ALLAH’IN RESULÜ GÜZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİ.

logo5

ALLAH’IN RESULÜ GÜZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİ. 

Kur’an’da ki emir ve yasaklar, herkesi ilgilendirir.

İnsanların aç bırakılması, toplumlarda telafisi imkânsız sıkıntılar doğurur. Bu sıkıntının başında; ‘ahlaksızlık’ gelir.

Ahlakın ekmekle, özgür yaşamayla, açlıkla yakın bir alakası vardır…

İnsanı aç bırakmak bir insanlık suçudur.

Tarih boyunca aç bırakılan insanların karşısında, hiç bir güç duramamıştır. Nice imparatorluklar aç ve sefil insanların kahredici darbeleri altında yıkılıp gitmişlerdir.

Vahşi kapitalizm, karın doyurmak pahasına etkisi altında tuttuğu yığınla insanı, sokaklara bir anda dökebilir. Birbirimize karşı duyduğumuz sevgiyi isterse bir anda yok edebilir.

Mazlumun ahı cihan yıkar.’ sözü boşuna söylenmemiştir.

Konuyu şöyle toparlayalım:

Toplumların sıkıntılarının başında; ‘ahlaksızlık’ gelir.

Allah, son din İslam’ı bunun için gönderdi. İslam, teslim olmaktır. Teslim esir olmak değil, sevgi duymaktır.

İslam, Allah’a güven duymaktır.

İnsanlar yardımlaşmak, dayanışmak ve destek vermek demek olan ‘Salât’ tan uzak düştüler.

Salât dinin direği ve dinin kendisidir.

Salâtta Namaz vardır. Namazda da kıyam, rükû, secde(yere kapanmak), dua (tazarru), ağlayarak yere kapanma vardır.

İbadet, hayatın içinde yürütülen her şeydir.

Babil, Sasani, Mısır, Roma, Bizans gibi eski dünyanın ‘Tanrı-Devlet Kralları’ ahaliye ‘kullarım, kölelerim’ diye seslenirlerdi.

Kendilerine de ‘Tanrı’nın oğlu, temsilcisi veya doğrudan Tanrı’ derlerdi.

Hâlbuki İslam, insanı kendi özgür iradesiyle baş başa bıraktı. İnsanı köle olmaktan kurtardı ve canı gönülden Allah’a yöneltti.

Nüsuk, toprakta ki bir ürünün bitmesidir. Yeşillenmek için nasıl gübre, yağmur, güneş ve hava gerekiyorsa, Müslüman için de nüsuk böyledir.

Yani Nüsuk, yeni ameller doğurmak demektir. Tıpkı namazda olduğu gibi…  

Eğer nüsuklarınız başka bir şeyin doğmasına, imkân vermiyorsa, o zaman çok kötü…

Kıyamet Günü yüzlere çarpılacak olan salât budur

İbadetlerde yer, zaman ve şekil belli değildir. Onu yapan herkes mutlaka farklı yapar. Hayatın içinde herkesin ibadeti başkadır. Hepimiz gece ve gündüz, durmadan başka tür ibadet ederiz.

İbadet su gibidir. Her yerden akar, her şekle girer. İbadet tarihin, hayatın ve tabiatın içinde canlı bir faaliyet olarak devam eder.

Eğer Allah bilinciyle (şuuru) yaşıyorsanız, ibadet ediyorsunuz demektir.

Ahlaklı yaşamak ibadetin kendisidir.

Bu konuda Allah’ın Resulü buyurdu ki:

Size hafif gelecek bir ibadeti söyleyeyim mi? O ibadet, güzel ahlaktır.’

İnsanı ayakta tutan şey ‘sevgi’, insanlığı ayakta tutan şey de ‘adalettir’. Sevgi ve adaletin kaynağı da ‘ahlak’tır. Ahlakın ortaya koyduğu değerler de Nusuklar ve ibadetlerdir

Allah görünen bir nesne olmadığı için, O’na yer ve mekân isnat edilemez!

Yani bir kulun yaşamının merkezinde sadece Allah olmalıdır. Allah’ın olmadığı hiç bir iş ve hiç bir yer yoktur.

Salih amel demek, insanın iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışması demektir. Salih amel, insan hayatının gayesidir.

Çünkü Allah kulunun sözüne, yüzüne değil, ameline bakacaktır.

Hasılı:

Teknolojik imkânlara sahip ülkeler güçleri sebebiyle, birbirine karşı ikiyüzlü, kahpe, kalleş, ahlaksız ve yalan davranışlar gösterirler.

Dünya Milletleri ‘Hakk/Batıl’ kavgası içinde bulunmaktadır. Bu kavganın bir tarafı Batı’dır.

Adına ister Kapitalizm, ister Sosyalizm, ister liberalazim, ister ulusalcılık, ister Beşinci Kol faaliyeti olsun, durum değişmez, hayatın sonuna kadar bu kavga sürecektir.

Müslüman Türk Milleti, hiçbir ayıklamaya tabi tutmadan ülkemize, ithal edilen Batı Düşüncesinin açtığı yaraları sarmakla meşgul…

Müslümanlar, Batı Düşüncesinin maddi gelişmesinden kurtulup, kendi zekâsına ve kendi dehasına hala güvenmiş değil…

İşin acı tarafı, Mankurt kafa sahiplerinden, devlet, siyaset ve ekonomi kurumları bugün hala kurtulmuş değil…

Batı Toplumlar, Doğu’ya hala acımasız bakıyor! Doğunun İslam coğrafyasının geriliğinin sebebi, Batının doğuya hala şaşı bakmasıdır…

Kur’an’dan anlıyoruz ki, Allah Resulü, ‘Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir.’

Allah Resulü ‘servet ve iktidar’ sahiplerinin yüzüne karşı Kelimei Tevhidi haykırmıştır.

İgradan maksat Allah’u Âlem budur!

Yani Allah Resulü o günkü şartlarda ‘Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, övgüye layık yalnız O’dur.’ Deme cesaretini göstermiştir.

İslam’a girmek isteyen biri önce, mülkün Allah’a ait olduğunu kabul edecektir.

Yani Hz. Muhammed’e söyletilen en hayırlı söz iyilik, güzellik ve doğruluktur.

Hak ve adalet için el birlik olarak, güçlüklere göğüs germek, zamanın kötülüklerine isyan etmektir.

Kur’an-ı Kerim’e hak ettiği değeri vererek, ‘bu Kitap bana ne diyor?’ diye üzerinde tefekkür etmektir.

Cehalet ateşini ilim ve hikmetle, düşmanlık ateşini kardeşlik ve muhabbetle, zulüm ateşini adalet ve merhametle söndürmektir.

Bir gün Allah Resulü mescitte hutbe irat ederken üç defa ‘Kahrolsun kânizûn’ (Kahrolsun biriktiriciler) diye tekrar etti. Öyle ki sesinin şiddetinden mescidin tavanına serili yapraklar titredi.

Bu halden korkan sahabeler dışarı çıkamaz, hatta üzerlerinde para taşıyamaz oldular…

Bu durumu Ömer, Allah Resulüne anlattı:

Ey Allah’ın Resulü bu durumda ne kadar malımız olabilecek?’ Diye sorması üzerine şu cevabı aldı:

Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, dinine yardımcı olacak bir zevce.’

(İbn Kesir; Tövbe 34. ayet tefsirinden)

Üzülerek ifade etmeliyiz ki, paha biçilmez bir değer olan Kur’an’la Müslümanların arası açılmıştır. Müslümanlar ile İslam’ın arası giderek zayıflamaktadır.

Kur’an’ın yasakladığı birçok husus artık normal görülmeye başlamış, bu durumdan kimse rahatsız olmak istemiyor.

Ortalık; modernlik adına kibirden, gösterişten, israftan, yalancılık ve bencillikten geçilmiyor!

Öyle ki, riya bulaşmadık bir “Nüsuk” bile kalmamıştır!

İnsanlar bencilliklerinin esiri olmuş, hak ve hukuk rafa kalkmış, her şey yalnızca dilde kalmıştır.

Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmektir ilkesi insanlar tarafından unutulmuş ve yeryüzü kan gölüne dönmüştür.

İşte, içinde bulunduğumuz durum, bundan ibarettir!

Mahmut AKYOL

EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

logo5

EY İNSAN; RABBİNİ VE ÖLÜMÜ SAKIN UNUTMA!

Şayet unutursan  sevgiden, merhametten, şefkatten yoksun kalırsın!

Korku ve ölüm insanı dünyada yalnızlaştırır.

Yalnızlık çekmemek ve ölümü öldürmek için, ölümsüz olanla birlikte olmak gerekir.

Yalnızlık ve ölüm korkusunu giderecek olan ‘Din ve ahlaktır’. Dinin ve ahlakın kaynağı, Kur’an’dır.

İnsana gönderilen ilk ayet, “oku” dur. Tefekküren okumak; insanı sıkıntıdan kurtarır.

Şehvete, şöhrete, servete ve siyasete dalmak, insanları birbirine düşürdü…

Mezarlıklarda binlerce yıldır değişmeyen derin din, bugün hala yaşamaktadır. Hâlbuki ölen birinin geri gelmesi Dinen mümkün değildir.

Allah; Ahiret Gününde insanların soyuna, kariyer ve konforuna bakmaz! Üsttekilere farklı, alttakilere farklı muamele yapmaz! Adaleti gereği herkese ‘kulum’ der ve eşit davranır!

Allah; Peygamberleri güce dayalı değil, söze dayalı tebliğ için göndermiştir. Yine Allah, korkutarak hiçbir kulunu inanmaya çağırmamıştır!

İnananlar İslam’dan uzaklaşınca, sorumluluktan da uzaklaştılar. Uzaklaştıkça da sorumluluğu Allah’a, Peygambere, Evliyaya, söze dayalı duaya havale ettiler…

***

Bu sebeple insanlar itibarsızlaştı. Ancak insan, fıtratına uygun yaşarsa itibarlı olur.

Müslüman’ın kaybolan itibarını geri getirmek için ‘Ümmet Birliği’ şarttır. Bu birlik din ve mezhep birliği değil, ekonomik ve siyasal bir yapıdır.

Daha önce bu birlik, Medine’de “adalet, doğruluk, dürüstlük” esası üzerinde kurulmuştur.

Müslümanlar, ‘Hilafetten’ sonra ‘Saltanat’ devrine geçince, itibarsızlık başladı. Ortalığı zulüm kapladı. Hırsızlık, ölüm, haksızlık arttı. Müslümanları kendi aralarında kibir ve bencillik sardı.

Bugün de öyle

Herkes her şeyi bildiği halde, gerçeği kabul etmiyor

Kibirli halleri insanlığı esir etti

Kur’an’ın beyanına göre Allah, dağları/taşları, yeryüzünü, denizleri, içindekilerini, ırmakları, ağaçları, üstünde biten meyveleri, topraktaki ayak izlerini, duvarları, dile getirip konuşturacaktır

Buna rağmen Emeviler, ‘ameli imandan’ ayrı saydılar. Hâlbuki Allah, iman ile amel arasında sıkı bir ilişki kurmuştur. Kur’an hep, ‘iman edenlerle Salih amel işleyenleri’ birlikte zikretti.

Şimdi nerede adalete dayalı bir iş, bir eylem varsa, nerede bir cömertlik, mertlik, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük varsa ve nerede yalan söylenmiyor, iftira atılmıyor, komşusuna iyi davranılıyorsa ve yoldaki bir taş kaldırılıyorsa; bilinsin ki orada Kur’an yaşıyordur. İşte o zaman İnsanlar itibara kavuşmuştur.

***

Kur’an’ı Kerimde, değişik zamanları anlatan olaylar vardır ki bunlara kıssa denir.

İlk kıssa Âdem’in kıssasıdır.

Cinayetler genel olarak ‘para, mal/mülk, tarla, namus’ vs. meselelerden çıkar.

Âdem kıssasında cinayet işlendiği açık, fakat niçin işlendiğini anlamak için Kur’an’ın başka bir kıssasına bakmak gerekir. Bu kıssa ‘Kalem’ suresinde anlatılan ‘Bahçe Sahipleri’ kıssasıdır.

Bahçe Sahipleri’ kıssası, Âdem kıssasındaki cinayeti, kendiliğinden ortaya çıkarıyor.

Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe tartışması yaşanıyor. Kur’an lisanına göre Kabil bahçe sahibi ve hırsa düşmüş biridir. Kabil azgın, sapkın ve zalimdir.

Şeytan; insana ‘Kabil’ dört yoldan ve yandan yaklaşır. Bu yaklaşımlar sebebiyledir ki ‘Kabil’ şeytana uyar ve İnsanoğlunun bu yüzden yeryüzünde ayağı hep kaymıştır…

Şeytan; insana şöyle vesvese vermiştir:

Mülk sahibi olacaksın, yıkılmayacak bir mülke kavuşacak ve ölümsüz olacaksın’ İşte insanı yardan uçuran bu vesvesedir…

Demek ki, Âdem kıssasındaki ‘ilk günah’, mülkiyet hırsından çıkmıştır. Şöyle ki:

Kabil’in Allah’a sunduğu kurban, Allah’a ‘yakınlaşma isteği’ Allah tarafından kabul edilmez. Sebebi, bahçesinden getirdiği ürünler; kendi çabasıyla değil, başkasının hakkından kendi mülkiyetine geçirdiği malların olmasıdır.

Kabil’in mal edinme biçimi ve mallarının hırsızlık ve gasp yoluyla elde edilmiş olması, kardeşi Habil’e ‘Bu bahçe benim, vermem’ demesindendir.

Hâlbuki Allah, mülkün nasıl elde edileceğinin yolunu belirlemiştir. “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 39)

Habil, Kabil’in bu kazanç biçimine karşı çıkar ve burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyler.

Habil, yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçların meyvelerinden, tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu, bunların kendisine ait olamayacağını söyler.

Habil, sadece emeğinin karşılığıyla yetinir, elde ettiği mallardan başkasına ait bir hak olduğu kabul eder. Yaptığı nüsuklar, hayırlar ve iyilikler Allah tarafından kabul edilir. Böylece Allah’a yaklaşmış olur.

Buradan da anlaşılıyor ki, ‘mutlak mülkiyet’ diye bir şey yoktur. Kişi maddeye şekil verebilir ama maddenin sahibi değildir. Maddeye şekil vermek emektir, emeğini bir karşılığı vardır ama madde, Allah’ındır.

Böylece ilk günah zina etmek değil, başkasına ait olan haklara ‘yasak ağaç’ tecavüz etmek oluyor.

***

Hâsılı:

Dinin, hayatın içinde olması gerekir, değilse o din ölüdür. Mesele bu kadar basit, ama anlayan yok.

Eğer bir din, tapınak veya mezarlıklarda yaşıyorsa ölü, hayata can suyu katıyorsa diridir.

Eğer bir din, devlet tarafından yönlendiriliyor, formatı ve kapsamı devletçe belirleniyorsa ölü, dinin sahibi tarafından kullarına kurtuluş için teklif ediyorsa diridir.

Eğer bir din, ‘Egemen Güçlerin’ kontrolündeyse ölü, insanlığa barış, huzur ve adalet sunuyorsa diridir.

Maun Suresinde, “Vay o namaz kılanların haline” denilirken, masal anlatılmıyor.

Namaz, Oruç, Zikir gibi nüsuklar, Allah ile kul arasında olur. Bunları yapmanız, elbette size bir şeyler kazandırır ve elbette sizi iyilik, güzellik ve doğruluk yapmaya yöneltir.

Doğru olanda budur.

Demek ki Dinin özü, baştan da söylendiği gibi adalet, dürüstlük, haksızlıklarla mücadele, ezilenin yanında olmak, yetimi hor görmeme ve açı doyurmaktır.

Önemli olan husus, burada zamanın sözünü bulup söylemektir. Çünkü her dönemin bir Ebu Cehil’i vardır. Bu bize dünyanın hep aynı yörüngede döndüğünü gösterir. Bu hal kıyamete kadar böyle devam edecektir.

Hz. Peygamberin yürüttüğü mücadele gençler, zayıflar, köleler ve fakirler arasında yankı bulmuştur.

Lakin Hz. Peygamber’den sonra; Arap kültürünün bir gereği olarak eski alışkanlıklarına dönmüşlerdir.

Hatta Hz. Ömer’i, Hz. Ali’yi kendileri için bir engel olarak görmüşler ve onları katletmekten çekinmemişlerdir.

Mahmut AKYOL

KADİR GECESİ

logo5

KADİR GECESİ

İslam, ezeli ve ebedi bir isimdir. Bu ismi seçen Allah’tır. İslam, teslim olmak demektir. İslam, hayatın ortasında, hayatın kalbinde yaşamalıdır.

Din iyiliktir ve haksızlığa isyandır.

(…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim. …)

Maide suresi 3. Ayet

İbadet, insanın hayatın içinde oluşturduğu iş ve değerdir.

Emevi Kültürü etkisinde kalan Müslümanlar, ibadeti sadece bir ayin olarak gördüler. Vakti, miktarı belli olan ayinleri ibadet sayınca, İslam’ın yaşam alanını daraldı.

***

Bizde halen iki din vardır. İkisi de yaşamaktadır.

Birisi derin din. 2000 yıldır değişmeyen Şamanizm’dir.

Diğeri görünen din. Şamanizm üzerine kılıf olarak geçirilmiş İslam Dinidir.

Derin dinin beş hali vardır.

İyi düşünün, bakın neler göreceksiniz:

  1. Gök Tanrı inancı, 
  2. Yerde ki Şaman inancı,

Hoca, şeyh, pir, veli, evliya, baba, dede vs. Bunların hepsi, insan ile tanrı arasında aracıdır. Zira tek başına Tanrı’ya ibadet edilmez. Muhakkak bir aracıya ihtiyaç vardır.

  1. Atalar kültürü,

Atalara bağlılık esastır. Atalar şu anda türbelerde, anıtlarda yatmaktadır. Anıtlar ve türbeler boş bırakılmamalıdır.

  1. Kurban,

Şamanizm’de kurban kesmek dinin esasıdır. Ne kadar çok kan akıtılırsa, insan o kadar dindar olur.

  1. Domuz eti,

Eski Türk takviminde domuz yılı vardır, uğursuzdur ve o yılda domuz eti yenmez.

***

Şaman kültürü, kandil gecelerini ve türbe ziyaretlerini İslam’dan sayınca, Müslümanlar da kandil gecelerini Hz. Muhammet’ten gelen bir sünnet saydılar.

Hâlbuki Kandil Geceleri, Osmanlılar döneminde II. Selim zamanından başlayarak günümüze kadar gelen ve yukarıda adı geçen gecelerin hiçbirisini Peygamber kutlamamıştı.

Keşke bunun yerine Müslümanlar:

  1. Zenginle/yoksulun arasındaki uçurumu görselerdi,
  2. Sosyal ve ekonomik çöküntünün sebepleri üzerinde kafa yorsalardı,
  3. Hızla artan uyuşturucu kullanmaları, dizilerde oynatılan çocuk aşk sahneleri, kredi kartı mağdurlarının gözyaşlarıyla beslenen kapitalizm üzerine akıl etselerdi,
  4. Nüsukları yapıp, diğer bütün işleri hafife almasalardı,
  5. Nüsukları kuru bir tekrar yapıp durmasalardı,
  6. Belki o zaman Müslümanların kendi adına yakışır bir yaşamları olurdu.

Doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşmak, bölüşmek, zulme karşı direnmek, haklıyı savunmak, yalan söylememek, iffetli yaşamak, doğru ölçüp tartmak, aldatmamak, sömürmemek, emeğin hakkını vermek, biriktirmemek, Allah’a güven duymak gibi Dinin temel taşlarını görselerdi.

İşte, insana lazım olan değerler bunlardır.

Müslümanlarca kandil geceleri diye bilinen gecelerin içinde, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesi vardır. Ramazan ayı, açlık ayı olmakla birlikte, Kur’an ayıdır.

Kadir Gecesi, on dört asır önce Mekke’nin Hıra Mağarasında Hz. Muhammed ile başlayan yürüyüşün adıdır.

Bu sebeple değeri çok büyük ve anlamlıdır. Bu İnsanın Allah ile vicdanen görüşebileceğini gösterir. Zira Mekkeli öksüz Muhammed’ de bu gece Allah ile buluşmuştur.

Yeryüzünde herkesin Allah’a giden bir Hırası vardır ve herkes böyle büyük bir buluşmayı gerçekleştirebilir. Bu gece ve bütün her gece insanlara açıktır.

Bu gecede buluşmaya sebep olan Kur’an’dır. O da elimizdedir. Onunla yürüyen herkes, bu buluşmayı gerçekleştirebilir.

  • Yeter ki, her gece kadir bilinsin!
  • Yeter ki insanlar kendi benini, Allah’ın melekûtuna açık tutsun.
  • Yeter ki insanlar kendi Kapasitesini zorlasın.
  • Yeter ki insanlar kapsam alanlarını geniş tutsun.
  • Yeter ki insanlar Allah ile yürümeye azmetsin.
  • Yeter ki insanlar canı gönülden Allah’a kavuşmayı murat etsin 

***

Hayatı yaratan Allah’tır. Bu sebeple hayat durağan değildir. İnsanın kaderini, insanla birlikte yapan Allah’tır. Kader, her hangi bir şeyin gerçekleşeceği bir alandır.

Dikenin batması, arının bal yapması, karıncanın çalışmayı öğrenmesi, çiğ damlalarının lalenin üstüne düşmesi, onların kaderidir.

İnsan aklı sebebiyle iradi bir yol çizer. İnsan, kendini değiştirdiği zaman, kaderini de değiştirmiş olur.

(…”Oysa bir toplum kendi özündekini değiştirmedikçe Allah’da onların halini değiştirmez; bundan hiç şüpheniz olmasın…”

(Ra’d -11 ayet)

İnsan iyi, güzel ve doğru şeyler için çalışırsa, Allah’ta onun çarpan kalbi, sızlayan vicdanı, gören gözü ve işiten kulağı olur.

***

Hz. Peygamberin doğduğunda Sava gölü kurumadı. Kisra’nın Sarayının sütunları yıkılmadı. Mecusilerin bin yıldır yanan ateşi sönmedi. Dünya Hz. Peygamberin hürmetine yaratılmadı. Hz. Peygamber, ayakları şişinceye kadar namaz kılmadı.

Böyle bir Peygamber yeryüzüne hiç gelmedi.

Hz. Peygamberin tebliğ ettiği İslam, bir hayat dinidir, bir tapınak dini asla değildir.

Tebliğle yükümlü olan Peygamberler, tebliğ edecekleri hükümleri önce kendi şahıslarında yaşadılar, sonra da ümmetlerine tebliğ ettiler.

Peygamberler özellikle Çalmamak, öldürmemek, iftira atmamak, yalan söylememek, zina etmemek, adaletli olmak, emanete ihanet etmemek, gıybet etmemek, haram yememek, zulüm yapmamak” gibi hususlara dikkat çekmişlerdir.

***

Şimdi, ağaçlara bez bağlamayı, ölülerden yardım istemeyi marifet sananlar:

  • Adaleti, sevgiyi, merhameti, paylaşmayı, bölüşmeyi, toplumun hayat damarlarında kan misali akması gereken bu değerlerin neresinde duruyorsunuz?
  • Sümeyye ve Rachel’in onurlu duruşunun neresindesiniz? 
  • Sefalet ve aç bırakmanın “Şirk” olduğunun farkında mısınız?
  • Dünya nüfusunun yarısının fazlasının rızkının çalındığından haberiniz var mı?

Sonuç:

  • Kadir Gecesi demek, Kuran’ın indiği gece demektir!
  • Eğer Kur’an’ı okursunuz ve sizin ruhunuza, vicdanınıza Kuran inmeye başlar.
  • Bu ışık görüldüğü andan itibaren de sizin Kadir Geceniz başlamıştır.

Hâlbuki İslam, doğduğundan bu yana Din, hayat dini olmuştur. İslam, kandil gün ve geceler dini değildir. Din, gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atar. Yoksa her şeyin uykuya çekildiği bir sırada yaşanmaz!

Bu da, İbadet kavramıyla anlatılmıştır. İbadet çalışmak, üretmek, meydana getirmektir. İbadet sadece bir ayinden ibaret değildir. İbadet, hayatın içinde iş ve değer üretmektir. İşte problem tam da buradadır.

Yani:

Ülkemizde namaz kılınır, oruç tutulur, hacca gidilir, başörtüsü takılır, kurban kesilir, kandil gecelerinde camiler dolup taşar, Telli Babanın Türbesi, dul kadınların istilasına uğrar…

Bir yerde yanlış yapılıyor, fakat kimse yanlışı görmek istemiyor.

Ramazan ayı ve Kadir gececi Müslümanlar için ciddi bir sınav dönemidir.

Kadir Geceniz kutlu olsun!

Mahmut AKYOL

İSLAM, ADALET VE EŞİTLİK ÜZERİNE KURULUDUR!

logo5

İSLAM, ADALET VE EŞİTLİK  ÜZERİNE KURULUDUR!

İslam’ın özü adalettir.

İslam, farklılıkları önlemek için gönderildi.

İslam’ın amacı, farklı yaratılan insanların adalet içinde bir arada yaşamasını temin etmektir.

Bu başarıldığı zaman, insanın dünyadaki sorunu ortadan kalkar.

İslam peygamberi, Allah’tan başka ilah yoktur deyince, köle pazarları sarsıldı, kölelerin fiyatı bir anda düştü.

Çünkü ezilmişler, her şeyden önce dünyada kurtuluşu hak ediyordu.

İnsanlığın mücadelesi, aslında mustazafların (ezilenler) mücadelesiydi.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, her zaman adaletinin gereği ezilenlerin yanındaydı.

O halde; emekleri gasp edilen, mahrum bırakılan, zulme uğrayan, zayıf ve fakir bırakılan kimselerle bir araya gelerek Hak için mücadele etmelidir.

Hz. Peygamber’in sözü Tirmizi de şöyle anlatılır:

Benden sonra bir kavim gelecektir ki çeşitli nefis yiyecekler, çeşitli elbiseler giyecekler, güzel kadınlar alacaklar, kıymetli atlara (arabalara) binecekler, onlar az şeyle doymayacak, çok şeye de kanaat etmeyecekler, onların bütün gayreti dünya için olacak, dünyaya tapacak, her şeyi dünya için yapacaklardır……’

Kur’an’da daha çok ‘üsttekileri’ anlatmak için, yani iktidar, sermaye ve din üçlemesi, Firavun, Karun ve Haman, gibi kavramların üzerinden gidilerek anlatılmıştır.

İnsanlık, dinin afyon yüzünden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Çünkü tarih boyunca dinin iki yüzü olmuştur. Bu iki yüzden biri ya insanları köleleştirmiş, ya da özgürlüğe kavuşturmuştur.

Kim, bir servet elde eder ve cimrilik yapar, Allah’ın o servetteki hakkını ödemezse, Kur’an’da onlar için acıklı bir azap hazırlandığı haber verilir…’

***

İnsana tarihi boyunca söylenecek sözler söylemiştir. Benim söylediklerim sadece bir tekrardır.

Fakat kendisini Naciye görenler, kendisini layüsel (!) olduklarını söyleyenler her zaman ortaya çıkmıştır.

Kanaatimce bunlar, İslam Dini ile ters bağlantı yapmış olanlardır…

Bunlar da sadece kitabı kutsamış, kitaba abdestsiz yaklaşmamış, dini Bizanstist şekilde kavramışlardır.

Düşünün ve akledin’ diyen bir Kitaba sahip olduğumuz halde, o düşünce sahipleri aklı, ‘Kerih’ görmüşlerdir.

Dini ile ters bağlantı yapmış olanlar, ‘Selefi/Vahhabi ve Harici’ mezhebi mantığın ve ‘Taliban/Işıd’ anlayışının bakışıyla Kur’an’a ve İslam’a bakmışlar, İbni Teymiyye görüşlerine saplanmışlardır.

Dört kitapta zikredilen ‘Öldürme, çalma, iftira atma, yalan söyleme, sihir yapma, zina etme, komşuna iyi davran, putlara tapma’ kavramlarını hayata taşımak, İslam’da diğer farzlar gibi farzdır!

Hz. Muhammed, Mekke sokaklarında kuru ekmek yiyerek dolaşan bir kadının yetim ve öksüzüdür. Tek fark; ona vahiy geldi. O vahiyle tarihsel olarak Arabistan halkı üzerinden tüm insanlığa yeniden ‘ölüm, afet ve kıyameti’ haber verdi.

Kur’an; metin olarak bir tane, meal olarak sonsuzdur. Çünkü Allah, tabiatta farklılıklar yarattığı gibi, insan aklını da farklı yarattı, elbette ki farklı anlaşılacaktı…

***

Hiçbir zaman İslam’ı ve Kur’an’ı uzmanları bilir denemez. İslam toplumsal yaşanan, fakat sorumluluğu ferdi olan bir dindir. Kutsal toprak, kutsal taş, kutsal kitap sözleri ‘Tevhit’ gerçeğine terstir.

Sen niçin benim gibi inanmıyorsun diye kimse kınanmamalıdır. Çünkü herkes kendi davranışından sorumlu olacaktır.

Buna rağmen bazı İslami çevreler de ‘eşitlik’ kavramına karşı bir alerji (iticilik) oluşmuştur. Dahası İslam’da ‘eşitlik’ yok, ‘adalet’ var denilmiştir. Hâlbuki eşitlik bir Kur’an kavramıdır.

Kur’an’ı Kerim ‘eşitlik’ kavramını yaratılışta, rızık ve rızık kaynaklarında, fizikî ve tabii farklar sebebiyle kullanmıştır.

Kuran’da eşitlik kavramı; Adalet, Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ kelimeleriyle anlatılmıştır.

Bu sebeple insanın yaratılışı, rızık ve rızık kaynaklarının kullanılması, fizikî ve tabii farklılıkların ‘eşitliği’  bozmayacağı hususları üzerinde Kur’an titizlikle durmuştur.

36. ‘İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? 37. O akıtılan bir meninin içinden bir nutfe değil miydi? 38. Sonra bu aşılanmış bir yumurta oldu, derken Allah onu eşitleyip biçimlendirdi. 39. Ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etti

Kıyamet Suresi; 36-39 ayetler,

Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar da az şükrediyorsunuz?’

Secde Suresi; 9 ayet

Yeryüzünde sabit dağlar var etti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâenli’s-sâilîn) takdir etti.’

Fussilet Suresi; 10 ayet,

Rızıkta üstün kılınanlar (zenginler) yanlarındaki (yoksullar) ile eşit hale gelmemek için onlara vermiyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar

Nahl Suresi; 71 ayet,

Rızık ve rızık kaynakları zenginler arasında dönüp dolaşan bir tahakküm aracı değildir.’

Haşr Suresi; 7 ayet,

Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu? Hacılara su verme ve Mescidi Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?’

Tevbe Suresi; 19 ayet,

Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?’

Nisa Suresi; 95 ayet,

Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?’

Nahl Suresi; 75 ayet,

***

Görülüyor ki Ana Rahminde yaratılış ile başlayan eşitlik olayı ve dünyanın çeşitli halleri sebebiyle meydana gelen farklılaşmalar, Allan’ın ‘takdiridir.’

Allah, bu eşitliği kabul etmeyenlere en büyük eşitleyici olan ölümü göstermiştir!

Eşitliği bozmak ve sınıflaşmaya yol açmak, kulların birbirlerine yaptıkları en büyük zulümdür.

***

Türk Milletinin aile yapısı çöküyor! Yeter ki, devleti çökmüş olmasın…

Gördüğüm, ‘Toplumun yok oluşa doğru bir yıkılış içinde olmasıdır.’ Yeter ki, ayağımızın altındaki zemin kayıp gitmesin…

Alkol, sigara, fuhuş ve uyuşturucu bataklıklarında toplumun boğulduğunu görmek, insanı kahrediyor!

Yaşanılan bunalımlar, bunalıma sebep olan kapitalist sistem, zengin-fakir arasındaki uçurum, rızık kaynaklarının yağmalanması, insanı canından bezdiriyor!

Son sözüm; Ah vatan, ah vatan, ah vatan…

Mahmut AKYOL

MEDİNE’YE İSLAM’I YAYMAK İÇİN GÖNDERİLEN MUS’AB BİN UMEYR

logo5

MEDİNE’YE İSLAM’I YAYMAK İÇİN GÖNDERİLEN MUS’AB BİN UMEYR

Bilge kral, bir davanın nasıl doğduğundan ve nasıl öldüğünden bahsederken:

bir dava acılar içinde doğar, fakat refah, konfor, yalan, ihanet ve sahte bir inanç anlayışı içinde ölür’ Der.

Hz. Peygamberin davası da bu kaderi yaşamıştır. Bu mücadele, hayatın en zor mücadelesidir.

Gönderilen bütün dinler, bozulan ‘eşitsizliği’ düzeltmek için gelmiştir.

Bir mücadele insanında ‘ruh, vicdan ve iman’ diriliği gerekir.  

Dava, öteki için erdemli davranışlar sergilemektir.

Hayat devam ediyor ve insanların imtihanları amansız şekilde sürüyor.

Mücadelenin bittiğini zannedenler yanılıyorlar. Kur’an bütün ihtişamıyla yaşıyor. Kur’an hayatın, tabiatın ve tarihin içinde her an var oluyor. Din dilinde buna kevni ayetlerle kavli ayetlerin buluşması denir.

Allah, aralıksız yaratıyor ve Allah, hayatı her an yeniliyor. Sadece çağın çocukları bu yaratılışa ayak uyduramıyor. Bundan dolayı insan buhrana düşüyor.

Bir dava hareketi nerede ortaya çıkmışsa, orada kurulu düzen korku içine düşmüştür. Çünkü davalar işe, düzene itiraz ederek başlarlar.  İnkılâp Hareketleri eskiye ait olanları düzeltir ve doğru gördükleri şeyleri inşa ederler.

İnkılâp Hareketlerinde amaç, bundan ibarettir. Yani bayrak düştüğü yerden kaldırılır, hançer saplandığı yerden çıkarılır…

Mekke’de itiraz üzerine gelen İslam Dini böyle bir harekettir.

Medine’de adalet devleti olarak varlığını sürdürmüş olan İslam Dini budur. Fakat İslam’ın Medine’de bir devlet düzeni olarak yaşaması kolay olmamıştır.

Müslümanların Allah Resulünün Medine’ye geldiğinde ilk olarak ne yapmıştır, ne söylemiştir? Bunların bilinmesi ve bu yolu izleyenler için oldukça önemlidir.

Mekke’de Allah Resulünün zuhuru, Mekke’de ki tefeci bezirgânları, cincileri, falcıları telaşlandırmıştır. Bu tefeci bezirgânlar; hemen alay, küçümseme, hakaret ve yok etme planlarını gündeme koyulmuşlardır.

Şimdinin insanları da aynı…

Ben haklıyım’ tartışmasının altında inatlaşıp duruyor. Hiç ‘yoğurdum ekşi’ diyen yok… Ha bire kibir, ha bire gurur… Adeta insanların eteklerinden dökülüyor.

Müşriklerin ileri gelenleri kendilerini Rab olarak görüyordu. Onlarında eteklerinden kibir ve gurur dökülüyordu. Kur’an buna şirk deyince, Mekke’nin tefecileri deliye döndüler.

Medine’ye İslam’ı yaymak için gönderilen, bir nevi Medine’yi Allah Resulünün gelişine hazırlayan ilk sahabe, Mus’ab bin Umeyr’dir. Allah Resulünün azadlı kölesi Zeyd ona İslam’ı tebliğ etmiş, O da bu tebliğ üzerine Müslüman olmuştu.

İşkence ve tehditlerden yılmadı. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed’e hayatı zindan etmişti. Müslümanlar da tehdit ve işkenceler altında yaşamak zorunda kalıyordu. Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin Müslümanlığı kabul etmesiyle birlikte Mekkeli Müslümanlar Medine’ye hicret etti.

Mus’ab, Mekke’nin zengin ailelerinden birinde yetişmiş 21 yaşlarında gösterişli, yakışıklı, siyah dalgalı saçlı, sokakta yürürken Mekkeli kızların pencerelere üşüştüğü bir genç…

Uhut’ta Hz. Peygamberin etrafında etten duvar örenlerin arasında, Hz. Peygamberin yanında ölümüne savaşan delikanlı Mus’ab…

Kılıç darbeleri ile sancağı tutan kolu kopunca, emaneti Hz. Ali’ye veren yiğit… Şehit olduğunda kefen bulunamadı…

Ne ilginç Ya Rabbi, Mekke’nin en zengin ailelerinden birinin çocuğunu saracak bir kefen bulunamadı. Rasulullah şehidler arasında gezerken Musab’ı gördü ve ağladı. Ayakları otlarla üst kısmı bir parça bezle örtüldü, bu şekilde gömüldü.

İşte, inanırsanız İslam Dini budur. Mülksüz yaşamak, kefensiz ölmek

Acaba, Mus’ab’a ölümü böylesine göze aldıran şey neydi?

Sakın Hz. Peygamber’e verilen ‘Kevser’ bu olmasın? Bu çokluk, bu nimet, bu devlet, Mus’ap’lar olmasın?

Gördüğüm kadarıyla, bu yiğitlerin fedakârca yaptıkları çalışmalar, rahmet olup yağdıkça, İslam’ın temelleri kök salmaya devam edecektir! Hiç şüphem yok ki; Allah’ın Peygamber’ine ihsan edilen Kevser buydu…

Kur’an ayetlerini okuma ve yayma faaliyeti için Medine’ye gönderilen Mus’ab’ın ahlakı, dürüstlüğü, yiğitliği ve mertliği ile İslam yeni bir genç, yeni bir insan tipi ortaya koymuş oluyordu.

Mus’ab,  haftada bir gün Medine’nin bir yerinde toplantı düzenliyor, coşkulu konuşmalar yapıyor ve bu sayede Medine’nin her evinde İslam konuşuluyordu. Toplantıları cuma günleri yaptığından dolayı Hz. Peygamber bu toplantıları sürdürdü ve kalıcı hale getirdi.

Demek ki Medine’nin ve İslam binasının harcında Mus’ab gibi sahabe gençliğinin alın teri, kanı, ruhu, vicdanı ve iman diriliği vardır.

Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ilk sözleri şu oldu:

‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!’

(İbni Saad; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred).

 İlk yapılan şey de kardeşliğin ilanı oldu. Enes bin Malik’in evinde toplanan sahabeler, “Şu şununla, bu bununla” diyerek kardeş yapıldı. İkişerli kardeş yapılan sahabelerin sayısı 100’ü geçmekteydi.

(İbni Saad; Tabakat).

Mekke’den hicret edip Medine’ye gelen Müslümanların evlerine guruplar halinde yerleştirildi, öyle ki, bir koyunun sütünü on kişi bölüşüp içti…

(İbni Abdulber; İstiab).

İşte yedinci yüzyılda insanlık âleminde bir devlet ve toplum görünümünde tezahür eden İslam’ın kökleri bunlardır.

Sevgi, merhamet, kardeşlik, adalet anlayışı

Daha sonra gelen ayetlerin özü bu değerleri ete kemiğe büründürmekten ibarettir. Allah Resul’ünün mesajında sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalet yatmaktadır.

Görüldüğü gibi bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı çağımızda, tek Allah’a inananlara, dava insanlarına büyük işler düşüyor! 

Yani Sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalete dayalı yeni bir medeni hayat kurmak…

Şu an çağımız, tıpkı Mekke’de olduğu gibi bir zamanı yaşıyor.

Her çağın öyküsü kendi çağında yazılır. Gelin çağın vicdanına bu öyküyü birlikte yazalım.

 Sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalete dayalı kuracağımız yeni medeni hayatımız hayırlı olsun.

Üzülerek görüyorum ki bu yönetim anlayışında rüşvet, emanet, hıyanet, zimmet, yolsuzluk, yetimin malına el uzatmak, daha kolay olmakta ve önlem daha zor alınmaktadır.

Mahmut AKYOL