş köle ruhlu insanlar yaşadıkça, benliklerini de kaybeder.
  • İşte Allah’ın insanlara gönderdiği din burada kendini gösterir.
  • Fekku Ragabe’(kölelere özgürlük) sözü burada devreye girer.

Şimdi burada bizim din anlayışımızı sorgulamamız gerekir.

  • Acaba bizim din anlayışımız bir Hindu din anlayışından, bir Yahudilikten ve bir Hıristiyanlıktan ne kadar farlıdır?
  • Acaba bizler de başkalarının din anlayışına baktıkları gibi mi İslam’a bakıyor ve İslam’ı ‘dinlerden bir din’ olarak mı görüyoruz?
  • Acaba biz de mi, onların dediği gibi; ‘din ayrı, dünya ayrı’ diyoruz?

Bu karmaşıklıktan kurtulmak için, İslam’da dini düşüncenin yeniden inşası gerekir. İnşa etmek demek, İslam’ı yeniden yapılandırmak demektir. Bundan başka bir şey kastetmiyorum. Ben buna, dinin yeni dili diyorum.

***

Toplumlar süratle değişiyor. Değişen toplumun ihtiyaçları değişiyor. Din, bu ihtiyaçlara cevap vermek zorunda…

Eğer bize din, dünya için gerekli ise, Muhammet İkbal’in dediği gibi yeniden akıl, ruh ve gönül dünyası kurulmalı diyorum.

Çünkü Batı hayatına akıl, Doğu hayatına ruh hâkim olmuştur. Bundan böyle din ve dini hayat denilince aklımıza tek başına dini ayinler gelmemelidir…

Hak, hukuk, adalet, işgaller, zulümler, tecavüzler, yoksulluk, yolsuzluk, sokak çocukları, özürlüler, açlar, susuzlar, giderek artan boşanmalar, dağılan aileler, işsizler, zam, zulüm, işkence, plansız şehirleşme, trafik, gecekondu, sanat, edebiyat, şiir, felsefe, müzik, sinema, tarih, tabiat, uygarlık vs de gelmelidir.

Bu kavramlar akıl, ruh ve aşkla yoğrulmalıdır.

Yine Müslüman zihin kavramında yer alan dinin içi sadece ‘cami, ezan, kandil geceleri, türbe, şeyh, yeşil sarık, başörtüsü, cin, peri, masal, mucize, kehanet, sır, musalla taşı, mezarlıktan’ ibaret sayılmamalıdır…

Modern dünyada din anlayışına böyle bakılabilir, din böyle anlaşılıyor olabilir.

Diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri olabilir; fakat Müslümanlar dine böyle bakamaz ve bu şekilde onları taklit yoluna gidemez…

Dine ve din anlayışına böyle bakanlar elbette ki, ‘Kisra’ karşısına çıkan sahabenin ‘İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten (onlara kulluk ve kölelik yapmaktan) kurtarmaya geldik’ sözünü anlayamazlar.

Konuya yeniden dönecek olursak din:

Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır.

Yedinci yüzyılda dünyanın Batısına ve Doğusuna hâkim olan Bizans ve Sasani imparatorluklarının saraylarında yankılanan ses budur.

Onlar için bu ses çok büyük bir tehdit ve tehlike olmuş, sonunda korktukları başlarına gelmiştir.

Bu günde Müslüman’ın tek gücü yine budur. Yani, Lehül Mülk, La İlahe İllallah’tır. Yeter ki bu kavramlara inanmanın ötesinde güven duyulabilsin…

‘Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.’

(Nisa, 4/136)

Din, hava gibidir. Her yerde görünür, herkes ona muhtaçtır.

Onun için diyoruz ki din, gereklidir ve hayatın içinde mutlak surette görünür olmalıdır.

Mahmut AKYOL

KAVRAMLARIN DİLİ VE MÜNAFIKLIK

logo5

KAVRAMLARIN DİLİ VE MÜNAFIKLIK

 ‘….Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, de ki ihtiyaçtan fazlasını……’

(Bakara 219 Ayet)

Salât’ın Zekât’la birlikte geçtiği yerler, Kur’an’ı Kerimin belkemiği yerleridir!

Zekât sınırlandırmak, dondurmak ve kırkta bire indirmek değildir. Bu Zekâtın ruhuna uygun düşmez!

Zekât, ihtiyaçtan fazla olan şeydir ve onu vermek asıldır. Vermedikten sonra dünya malın olsa neye yarar.

*

Salât’ın karşılığı ‘destek, yardım ve dayanışmaktır.

Salât insan için kullanıldığında, ateşe odun atmak gibidir. Ateşin sönmemesi için ateşe odun atmak ne ise, Salâtı kime yapıyorsanız desteklemekte odur.

Mesela binlerce dernek isminden bahsedilebilir. Bu dernek isimlerinin sonu hep ‘Yardımlaşma, Dayanışma’ şeklinde biter. Benimde söylemek istediğim ‘Salât’ tam da budur.

Kur’an’ı Kerimde namaz anlamına gelen kavram sayısı çok değildir.

Kur’an’da ‘Salât’ kavramı 130 yerde kullanılmaktadır. 10 yerde, tespih ve tenzih ile beraber geçer. Kalan 120 yerde ise yardımlaşma ve dayanışma anlamında kullanılır.

*

Kapitalist yaşamın olmazı ‘çıkar ve menfaattir’…

Kapitalizm batağında boğulan, tembellik uykusundan uyanmayan insanların hazin durumlarını kabul etmek cidden zordur…

İster kabul edilsin, ister edilmesin bu görüşler insan için sarsıcıdır…

Yeryüzündeki açlığı ortadan kaldırmanın yolu; ekonomik hayatı normale döndürmekten geçer…

*

Allah, Peygamberleri vasıtasıyla dini tebliğ etti! Onlarda, gönderilen dini önce kendileri yaşadılar, tutuşturdukları iyilik, güzellik, doğruluk meşalesinin sönmemesi için insanlara dini tebliğ ettiler!

Hz. Peygamber dedi ki:

Dikkat edin! Vücutta öyle bir yer vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi, o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin! O yer kalptir.’

Bu veciz sözden de anlaşılıyor ki, insanoğlunun davranışlarının özünde mutlaka iyi bir ‘niyet’ olmalıdır.

İnanmak; imanı zorunlu ve kalbin kabulünü gerekli kılar. İmanın en büyük göstergesi, ‘amel, iş ve davranıştır.’ Bunların da göstergesi, niyettir.

*

İslam’ın insanı şok eden bir iddiası vardır. Oda Ahiret günüdür. İnsanlar bu günde davranışlarından sorulacaktır.

Allah’a imanla birlikte bu gün sürekli tekrarlanır.

Tahrif edilmiş olan diğer dinlerde ‘Ahiret İnancı’ farklı boyutlarda şöyle anlaşılmıştır.

Hz. Peygambere karşı olanlar Müşrikler dediler ki:

Biz ölürüz, sonrada toprak oluruz.’

İsrail oğulları:

Günahımız olsa da, Rab Yahova bizim dışımızda kalan herkesi Cehenneme koyacaktır.’

Hıristiyanlar:

İsa Mesih bizim için kendini feda etti, bundan dolayı bizler günahtan beriyiz.’

Uzak Doğu:

Hint/Çin/Japon/Kore dinlerde, ‘Reenkarnasyon’ hâkimdir.

Bu konuda en doğru yaklaşım İslam’ındır.

İslam’a doğru inanmak için önce, kaynağına (Kur’an’a ve Sünnete) gitmek gerekir.

*

Doğru bir inanca kavuşmak doğru işle, doğru iş doğru niyetle olur.

Kur’an’ın birçok yerinde Salih amelden bahsedilir.

Hz. Peygamber buyurdu ki:

Sulh ve Salahın merkezi kalptir.’ Kalbi bozuk olanın işinde doğruluk yoktur. Toplumun huzuru için de adalete dayalı doğru ‘’ ve ‘ahlak’ gereklidir.

Demek ki Allah’ın öngördüğü Dar-us-Selam demek, fitneden uzak olan bir kalp, samimi bir niyet ve doğru işler demekmiş…

Takvayı insan hayvan, bitki, doğanın yapısını korumakta aramalıdır. O halde takva, varoluşun hikmetini kavramak, doğayı çıkar ve menfaat adına talan etmemektir.

Değilse, yakasız gömlek giymek, sakal bırakmak, tespih çekmek takva ehli olmak değildir.

*

Kuran’da Allah mecaz, teşbih, kıssa, mesel ve kavram dillerini kullanarak  konuşur. Yani Allah, kullarının anladığı dilden konuşur.

Bu kavramlardan birisi ‘münafıklıktır’.

Sözü önemli kılan şey, Müslümanların infak ve cihat’a olan bakışlarıdır.

Yani ‘bir kişide infak arttıkça nifak, nifak artıkça da infak azalır.’

Bunun gibi Kur’an-ı Kerimde başka birçok kavram daha vardır:

Mümin, Müslüman, Sadık, Salih, sağır, kör, dilsiz, Karun, Haham, Ruhban, akılsız’ gibi…

Müslüman bunların bir kısmını gördükçe: “Bunlar beni ilgilendiriyor” der ve sevinir. Bir kısmı da gördüğünde de ‘Bunların benimle bir ilgisi yok’ diyerek tarihin derinliklerine gömmeye çalışır.

Hâlbuki bunların tamamı bizi ilgilendirir.

Kavramların tamamı bizi anlatmak için vardır.

Bunlar, yaşayan Kur’an’dır.

Her an ve her zaman biz olabiliriz’ demeliyiz. Kur’an’a tarihsel bir kitap gözüyle bakılamaz. Eğer böyle olsaydı, kime ne denilmiş ise o, orada kalırdı. Ancak yaşayan ve evrensel olan Kur’an açısından durum hiç de öyle değildir.

Münafık öyle bir kişiliktir ki; bir menfaat görünce hemen orada bitiverir. Ön sıralarda kendine ne yapar eder bir yer bulur.

Fakat iş; infak ve cihada geldiğinde ortalıktan kaybolur. Diğer bir ifadeyle münafık iki deliği olan tarla faresine benzer. Hangisinde sıkışırsa, hemen diğerine kaçar.

Kur’an’da anlatılan münafık kavramı Medine dönemi surelerinde geçer. Yani münafık Mekke’de yoktur.

Çünkü Mekke Müslümanların eziyet ve işkence gördükleri, can, mal ve fedakârlık noktasında bir birleriyle yarıştıkları bir yerdir. Medine döneminde ise münafık mantar gibi biter.

Çünkü Medine dönemi ‘iktidar, servet ve ikbal’ dönemidir.

Hz. Peygamberin yanına kadar sokulanlar, ‘Haydi savaşa!’ seslerini duyduklarında, birden bire kaybolurlardı.

Önceleri ‘Savaş için ayetler neden gelmiyor’ deyip duranlar, açık ve kesin savaşa izin veren ayetlerle karşı karşıya kaldıklarında şaşırıp kaldılar. Türlü bahaneler uydurmaya çalıştılar.

Onlar bizim Arap akrabalarımız, yakınlarımız, nasıl olur da onlarla vuruşuruz’. Dediler…

Bunlar yetmezmiş gibi ‘Hiç peygamber eline kılıç alıp savaşır mı? Onun işi insanları Allah’a ve Ahiret Gününe inanmaya çağırmak olmalı değil mi’? Dediler.

Münafıklığın, Muhammed Suresinde anlatılması da oldukça ilginçtir. Sure baştan sona ’Cihat’la başlar, infak çağrıları ile sonra erer.

‘…..kim cimrilik yaparsa kendine cimrilik yapmış olur. Allah zengindir, yoksul sizsiniz. Eğer yan çizerseniz yerinize sizin gibi olmayan başka bir topluluk getirir.’

Muhammed Suresi 38 Ayet

Tevbe’ suresinde münafıklığın genetiği çıkartılır. Sureyi okuyan bir Müslüman sure boyunca münafık olmak veya mümin olmak arasında gider gelir.

Üşenerek de olsa münafık namaz kılar. Allah’a ve Ahiret gününe inandığını söyler. Dini ritülleri (nüsukları) aksatmıyor görünür. İyi konuşur, inşallah, maşallah dilinden eksik olmaz. Din, iman nutukları atmakta oldukça ustadır.

Fakat iki şeyde yani cihat ve infak ta onları göremez ve bulmazsınız.

Münafık, sosyal ve ekonomik hayatta tevhide, birlik ve bütünlüğe, kaynaşıp güç olmaya hep karşıdır. Kendisini diğer insanlardan ayrı görmek ister. Kaybolmaktan, sıradanlaşmaktan korkar. Ayrı yerlerde oturmaya, tanınmamaya, bilinmemeye özen gösterir. Hep saraylarda, köşklerde yaşamak ister. Öyle ki Allah’ın verdiği mülkü asla paylaşmayı düşünmez. Ve eşit hale gelmekten hoşlanmaz.

Münafık; bir yandan Allah ne derse yaparım diye söz verir, fakat diğer yandan söylenilenleri görmezlikten gelir. Allah: “infak edin, temerküz etmeyin, ihtiyacınızdan fazlasını verin, paylaşın, rızık ve rızık kaynaklarında ki eşitliği bozmayın, Salih’in devesine dokunmayın” dedikçe o; bu emirleri hafife alır ve kulaklarını kapatır.

Mahmut AKYOL

ALLAH’IN RESULÜ GÜZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİ.

logo5

ALLAH’IN RESULÜ GÜZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİ. 

Kur’an’da ki emir ve yasaklar, herkesi ilgilendirir.

İnsanların aç bırakılması, toplumlarda telafisi imkânsız sıkıntılar doğurur. Bu sıkıntının başında; ‘ahlaksızlık’ gelir.

Ahlakın ekmekle, özgür yaşamayla, açlıkla yakın bir alakası vardır…

İnsanı aç bırakmak bir insanlık suçudur.

Tarih boyunca aç bırakılan insanların karşısında, hiç bir güç duramamıştır. Nice imparatorluklar aç ve sefil insanların kahredici darbeleri altında yıkılıp gitmişlerdir.

Vahşi kapitalizm, karın doyurmak pahasına etkisi altında tuttuğu yığınla insanı, sokaklara bir anda dökebilir. Birbirimize karşı duyduğumuz sevgiyi isterse bir anda yok edebilir.

Mazlumun ahı cihan yıkar.’ sözü boşuna söylenmemiştir.

Konuyu şöyle toparlayalım:

Toplumların sıkıntılarının başında; ‘ahlaksızlık’ gelir.

Allah, son din İslam’ı bunun için gönderdi. İslam, teslim olmaktır. Teslim esir olmak değil, sevgi duymaktır.

İslam, Allah’a güven duymaktır.

İnsanlar yardımlaşmak, dayanışmak ve destek vermek demek olan ‘Salât’ tan uzak düştüler.

Salât dinin direği ve dinin kendisidir.

Salâtta Namaz vardır. Namazda da kıyam, rükû, secde(yere kapanmak), dua (tazarru), ağlayarak yere kapanma vardır.

İbadet, hayatın içinde yürütülen her şeydir.

Babil, Sasani, Mısır, Roma, Bizans gibi eski dünyanın ‘Tanrı-Devlet Kralları’ ahaliye ‘kullarım, kölelerim’ diye seslenirlerdi.

Kendilerine de ‘Tanrı’nın oğlu, temsilcisi veya doğrudan Tanrı’ derlerdi.

Hâlbuki İslam, insanı kendi özgür iradesiyle baş başa bıraktı. İnsanı köle olmaktan kurtardı ve canı gönülden Allah’a yöneltti.

Nüsuk, toprakta ki bir ürünün bitmesidir. Yeşillenmek için nasıl gübre, yağmur, güneş ve hava gerekiyorsa, Müslüman için de nüsuk böyledir.

Yani Nüsuk, yeni ameller doğurmak demektir. Tıpkı namazda olduğu gibi…  

Eğer nüsuklarınız başka bir şeyin doğmasına, imkân vermiyorsa, o zaman çok kötü…

Kıyamet Günü yüzlere çarpılacak olan salât budur

İbadetlerde yer, zaman ve şekil belli değildir. Onu yapan herkes mutlaka farklı yapar. Hayatın içinde herkesin ibadeti başkadır. Hepimiz gece ve gündüz, durmadan başka tür ibadet ederiz.

İbadet su gibidir. Her yerden akar, her şekle girer. İbadet tarihin, hayatın ve tabiatın içinde canlı bir faaliyet olarak devam eder.

Eğer Allah bilinciyle (şuuru) yaşıyorsanız, ibadet ediyorsunuz demektir.

Ahlaklı yaşamak ibadetin kendisidir.

Bu konuda Allah’ın Resulü buyurdu ki:

Size hafif gelecek bir ibadeti söyleyeyim mi? O ibadet, güzel ahlaktır.’

İnsanı ayakta tutan şey ‘sevgi’, insanlığı ayakta tutan şey de ‘adalettir’. Sevgi ve adaletin kaynağı da ‘ahlak’tır. Ahlakın ortaya koyduğu değerler de Nusuklar ve ibadetlerdir

Allah görünen bir nesne olmadığı için, O’na yer ve mekân isnat edilemez!

Yani bir kulun yaşamının merkezinde sadece Allah olmalıdır. Allah’ın olmadığı hiç bir iş ve hiç bir yer yoktur.

Salih amel demek, insanın iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışması demektir. Salih amel, insan hayatının gayesidir.

Çünkü Allah kulunun sözüne, yüzüne değil, ameline bakacaktır.

Hasılı:

Teknolojik imkânlara sahip ülkeler güçleri sebebiyle, birbirine karşı ikiyüzlü, kahpe, kalleş, ahlaksız ve yalan davranışlar gösterirler.

Dünya Milletleri ‘Hakk/Batıl’ kavgası içinde bulunmaktadır. Bu kavganın bir tarafı Batı’dır.

Adına ister Kapitalizm, ister Sosyalizm, ister liberalazim, ister ulusalcılık, ister Beşinci Kol faaliyeti olsun, durum değişmez, hayatın sonuna kadar bu kavga sürecektir.

Müslüman Türk Milleti, hiçbir ayıklamaya tabi tutmadan ülkemize, ithal edilen Batı Düşüncesinin açtığı yaraları sarmakla meşgul…

Müslümanlar, Batı Düşüncesinin maddi gelişmesinden kurtulup, kendi zekâsına ve kendi dehasına hala güvenmiş değil…

İşin acı tarafı, Mankurt kafa sahiplerinden, devlet, siyaset ve ekonomi kurumları bugün hala kurtulmuş değil…

Batı Toplumlar, Doğu’ya hala acımasız bakıyor! Doğunun İslam coğrafyasının geriliğinin sebebi, Batının doğuya hala şaşı bakmasıdır…

Kur’an’dan anlıyoruz ki, Allah Resulü, ‘Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir.’

Allah Resulü ‘servet ve iktidar’ sahiplerinin yüzüne karşı Kelimei Tevhidi haykırmıştır.

İgradan maksat Allah’u Âlem budur!

Yani Allah Resulü o günkü şartlarda ‘Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, övgüye layık yalnız O’dur.’ Deme cesaretini göstermiştir.

İslam’a girmek isteyen biri önce, mülkün Allah’a ait olduğunu kabul edecektir.

Yani Hz. Muhammed’e söyletilen en hayırlı söz iyilik, güzellik ve doğruluktur.

Hak ve adalet için el birlik olarak, güçlüklere göğüs germek, zamanın kötülüklerine isyan etmektir.

Kur’an-ı Kerim’e hak ettiği değeri vererek, ‘bu Kitap bana ne diyor?’ diye üzerinde tefekkür etmektir.

Cehalet ateşini ilim ve hikmetle, düşmanlık ateşini kardeşlik ve muhabbetle, zulüm ateşini adalet ve merhametle söndürmektir.

Bir gün Allah Resulü mescitte hutbe irat ederken üç defa ‘Kahrolsun kânizûn’ (Kahrolsun biriktiriciler) diye tekrar etti. Öyle ki sesinin şiddetinden mescidin tavanına serili yapraklar titredi.

Bu halden korkan sahabeler dışarı çıkamaz, hatta üzerlerinde para taşıyamaz oldular…

Bu durumu Ömer, Allah Resulüne anlattı:

Ey Allah’ın Resulü bu durumda ne kadar malımız olabilecek?’ Diye sorması üzerine şu cevabı aldı:

Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, dinine yardımcı olacak bir zevce.’

(İbn Kesir; Tövbe 34. ayet tefsirinden)

Üzülerek ifade etmeliyiz ki, paha biçilmez bir değer olan Kur’an’la Müslümanların arası açılmıştır. Müslümanlar ile İslam’ın arası giderek zayıflamaktadır.

Kur’an’ın yasakladığı birçok husus artık normal görülmeye başlamış, bu durumdan kimse rahatsız olmak istemiyor.

Ortalık; modernlik adına kibirden, gösterişten, israftan, yalancılık ve bencillikten geçilmiyor!

Öyle ki, riya bulaşmadık bir “Nüsuk” bile kalmamıştır!

İnsanlar bencilliklerinin esiri olmuş, hak ve hukuk rafa kalkmış, her şey yalnızca dilde kalmıştır.

Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmektir ilkesi insanlar tarafından unutulmuş ve yeryüzü kan gölüne dönmüştür.

İşte, içinde bulunduğumuz durum, bundan ibarettir!

Mahmut AKYOL

EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

logo5

EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

Şayet unutursan  sevgiden, merhametten, şefkatten yoksun kalırsın!

Korku ve ölüm insanı dünyada yalnızlaştırır.

Yalnızlık çekmemek ve ölümü öldürmek için, ölümsüz olanla birlikte olmak gerekir.

Yalnızlık ve ölüm korkusunu giderecek olan ‘Din ve ahlaktır’. Dinin ve ahlakın kaynağı, Kur’an’dır.

İnsana gönderilen ilk ayet, “oku” dur. Tefekküren okumak; insanı sıkıntıdan kurtarır.

Şehvete, şöhrete, servete ve siyasete dalmak, insanları birbirine düşürdü…

Mezarlıklarda binlerce yıldır değişmeyen derin din, bugün hala yaşamaktadır. Hâlbuki ölen birinin geri gelmesi Dinen mümkün değildir.

Allah; Ahiret Gününde insanların soyuna, kariyer ve konforuna bakmaz! Üsttekilere farklı, alttakilere farklı muamele yapmaz! Adaleti gereği herkese ‘kulum’ der ve eşit davranır!

Allah; Peygamberleri güce dayalı değil, söze dayalı tebliğ için göndermiştir. Yine Allah, korkutarak hiçbir kulunu inanmaya çağırmamıştır!

İnananlar İslam’dan uzaklaşınca, sorumluluktan da uzaklaştılar. Uzaklaştıkça da sorumluluğu Allah’a, Peygambere, Evliyaya, söze dayalı duaya havale ettiler…

***

Bu sebeple insanlar itibarsızlaştı. Ancak insan, fıtratına uygun yaşarsa itibarlı olur.

Müslüman’ın kaybolan itibarını geri getirmek için ‘Ümmet Birliği’ şarttır. Bu birlik din ve mezhep birliği değil, ekonomik ve siyasal bir yapıdır.

Daha önce bu birlik, Medine’de “adalet, doğruluk, dürüstlük” esası üzerinde kurulmuştur.

Müslümanlar, ‘Hilafetten’ sonra ‘Saltanat’ devrine geçince, itibarsızlık başladı. Ortalığı zulüm kapladı. Hırsızlık, ölüm, haksızlık arttı. Müslümanları kendi aralarında kibir ve bencillik sardı.

Bugün de öyle

Herkes her şeyi bildiği halde, gerçeği kabul etmiyor

Kibirli halleri insanlığı esir etti

Kur’an’ın beyanına göre Allah, dağları/taşları, yeryüzünü, denizleri, içindekilerini, ırmakları, ağaçları, üstünde biten meyveleri, topraktaki ayak izlerini, duvarları, dile getirip konuşturacaktır

Buna rağmen Emeviler, ‘ameli imandan’ ayrı saydılar. Hâlbuki Allah, iman ile amel arasında sıkı bir ilişki kurmuştur. Kur’an hep, ‘iman edenlerle Salih amel işleyenleri’ birlikte zikretti.

Şimdi nerede adalete dayalı bir iş, bir eylem varsa, nerede bir cömertlik, mertlik, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük varsa ve nerede yalan söylenmiyor, iftira atılmıyor, komşusuna iyi davranılıyorsa ve yoldaki bir taş kaldırılıyorsa; bilinsin ki orada Kur’an yaşıyordur. İşte o zaman İnsanlar itibara kavuşmuştur.

***

Kur’an’ı Kerimde, değişik zamanları anlatan olaylar vardır ki bunlara kıssa denir.

İlk kıssa Âdem’in kıssasıdır.

Cinayetler genel olarak ‘para, mal/mülk, tarla, namus’ vs. meselelerden çıkar.

Âdem kıssasında cinayet işlendiği açık, fakat niçin işlendiğini anlamak için Kur’an’ın başka bir kıssasına bakmak gerekir. Bu kıssa ‘Kalem’ suresinde anlatılan ‘Bahçe Sahipleri’ kıssasıdır.

Bahçe Sahipleri’ kıssası, Âdem kıssasındaki cinayeti, kendiliğinden ortaya çıkarıyor.

Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe tartışması yaşanıyor. Kur’an lisanına göre Kabil bahçe sahibi ve hırsa düşmüş biridir. Kabil azgın, sapkın ve zalimdir.

Şeytan; insana ‘Kabil’ dört yoldan ve yandan yaklaşır. Bu yaklaşımlar sebebiyledir ki ‘Kabil’ şeytana uyar ve İnsanoğlunun bu yüzden yeryüzünde ayağı hep kaymıştır…

Şeytan; insana şöyle vesvese vermiştir:

Mülk sahibi olacaksın, yıkılmayacak bir mülke kavuşacak ve ölümsüz olacaksın’ İşte insanı yardan uçuran bu vesvesedir…

Demek ki, Âdem kıssasındaki ‘ilk günah’, mülkiyet hırsından çıkmıştır. Şöyle ki:

Kabil’in Allah’a sunduğu kurban, Allah’a ‘yakınlaşma isteği’ Allah tarafından kabul edilmez. Sebebi, bahçesinden getirdiği ürünler; kendi çabasıyla değil, başkasının hakkından kendi mülkiyetine geçirdiği malların olmasıdır.

Kabil’in mal edinme biçimi ve mallarının hırsızlık ve gasp yoluyla elde edilmiş olması, kardeşi Habil’e ‘Bu bahçe benim, vermem’ demesindendir.

Hâlbuki Allah, mülkün nasıl elde edileceğinin yolunu belirlemiştir. “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 39)

Habil, Kabil’in bu kazanç biçimine karşı çıkar ve burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyler.

Habil, yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçların meyvelerinden, tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu, bunların kendisine ait olamayacağını söyler.

Habil, sadece emeğinin karşılığıyla yetinir, elde ettiği mallardan başkasına ait bir hak olduğu kabul eder. Yaptığı nüsuklar, hayırlar ve iyilikler Allah tarafından kabul edilir. Böylece Allah’a yaklaşmış olur.

Buradan da anlaşılıyor ki, ‘mutlak mülkiyet’ diye bir şey yoktur. Kişi maddeye şekil verebilir ama maddenin sahibi değildir. Maddeye şekil vermek emektir, emeğini bir karşılığı vardır ama madde, Allah’ındır.

Böylece ilk günah zina etmek değil, başkasına ait olan haklara ‘yasak ağaç’ tecavüz etmek oluyor.

***

Hâsılı:

Dinin, hayatın içinde olması gerekir, değilse o din ölüdür. Mesele bu kadar basit, ama anlayan yok.

Eğer bir din, tapınak veya mezarlıklarda yaşıyorsa ölü, hayata can suyu katıyorsa diridir.

Eğer bir din, devlet tarafından yönlendiriliyor, formatı ve kapsamı devletçe belirleniyorsa ölü, dinin sahibi tarafından kullarına kurtuluş için teklif ediyorsa diridir.

Eğer bir din, ‘Egemen Güçlerin’ kontrolündeyse ölü, insanlığa barış, huzur ve adalet sunuyorsa diridir.

Maun Suresinde, “Vay o namaz kılanların haline” denilirken, masal anlatılmıyor.

Namaz, Oruç, Zikir gibi nüsuklar, Allah ile kul arasında olur. Bunları yapmanız, elbette size bir şeyler kazandırır ve elbette sizi iyilik, güzellik ve doğruluk yapmaya yöneltir.

Doğru olanda budur.

Demek ki Dinin özü, baştan da söylendiği gibi adalet, dürüstlük, haksızlıklarla mücadele, ezilenin yanında olmak, yetimi hor görmeme ve açı doyurmaktır.

Önemli olan husus, burada zamanın sözünü bulup söylemektir. Çünkü her dönemin bir Ebu Cehil’i vardır. Bu bize dünyanın hep aynı yörüngede döndüğünü gösterir. Bu hal kıyamete kadar böyle devam edecektir.

Hz. Peygamberin yürüttüğü mücadele gençler, zayıflar, köleler ve fakirler arasında yankı bulmuştur.

Lakin Hz. Peygamber’den sonra; Arap kültürünün bir gereği olarak eski alışkanlıklarına dönmüşlerdir.

Hatta Hz. Ömer’i, Hz. Ali’yi kendileri için bir engel olarak görmüşler ve onları katletmekten çekinmemişlerdir.

Mahmut AKYOL