GENÇLİĞİ ÇÜRÜMÜŞ BİR TOPLUM; ESASINDA MÜNAFIK, KİRLENMİŞ, YALANCI, ZALİM VE CAHİLDİR…

logo5

GENÇLİĞİ ÇÜRÜMÜŞ BİR TOPLUM; ESASINDA MÜNAFIK, KİRLENMİŞ, YALANCI, ZALİM VE CAHİLDİR…

Gençliği hasta olan bir toplum uzun süre yaşayamaz!

Hastalık maddi ve manevi kirden olur.

Denilebilir ki, bugün İslamsız kalan insanlık kirlenmiştir. Bu kirleri ortadan kaldırmadıkça insanlık, huzur bulamaz!

Dışından Müslüman, içinden çürümüş olan bir toplum cihadı terk etmiş olur.

Esasında çürümüş milletler, münafık milletlerdir. Yahudi ve Hıristiyanlarda olduğu gibi…

Münafıklar iyilikten, güzellikten ve doğruluktan, yardımlaşmaktan, vermekten, paylaşmaktan uzak olanlardır. Yahudi ve Hıristiyanlarda olduğu gibi…

Münafıklar yaptıklarıyla övünen, bulunduğu her ortamda itibar görmekten zevk duyanlardır. Lakin münafıkça geçen bir hayatın hesabını vermek zordur.

Hâlbuki Allah insana akıl, vicdan, irade vermiştir ki, hiç bir mazeret ileri sürmesin, münafıklığa düşmesin!

En büyük münafık, en büyük yalancıdır!

Yalan küfre eşdeğer kavramdır. Yani küfür/kâfir gerçeği örtmektir.

Münafık insan, en büyük zulmü yapan, gurur ve kibir içinde bulunan, doğruluktan uzaklaştıran, her türlü kötülük, cimrilik, kıskançlık ve gönül darlığı çekendir…

Hayatın zilletine düşmüş olan münafıklar, ekmeden biçen; ‘Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz!’ tiplerdir…

Yalnızlıktan kurtulmanın ilk şartı insanın önce Allah’a inanmasıdır. Bu yetmez. ‘Cenab-ı Hakk’ın’ bilinciyle yaşayan, O’nunla irtibatını sağlayan, kopmaz bir iple bağlanan, aynı zamanda O’na güven duyandır…

Günaha ve gaflete kapılmış insanın yanında hep şeytan dolaşır. Şeytan, tüm kötü duyguların sembolü, anası ve vesvese verenidir.

Şeytan, insanın hep ‘kibir, hırs ve haset’ gibi kötü duygularını besler…

Kötülük içinde olanlar, yapmadıkları şeyleri yapıyormuş gibi söylerler.

Günümüzde insanlığın yalnız olmasının sebebi, her şeye sahip olan bir gücün yani Allah’ın yanında olduğunu hissetmemesidir…

Aslında hayat sahipsiz değildir. Fakat hayatın düzenini bozan cahil ve zalim kimselerdir.

Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalimdir; çok cahildir.’  Ahzab suresi 72. Ayet

O zaman insan ne yapmalıdır?

  • Güzel ahlaklı olmalıdır.
  • Karşılık beklemeksizin iyilik yapmalıdır.
  • Allah’ı görüyormuşçasına ve ahirete gidip gelmişçesine yaşamalıdır.
  • Ya hayır söylemeli, ya da susmalıdır.
  • Allah’ın emirleri karşısında ilgisiz kalmamalıdır.

Allah’ım, Allah’ım, Allah’ım!

Sen hayatı boşuna yaratmadın!

Gökten suyu indirdin, su ile yere hayat verdin!

İşte bununla insana hayatın boş ve yalnız olmadığını anlattın!

Allah’ım, Allah’ım, Allah’ım!

Eğer insan hala Sana iman/güven duymuyorsa, verdiğin nimetlerine hala şükretmiyorsa, insan olarak hala birbiri için fedakârlık yapmıyorsa, hele birbirine sevgi ve saygı göstermiyorsa, o zaman insanlar çok cahillik ve zalimlik içine düşmüş demektir.

Dün uyuşturucu kullananlar parmakla gösterilirdi. Bugün öyle değil…

Dün uyuşturucu kiloyla yakalanırdı, bugün öyle değil…

Dün ülkeler coğrafi, sosyal ve kültürel sınırlarını korumak için bütün varlıklarını ortaya koyabilirdi, bugün öyle değil…

Bunlar için insanda ‘ahlak’ olmalıdır, bugün yok…

Allah’ım, Allah’ım, Allah’ım!

Bugün insanlık dünyasında her şey çıkar, her şey menfaat oldu

Daha öncesinde insanın sahih rüyaları olurdu. Bugün öyle değil…

Daha öncesinde insanların hayalleri vardı. Kiminin şeriat, kiminin sosyalizm, kiminin ülkücülük, kiminin Osmanlıcılık, kiminin inkılâpçılık…

Daha öncesinde insanların öfkeleri vardı.

Kiminin emperyalizme karşı, kiminin küfre karşı, kiminin komünizme karşı, kiminin de kapitalizme karşı…

Daha öncesinde insanların sevdaları vardı. Fakat 12 Eylülden sonrasında insanların rüyası da, hayalleri de, sevdası da, öfkesi de yok oldu gitti.

Geride amaçsız, gayesiz, hayalsiz, yüreksiz bir insan yığını kaldı.

Allah’ım, Allah’ım, Allah’ım!

Ülkemin insanına/gençliğine ansiklopedik bilgi yüklendi, İlkokuldan/Üniversiteye kadar geçen süreçte gençlik adeta mankurtlaştı.

Sonuçta ortaya şu eylemler çıktı:

Milletin Evlatlarının bir kısmı 6. Filoya karşı nümayiş yaptı, bazıları Turan ülküsünü sokakta aradı, bir kısmı da Beyazıt camisinde şeriat gelsin diye toplu namazlar kıldı…

Ülke insanı, tam bir kargaşa içine düştü…

ABD, Türkü Kürde, Arabı Aceme, Şiiyi-Sünniye, sağcıyı solcuya, laiki İslamcıya kırdırma politikalarını sahneye koydu!

Asrın maskeli vicdanına, medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarına, Ebu Gureyb, Guantanamo, Kıbrıs, Kudüs, Türkistan, Bosna, Miyammar’da ki zulmün yüzüne, sözün namusu ve insanlık adına tükürülecekti,

Ama olmadı…

ABD, Türkiye’m dâhil 150 üzerinde devlete dine dayalı FETÖ İktisatlı CİA ajan yuvalarını kurdurdu, dine dayalı bu FETÖ teşkilatının diğer bir adı, devletin içine sızmış, kardeşi kardeşe düşman kılmış Karmatilik’tir…

Karmatiliğin imamına Natık denilirdi. Natık dinin gizli yönlerine vakıf, gizli peygamberiydi. Şakirtleri Natık’a ölümüne itaat ederlerdi

Natık, en son ABD adına Türk Milletinin başına 28 Şubat ve 15 Temmuz felaketlerini getirdi!

Bunu önlemek için önce gençliği her türlü yalan, dolan, entrika arasından çekip çıkarmak gerekir

Kanaatim odur ki, bu badirelerden ancak yeni bir gençlik heyecanıyla çıkılacaktı, ama olmadı

Bu topraklardan yerli ve milli bir irade eninde sonunda çıkacaktır!

İnanıyorum

Mahmut AKYOL

YARATILIŞA VE ORTAK BİR AKLA ÇAĞRI

logo5

Biz dünyaya niye getirildik? Bizim getirilmemizdeki amaç nedir? Allah yaratılışımıza neden gerek duydu?

Allah insanı varlığını, birliğini, güç ve kudretini bildirmek için yarattı.

İnsanoğlu var olduğu günden beri, gök kubbe altında bu soruları hep sordu, kıyamete kadar da soracaktır.

Fakat çok insan dünyaya niçin geldiğini bilmeden bu dünyayı terk eder gider!

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür’ sözü bunun için söylenmiştir.

İnsanoğlunun bu unutkanlığını gidermek için Allah, Kitaplar ve elçiler göndermiştir.

Lakin yapısı gereği insan bu zaafını terk etmemiştir.

İnsan, dünyaya niçin geldiğini anlamadığı gibi geldikten sonra da ne yapacağını bilememiştir.

Allah, yine de insanın problemlerini çözmek için eline üç bilgi kaynağı vermiştir:

  • Beş duyu
  • Akıl
  • Resulün Haberi

Aklın izah edemediği şeyleri ‘Nakil’ çözer denmiştir.

Allah beni niçin yarattı, beni niçin imtihan edecek soruları aklın alanının dışındadır.

***

Allah Evreni sevgi ve merhamet üzere yarattı. Bu O’nun ‘takdiridir’. Bu kesin tevhid hükümdür. ‘Allah’ın Takdiri’ hayatın, insanın, tarihin, kısaca doğanın işleyişi kanunlarıdır.

Varlık ve oluş kanunlarını tayin etmek Allah’a, onlara uymakta insana aittir.

Varlıkların içinde akıl verilen tek canlı insandır. İnsan bu aklıyla kendi ‘kaderini’ yazar.

Yani, ‘Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık, açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız

İsra/13. Ayet

Bu Kitap’ta hiçbir şüphe yoktur. Allah bilinciyle yaşamak isteyenler için bir yol göstericidir.’

Bakara/2 Ayet

Yaratılış her ne kadar içeriden bir kuvvetle inkişaf ederse de, İlahi irade bunun dışında değildir.

Yani bir tohumun çatlaması, bir canlının dünyaya gelmesi bir sancıyı gerekli kılsa da, Allah’ın takdiri olmadan ne çatlama olur, ne de bir canlı dünyaya gelir!

Materyalist doktrin burada iflas etmiş, olup biten her şeyi bir tesadüfle izaha çalışır.

***

Bizim boyun eğdiğimiz güç, görünmez bir güçtür, bu güç; Allah’tır.

Allah nerededir diye sorulsa, cevabı basittir!

‘Allah hem yerdedir, hem göktedir, her yerdedir. İçimizde, Sokakta, İşimizde, Evimizdedir!’

Evren; inorganik, bitki, hayvan ve insana gelinceye kadar evrim geçirmiştir. Bu bir tesadüf değil, Allah’ın takdiridir.

Fizikten metafiziğe, ilkellikten gelişmişliğe doğru evrilme, her kategorinin kendi içinde katmanlara ayrılması tesadüf değildir. Takdirdir!

***

İnsanlık tarihi; 12 Bin yıl önce, buzulların erimesi ve suların kuzeye çekilmesiyle birlikte başlamıştır.

Bu çekilmeyle birlikte, yeryüzüne sahip çıkacak olan Âdem ve Havva’yı Allah, ‘Nefsi Vahide’ olarak yaratmıştır.

Havva Âdemin kaburga kemiğinden olmamıştır.(!)

Allah, Âdem ile Havva’yı dünya cennetine koydu. Onlara cennette dilediklerini yapma özgürlüğü verdi. Ancak bu geniş özgürlük alanında bir tek istisna getirdi. O da cennette bulunan bir ağaca, hiçbir şekilde yaklaşmamak ve meyvelerinden yememekti.

Bu ağaç, ‘Şeceretü’l Huld’ Dur. (sonsuzluk ağacı) Yani günah, kibir ve Şirk ağacı…

Ancak Âdem ve Havva, İblise (bu kötülüklere) uyarak bu uyarıyı ihlal ettiler.

Akabinde her ikisi de pişmanlıkla Yaradan’a şöyle yalvardılar:

Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.’

(Araf/23)

Allah Sevgi ve Merhametinden, onların dualarına icabet etti, ancak yaşamlarına yeryüzünde devam etmelerini murat ederek onlara şöyle seslendi:

‘… Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan mahşere çıkarılacaksınız.

(Araf/25)

***

Allah’ın yaratması ‘Hay’ sıfatıyladır.

Maddeyi hareketlendiren, tohumu çatlatıp hayata çıkaran iç kuvvet budur. Bütün kimyasal tepkimeler bu kuvvet sayesinde olur. Her fizik olayı ve her biyolojik oluş, Allah’ın ‘Hay’ sıfatının bir tecellisidir.

Tevhidin esası, bundan ibarettir.

Yani Allah’ın katılmadığı hiçbir şeyin olması asla mümkün değildir.

***

Can ve mal güvenlik meselesi, Tarih boyunca kıyamete kadar hiç bitmeyecektir.

Bütün Peygamberler ve Peygamberimiz bitmeyecek olan bu meseleyi nasıl çözdüklerini yaşayarak göstermişlerdir.

İnanıyorum ki insanın yeryüzüne gelişi can ve mal güvenliği içindir! Yani insanın sınavı budur!

Diğer yandan:

Allah, her akıl sahibine taşıyacağı kadar yük yüklemiş, kişiyi de aklının oranında sorumlu tutmuştur…..’

Bakara/286

***

Bilinmelidir ki Allah, çağın insanına çağının hesabını soracaktır!

Birlik için Hz. Resul şöyle demiştir:

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!’

***

Kalpleri döndürecek, öldürüp diriltecek olan Allah’tır.

Bu bakımdan herkes O’na yönelmeli, O’ndan istemeli ki, Allah’da kalplerinizi diriltsin.

Allah’ın bu ikaz ve uyarılarına rağmen insanların bir araya gelmeyişleri, birlik olmayışlarının sebebi şunlar olsa gerektir:

  • Kimse, akılını kullanmıyor, kaldı ki günümüzün meseleleri tek bir akılla çözülecek kadar basit görünmüyor.
  • Kimse, mensubiyetçilik ve kavmiyetçilik derdinden kurtulmak istemiyor.
  • Kimse, kimseyi Allah için sevmiyor.
  • Kimse, kimseyi sevmediğinin sebebi, insanın kibri ve bencilliğidir.
  • Kimse, kimseyle eşit olmak istemiyor. Dünyada eşit olmayanı Allah mezarda eşitler.
  • Kimse, hatasını görmek istemediği gibi, yanlışlarına da asla sahip çıkmıyor.
  • Kimse, dili ile kalbi arasında ki insicamı kurmak istemiyor.
  • Kimse, Ahiretin geleceğinden bir korku taşımıyor.
  • Kimse, Hakk’ın ve haklının yanında yer almıyor.

***

  • O kitap ki, bir öksüzün vicdanından insanlığa gönderildi.
  • O kitap ki, vicdanlarda duyularak hayata taşındı.
  • Allah insanlara unuttuklarını hatırlatsın diye O kitaba ‘Zikr’ dedi.
  • Rabbimiz O kitabın diğer bir adına ‘Kerim’ (Cömert) dedi.

Fakat kimse o ‘zikr’ ve o ‘kerim’ kitap bana ne diyor diye aklından geçirmiyor.

Hâlbuki o kitap güzel ahlâkı, doğru yolu, sözün namusunu, ahde vefayı anlatmak için indirildi.

Mahmut AKYOL

ÜZERİNE ÖLÜ TOPRAĞI SAÇILAN DÜŞÜNCEYİ DİRİLTMEDEN, AYAĞA KALKMAK ZORDUR!

logo5

Ey Milletim, uyuşturuluyorsun uyan!

Eğer Millet birbirini takdir etmiyorsa, birbiri için fedakârlık yapmıyorsa, sevgi ve saygı göstermiyorsa, hak ihlalleri yapmışsa ve birlikte geçirecekleri zamanları kalmamışsa, Milletin stres içinde olduğunu söylenebilir.

Stres bir mikroptur, topluma hemen sirayet eder. Çünkü bu stresli ortamda yaşayanlar mutsuz olur. Mutsuz olan fertler, toplumun temeline konulan dinamit gibidir.

Mutsuz olan fertlerin, toplumda meydana gelen olayların sonuçlarını bir anda görmesi zaman alır. Fakat bazı olaylar vardır ki, bağırarak gelir. Eğer bu gelişi birileri kör değilse görür, sağır değilse duyar, vicdansız değilse anlar.

Geçtiğimiz günlerde Narko-Timlerin çalışmalarını haber olarak dinlediğimde içim yandı. Bu iç yangını içinde;
‘Bu Millet nereden nereye gelmiş’ dedim.

‘Bonzai’ komasından sokak köşelerinde yığılıp kalanları görünce gözlerime inanamadım.

Ülke uyuşturucu cenneti olmuş, Mafya/Çeteleri güpegündüz sokak ortasında savaşıyor. Çıkar ve menfaat zirve yapmış! Ahlaki değerlerin sınırları zorlanmış!

Ülkemin Aydınları, ‘Bu gidiş nereye?’ diye sormuyor, seslerini yükseltmiyor!

Kimse ‘helal/haram’ tanımadan sahip olmaya, karnını doyurmaya çalışıyor! Bu yolun yol olmadığını kimse çıkıpta söylemiyor!

Özgüvenleri yok eden, masum vatandaşın lokmasına göz diken Vahşi Kapitalizme kimse dur demiyor!

Aç ve sefil insanların ayak sesleri duyuluyor! Fakat kimsenin aldırış ettiği yok…

Kapitalist Dünya Tanrı’yı kıyamete zorluyor!

Armegeddon savaşı dünyayı kurtarmak için değil, yok etmek için başlatılmak isteniyor. Armageddon savaşı, Yahudiler ve evanjelikler bir yanda, diğer insanlar öteki tarafta yapılacak bir savaştır.

Bizde ki Armageddon Türkü/Kürde, Arabı/Aceme, Şii’yi/Sünni’ye, sağcıyı/solcuya, laiki/İslamcıya kırdırma politikasıdır.
UYAN!

Siyasi olarak Kalk ve tükür asrın maskeli vicdanına! Tükür medeniyet denilen tek dişi kalmış canavara!
Sözün namusu adına, insanlık vicdanının adına!
Kirletilen namuslar adına!

***

Her şeyin bir başlangıcı, bir sonu da vardır.

Hayat yalan ve vefasızlık üzerine bina edilmemelidir. Yoksa ortada huzur diye bir şey kalmaz…

Allah’ın sevgisi ve merhametinden rengini almayan bir toplum, uzun ömürlü yaşayamaz.

Üzülüyorum, bu memlekette ve bu milletin arasında yaşayan birçok değerler öldürülmüştür. Üstelik bu değerin üstü, ölü toprağıyla da örtülmüştür. Arkadaşlık, vefa, sevgi, sözünde durmak, doğruluk, dürüstlük bunlardan sadece bir kaçıdır…

Mesela düşünmeyi besleyen ‘okumak’ öldürülmüştür!
Elimizde kalan ise muhafazakârlık, taassup, fanatizm, gösteriş ve tembelliğimizdir.

Görülen o ki cehalet, aklımızı tutsak eder! Tutsak akıl ise ölü akıldır. Tutsaklık, mankurtlaşmaktır.

Eğer bu engelleri aşamazsak, peşimizden gelen nesiller bizi lanetle anar!

O halde düşünmeyi ve okumayı yeniden diriltmeliyiz!

Bir Japon, yılda 25 kitap okuyorken, ülkemizde yılda altı kişi bir kitap okuyor. Bu mutlaka tersyüz edilmelidir…

Allah’ın nuruyla birbirlerine bakanlar için söylüyorum,
Zaman, eylem zamanıdır, zaman, eyleme dönüşmüş dua zamanıdır, zaman, yüz üstü sürünenlerin ayağa kalkmak zamandır, zaman, adaletin ve mazlumun yanında olmak zamanıdır, zaman, zulme meydan okumak zamanıdır, zaman, Emevi kader anlayışıyla bağlanan iradelerin bağlarını çözmek zamanıdır!

***

İnanarak söylüyorum ki inanmak, düşünmekle başlar!

Düşünmeden inanmak, örümcek yuvasının sağlamlığını iddia etmek kadar zayıftır.

Düşünmeden inanmak nakıs olur. Düşünmek, aklı zorunlu kılar. Düşüncelerimizi ruhsuzluktan kurtarmak, onu aydınlığa çıkarmak zorunluluğumuz vardır.

Düşünmek sorgulamayı, sorgulamak anlamayı, anlamak kavramayı, kavramak en baştan en sona her şeyin tahkik ve tetkikini gerekli kılar…

***

Günümüz siyaset ve ticaret dilinin ruhsuzluğuna ve muhabbetsizliğine bakar mısınız?

• Biz neden böyle olduk?

• Neden kelamın aşkı öldü?

• Neden kelamın ruhu, muhabbeti ve aşkı öldürüldü?

• Bu ölü dil, birinin elinde neden öfkeye ve kine, diğerinin elinde yalan ve riyaya dönüştürüldü?

Bunu bir tespit olarak söylüyorum:

• Gelin birbirimizi anlayalım, anlamak için birbirimizi dinleyelim. Dinlemek için birbirimize tahammül gösterelim.

• Varsın sözlerimizi kimse alkışlamasın,

• Varsın sözümüze kimse itibar etmesin,

• Varsın sözümüzü beğenen olmasın!

• Varsın çoğunluklar kervan peşinde koşsun!

***

Şimdi soruyorum ve Cidden merak ediyorum!

• Acaba tevhid, kardeşlik, sevgi ve paylaşım gibi kavramlar aramızda ne zaman yaşayacak?

• Allah’ın rahmeti üzerimize ne zaman yağacak?

• Birliğin sağlanması kardeşlikle, kardeşlik sevgiyle, o da vermekle/paylaşmakla ne zaman gerçekleşecek?

• Bu teoriler pratiğe ne zaman dönüşecek?

• Çünkü yüreklerimizin sevgiye, cesarete, emeğe ve sabra çok ihtiyacı var!

• Yeter ki biz çayları derelere dönüştürelim. O dereleri nehirlerle, o nehirleri denizlerle buluşturacak ve denizdeki canlılara hayat verecek olan Allah’tır!

• Gözlerin yaşı, yüreklerin coşkusu, duyguların taşması hep bu gayrettendir!

• Allah’ın bu sevgisi, kullarına acıması olmasa, bu eylemlerimizin içinde cehdimiz/gayretimiz olmasa hiçbir şey olmaz!

• Sonuç olarak demeliyim ki, ahlak bizim davranışlarımızda bir simgedir.

• Ahlak, davranışlarımıza yön veren doğrularımızdır.

• Düzgün davranışlar iyi ahlakla, yanlış davranışlar kötü ahlakla çoğalır…

• Davranışlarımız düzgün oldukça, biz de düzgün oluruz.

• Biz doğru yaşadıkça, doğruluk da bizi doğru yaşatır.

• Allah hepimize Kuran ahlakı versin!

• Hazreti Resul gibi Kur’an’ı ete/kemiğe büründürenlere selam olsun!

Mahmut AKYOL

KORKU İÇİNDE YAŞAMAKTANSA, GELİN CANLAR BİR OLALIM…

logo5

KORKU İÇİNDE YAŞAMAKTANSA, GELİN CANLAR BİR OLALIM…

Allah’ın sevgi ve merhameti sonsuzdur.

Allah’ın bu sevgi ve merhametine güvenen Müslüman’a dünyada da, ukbada da korku yoktur!

Zira görünen, görünmeyen ne varsa hepsi bu sevgi ve merhamet sonucu yaratılmıştır.

Yaratmak, O’nun ‘kudret, adalet ve hikmetiyle’ olmuştur.

Var oluş birbirine sebeptir. Var oluş hiçbir kesintiye uğramaksızın devam eder. Bunu görmeyen, var oluşu da kavrayamaz!

Kur’an bu var oluşa (yaratılışa) ‘ayet’, Allah’ın mülküne ve yaratılışına ortak olmaya ‘şirk’, örtmeye ‘küfür’, her iki şeyi taşıyana da ‘Kâfir’ der!

Bir yerde şirk, küfür ve kâfir olması, bizim de böyle olacağımız anlamına gelmez!

Biz, yaptıklarımızdan sorumlu oluruz.

Takdir eden Allah’tır. Takdiri kabul etmeyen Allah’ın kullarıdır.

İhtiyaçtan fazlasını biriktirmek haramdır. Kıyametin kopmasına sebeptir. İnsanın insana yaptığı en büyük haksızlık ve kötülüktür.

Allah’a yakın olmak haksızlık, kötülük ve zulümle değil; sevgi, güven, aşk ve vefa duyularak olur. İnsan hep vefalı olmalıdır. Vefa, din de bir katmandır. Dinde zayıflık vefasızlıktır.

Mesela yaşadığımız topraklar, Allah’ın bize vermiş olduğu bir nimetidir. Bize bizden öncekilerden miras bırakılmıştır. Miras aslında bir emanettir. Bu mirasa vefa duymak dinin bir gereğidir.

Yeryüzünde sadece şirk, küfür, zulüm ve haksızlık var demek, bunları ortadan kaldırmaz! Ta ki insan gayretkeş ve hayır hak olmadıktan sonra!

Din de gönüllülük esastır. Din de seçim özgürce olmalıdır. Değilse o din, insanı aldatır. Kur’an’ın ‘dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin’. Deyişi bunun için kullanılmıştır. Din adına yapılan her yanlış iş zulümdür.

Zulüm, korku ile yaşar.

Son iki asırdır bu millet, din ve siyaset dilinde ki korkularla yaşamaktadır. Osmanlının toprak kayıpları, korkularımızın ve paniklerimizin temelini oluşturur. Bu sebepledir ki hala birbirimizle uğraşıyor, birbirimizi suçluyor, Batıcı, Türkçü, İslamcı ve etnik tartışmaların kavgasını yapıyoruz.

Bu yüzden kimse kimseyi anlamak istemiyor. Adeta bir cinnet hali, bir akıl tutulması yaşıyoruz. Kimse kendisine, tarihine, devletine, değerlerine sahip çıkmaya yanaşmıyor ve varoluşun temel taşlarında ki depremlerle ilgilenmiyor.

Müslümanlar, İslam’ın dinamik yapısını öne çıkartmak yerine, korkularını çağırıyor. İçtihat kapısı kapalı, akıl mahkûm, muhafazakârlık pirim yapıyor. Din alanında dinden çıkma korkusu, günah korkusu, hayatı cehenneme çeviriyor!

Din; korkularla değil, güvenle yaşar ve yaşanır. İslam, insanın dünyasında yüksek güven bilincini inşa etmek için vardır. Maalesef mevcut din anlayışı, insanın korkularını besliyor.

Korku, insanların dürüst olmasına manidir. Korku, aklın en büyük düşmanıdır.

Korkak insanlar, doğru bilgiyle ve gerçeklerle yüzleşemezler. Bu yüzden korkaklar, bilgi ve belge yerine, zanla hareket ederler.

Korkaklardan korkmak gerekir! Çünkü korkak insanların ne yapacakları kestirilemez.

İnsanda ki korku, güç üzerinden yürütülür. Korku kültürünün en kötü tarafı, korkunun içselleştirilmesidir.

Ölüm ve mezar, hayatın bilinmezliği, insanı hep korkutur.

Din denilince akla hep güven, kardeşlik, dostluk, paylaşım, vefa, sevgi ve merhamet gelmelidir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse korku kültürü hem dinin etkinliğini azaltıyor, hem de din istismarını kolaylaştırıyor.

Sesinizi uzaklara duyurmak için bağırmayın. Çünkü bağıranların anlatmak gibi bir dertleri yoktur. Değilse avazınız çıktığı kadar bağırın duyuramazsınız!

İslam tarihi acı yönetim tecrübeleriyle doludur. Ne yazık ki Müslümanlar, bu tecrübelerden ders almıyorlar!

Müslümanların geri kalmasının sebebi tembellik, cehalet ve birbirleriyle olan çekişmeleri ve duydukları hırslarıdır. Yoksa geri kalmışlığa sebep din değildir! 

“…Çünkü bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah’ta onların halini değiştirmez…” (Enfal/53)

Kur’an’da Müslümanlara hayatın ilkeleri teklif edilir. Bunun başında da ‘adalet’ ilkesi gelir. Kur’an Müslümanlara hep adil olmalarını, zulme sapmamalarını öğütlemiştir.

Ayrıca; ‘adaletten, emanetten, ehliyetten, meşveretten ve maslahattan’ ayrılmamalarını söylemiştir.

Eğer Müslümanlar soğukkanlı olsa, birbiriyle çekişiyor olmasa, yolsuzluklara bulaşmasa, birbirini kandırmaya kalkışmazsa, birbirine karşı yalan söylemezse, o zaman Müslümanlar demokrasiyi içine sindirmiş, ülke için doğru kararlar alabilirler…

Demokratik yönetim anlayışı, ortak bir akıl anlayışıdır. Yönetimde sürekli değişiklik sağlamayı hedefleyen açık bir sistemdir.

Ancak Batıdan ithal edilen demokraside akıl dışı, yalanla dolu ideolojik saplantılar vardır

Buna rağmen eğer Müslümanlar için demokrasi, bir yönetim biçimi olmaz, demokrasiye sadece ‘tağut, küfür, şirktir’ derseniz, insanları tereddüde ve çıkmaza düşürürsünüz!

Eğer Adaletin yerine ganimet, emanetin yerine kader, ehliyetin ve  meşveretin yerine Emevi yönetim anlayışını getirmek isterseniz; o zaman hem siz dini anlamamış ve hem de halka en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.

Dolayısıyla ülke yönetimini maceralara sürüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Macera içine düşen, zayıf kalan toplumlarda istikrar olmaz…

Bizde Batı muhalifliği toptancı bir mantık anlayışına dayanır. Kolaycılığa sapmış olanlar, halkı memnun edemediklerinde, günah keçisi olarak hemen, Batı menşeli şeyleri ‘ret’ yoluna giderler…

Siyaset, halkı yönetme ilim ve sanatıdır.

Halk, kendisine sunulan yönetim planını ister kabul eder, ister etmez. Neticede Demokrasi, çoğunluk ve katılımcılıktır. Demokrasi ve siyaset çağdaş insanın gelmiş olduğu bir sonuçtur.

Oy kullanmak siyasi bir tercihtir, dini bir tercih değildir. Bir partiyi tercih etmek ve ya etmemek senin iradene bağlıdır ve seni dinden çıkarmaz.

Fakat hırsıza, katile, yalancıya, doğa düşmanlarına, arka çıkmak siyaseti olamaz! Bunlara karşı mücadele etmek dinen farzdır. Eğer edilmezse, o kimse ahlaken yoksun demektir…

O halde gelin canlar;

Laik-Antilaik, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Asker-Sivil, Zengin-Fakir hep birlikte ayağa kalkalım, maddi-manevi gücümüzü hep birlikte ortaya koyalım.

Değilse korkarım ki; gelecekte olacak olanların bedelini hep birlikte öderiz!

Mahmut AKYOL

MANKURT NESİLLERLE TÜRKİYE BÜYÜYEMEZ!

logo5

MANKURT NESİLLERLE TÜRKİYE BÜYÜYEMEZ!

Grahem Fuller, ‘İslâm’ın yenilenmesi dünyada bir sorundur. Bu sorun, Müslümanlara bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu meseleye el atmalı ve yönlendirmeliyiz. Aksi halde olay istemediğimiz yöne evrilir ve kontrolümüzden çıkar…’ Der.

Bu bana zamanın Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın sözünü hatırlattı. …‘komünizm gelecekse onu da biz getiririz’…

Fuller’in demek istediği şeylerin gerçekleşmemesi için bu toprakların yerli güçleri, meseleye el atmalı, topluma yeni bir heyecan kazandırmalıdır.

Uyuşturulmuş toplumlar ancak, mankurt insanlar yani Fuller’in ve Tandoğan’ın istediği insan tipi üretirler.

İbn-i Haldun sosyolojik bir gerçekten bahsederken: ‘Toplumlar ekseriyetle içerden çürür ve yok olurlar, refah ve dış müdahaleler sadece bu iç çürümeyi kolaylaştır.’ Der.

Demek ki bir millet, ortak bir akıl ve tecrübeyle kendi küllerinden yeniden doğabilir. Fakat bu işler, başkalarının yönlendirmesi ile değil, hele bir Soros, bir Fuller ve bir Tandoğan’ın aklı ile olması hiç mümkün olmaz…

İşleri karma/karışık bir hale getirmemek lazımdır. Çünkü Mankurtlaşmış nesiller Türkiye’yi asla büyütemez! Türkiye ancak kendi zekâsı, kendi dehasıyla büyümelidir…

Elbette ki milletlerarası ilişkilerde karşılıklı çıkar ilişkileri olur, toplumların birbirlerinden etkilenmeleri normaldir ama ne kadar etkilerse etkilensin, bundan sonrada söz, benim ilmi-siyaset sahibi aydınıma düşer!

Düşünen, kafa yoran aydın, yaşadığı ülke toprağından ayağını kaldırmayan aydın, ülkesinin sorunlarıyla yüzleşen aydın, çözümler üreten, ne pahasına olursa olsun doğruluktan ayrılmayan aydın, insan olarak toplumunun çile ve yok oluş sancılarının yanında olan bir aydın mutlaka olmalıdır.

O aydınlar kim bilir, şu an İslam’ın çiğnenmiş hangi diyarında, hangi yıkık beldesinde kozasını örüyor, bilmiyorum…

Bu bakımdan Türk aydını, ulusalcı, tefeci ve küreselcilerin sofrasına oturmamalıdır.

Çünkü Türk aydını aklını özgür bir şekilde kullanmalı, bu ülkenin küllerinden yeni mucizeler inşa etmelidir.

Aydınlar, bir milletin hafızalarıdır.

Yeter ki bu hafızayı birileri silmesin, kör/topal, sağır ve dilsiz bırakmasın!

Son iki asırdan bu tarafa görülen hakikat şudur:

Toplumun güven duygusu kaybolmuş, asabiyeti çözülmüş, herkes birbirinden endişe eder olmuş, ülkede reform kapıları kapatılmıştır. Hatta teşebbüs edilen her reform hareketi budanmıştır. 

Bunun hesabının altından kalkmak zor olsa gerek…

Günümüz aydınlarının yapacakları iş, uyuyan devi uyandırmak, kuşkuları,  korkuları ve belirsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Anti-emperyalist, yerli ve yenilikçi çizgiye dönmektir.

Dahası Filibeli Ahmet Hilmi’lerin, Seyyid Bey’lerin, Mehmet Akif’lerin, ‘üçüncü yol’ dedikleri yolu canlandırmaktır.

Bu yol, ‘adalet’ yoludur.

Gelenekçi düşünceden çıkıp yenilikçi bir yola girmenin, ön şartı, birbirimizi sevmekten ve saygı duymaktan geçer.

Saygı duymanın, sevgi beslemenin ve birbirimizi anlamanın önündeki en büyük engel; din ve siyaset dilinin korku ve tehdide dayalı olmasıdır.

Hâlbuki farklılıklarımız zenginliğimizdir. Ondan desenli, yüzüne bakmaya doyulamaz kilimler çıkar.

Fakat Ülkemizde siyaset, dini yapı, itici ve nefret dolu…

Bunlar insanda korku uyandırıyor.

Aslında korkularımız ümitlerimizi bitirir.

Dünyanın bütün sorunları ve insanoğlunun bütün sıkıntılarının çözümü bu korkularda saklıdır.

Tersinden bakacak olursak, insanın mutluluğu sevmek, saymak ve kardeş olmakta gizlidir.

Bir dünya iki hükümdara azdır’ zihniyeti, hala geçerliliğini korumaktadır.

Demem o ki insanlar, toplama kamplarında üst üste yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar!

Çünkü yaşamış değiller!

Aynı vatan toprağı üzerinde yaşayan ve aynı toprağın kaderini paylaşanlar, hala birbirinde farklılıklar arıyor! ‘Ben mükemmel, sen sapık, ben hidayette, sen delalette, ben mümin sen müşrik…’ Sözleri ortalığı toz/dumana katıyor.

Eğer herkes, İslami ve evrensel değerler etrafında toplansa, sorunlarının çözümünü ‘adalet ve yansızlıkta’ görse; o zaman ne zulüm olur, ne mazlumun kanı akar, ne açlık boy gösterir, ne hırsızlık olur ve ne de hiçbir şey çalanın yanına kar kalır.

Bu yüzden insanın gözlerini, kulaklarını ve vicdanını hakikate kapatması, kendine karşı işlediği en büyük zulümdür…

Farklılıklarımızı iktidara taşımak için ırkçılık yapmaya, kin beslemeye,  ötekini  tasfiye etmeye ve meseleyi bir mezhep savaşına dönüştürmeye gerek yoktur.

Bakınız Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin haklı/haksız oldukları tartışmasını bir kenara bırakalım da, önümüze bakalım. Zira bunun sonucu, Müslümanlara ağır gelmiştir. Halen de yanan ateş söndürülememiştir.

Zamanımızda yaşanan olayların fitilini ateşleyen güçlerin, dış kaynaklı olduğunu görmek zorundayız.

Zira yol üstünde bağı olanın başından dert eksik olmuyor. Abdullah İbni Sebe iş başında, o fitneci hala şeytanın işini yapıyor…

Osmanlının çöküşünde ve yıkılışında, Birinci Dünya Savaşında, milletlerin perişanlığında hep bu ideolojinin kirli ve kanlı yüzü görülür.

İsrail oğullarının beş bin yıldan beri kedilerini hep üstün ırk ve diğer milletleri de köle olarak görmeleri, insanlığın ufkunu karartmıştır.

Arzı- Mev’ut uğruna Amerika bile, milli çıkarlarından vazgeçmiştir.

Dünya milletleri ‘Kapitalist Düzeninin’ etkisi altında tutulmuştur. İki Müslüman yardımda bir araya gelmiyor…

ABD ‘Kapitalist Düzeni’ bir projedir. Kızılderililer üzerinden Yahudi film şirketleri, insanlıktan intikamlarını almışlardır.

Katılıyorum bu görüşe

Yol yapmak güzel de, o yolda senin ürettiğin bir araban yoksa, arabaların benzini keşke ithal olmasa, şehirleri rengârenk ışıklarla donatılması güzel de, keşke o ampulün ışığı ithal olmasa

Mahmut AKYOL