DÜNYAYI BUHRANDAN İYİLİK, GÜZELLİK VE DOĞRULUK (İSLAM) KURTARACAKTIR!

logo5

DÜNYAYI BUHRANDAN İYİLİK, GÜZELLİK VE DOĞRULUK (İSLAM) KURTARACAKTIR!

Konuya geçmeden önce şu hususu açıklayalım.

Devlet nedir?

Benim görüşüme göre devlet düzendir, adalettir, mazlumun hakkını zalimden almaktır!

Allah’ın elçileri zahiren devlet kurmak için değil, bizzat devletin üzerinde oturacağı ilkeleri açıkladılar.

Yani Adalet, emanet, ehliyet, maslahat, meşveret, ilkeleri…

Devlet, psikolojisi gergin, durgun ve tutkuları ölü kimselerce değil, enerjisi tükenmemiş, cesur ve kararlı, hak yemekten korkanlarca yönetilirse, bir anlam ifade eder.

Ha devlet, ha aile, fark etmez… Her ikisine de içten ve deruni bağlılık ister!

Güç, inanç, enerji ve bağlılık… Bunlar aynı zamanda yaşamın güvenç kaynaklarıdır. Bu kaynaklar insanın geleceğe olan inancını canlı tutar.

İnsanın bazen sevimsiz, hırçın, yorgun ve isteksiz olması, yaptığı işlerin iyiye gitmemesinden dolayıdır.

Emeğinin karşılığını almaya çalışanlar, işlerine daha özen gösterenler, daha bir mutlu olanlardır.

Bu sebeple denilebilir ki, yurdumun gücüne ve enerjisine inanç duyanlar, devleti yıllar boyu yaşatabilirler. Sen de tutkularını yaşat ki, devletin yaşasın!

Diğer yandan hiç unutulmasın ki, devlet adale ile yaşar, zulüm ile yıkılır.

Devlet vatan olmadan, bayrak, para ve dil olmadan olmaz. Çünkü bu kavramların içleri özgürlük ve bağımsızlıkla doludur!

Devlet, özgürlüğüne kıskançlıkla bağlı olan, başkalarına el açmayan bir milletçe korunur ve kollanır. Zira yardım almaya alışanlar, buyruk almaya da alışırlar. Buyruk almaya alışan yönetecekler devleti, her bakımdan kendilerine benzetirler!

Buyruk almaya alışan Yöneticiler korkaktırlar, pısırıktırlar, düştükleri yeden kendi başlarına ayağa kalkamazlar! Ayağa kalkmak dirilmektir. Sorumluluk ise millete hizmet, cennete yatırımdır.

Gelelim ana konuya:

İslam Ülkelerine bakıyorum da, şekli ve sayısı fazla olan bir hayli Müslüman görürsün…

İkiyüzlü, din dilinde ‘MÜNAFIK’ bir hayli Müslüman…

Konuşunca “yalan” söyleyen, emanete “ihanet” eden, söz verdiğinde “sözünde” durmayan, yeminlerini davranışlarına “kalkan” yapan o kadar çok insan türedi ki yeryüzünde…

Bakarsın ki dünyada erdemlilerin soyu tükenmiş…

Dostlarım, şimdi sizden ‘Fatiha Suresi’ kadar sık okuyacağımız bir sureden bahsedeceğim.

Yani “Münafikun” Suresinden!

Münafikun Suresi 11 ayet, Medine döneminde inmiştir. Sure, münafıkların genel karakter ve özelliklerinden bahsettiği için bu adı almıştır.

Sure Müslümanlara, Münafıkların görünüşlerine aldanmamaları ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık olmaları konusunda ikazda bulunur. Münafıkların mümeyyiz vasfı olan dünya sevgisi, dünyanın geçici nimetlerine aldanmamayı, ölüm gerçeğini dikkate alarak Allah’ın zikrinden asla gafil kalmamayı öğütler.

On Bir Ayeti buraya almak istiyorum.

1-2- Münafıklar/infak etmeyenler sana geldiklerinde, “inan ki sen Allah’ın Resûl’üsün, bundan hiç şüphemiz yok!” deyip duruyorlar. Allah biliyor, tabi ki sen O’nun Resûl’üsün; hiç şüphe yok. Allah olup biteni görüyor. O münafıklar/infak etmeyenler kesinlikle yalancıdır; bundan hiç şüphen olmasın. Dil ile ikrarlarının arkasına sığınıp Allah yolundan boyuna yan çiziyorlar. Yaptıkları açıkçası çok çirkin.

3- Çok çirkin, Çünkü onlar önce iman ettiler sonra küfre kaydılar. Kalpleri mühürlendi onların. Artık sözün maksadını idrak edemezler.

4- Baksana dış görünüşleri hoşuna gider. Oldukça çekici konuşurlar. Kendilerinden gayet emin görünürler ve her lafı aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, uzak durun onlardan. Allah belalarını versin, nasılda dönüp duruyorlar!

5- Gelin, Allah’ın Resûl’ü sizin için bağışlanma dilesin!” denildiği zaman burun kıvırdıklarını, büyüklük taslayarak yan çizip gittiklerini görürsün.

6- Onlar için bağışlanma dilesen de, dilemesen de fark etmez. Allah onları asla bağışlamayacak. Muhakkak ki Allah, fasıklar kavmini hidayete erdirmez; bundan hiç şüphen olmasın.

7- Diyorlar ki; “Resûlallah’ın yanında bulunanlara infak etmeyin (bir şey vermeyin) ki, onlar dağılıp gitsinler.” Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır; lâkin münafıklar/infak etmeyenler idrak edemezler.

8- Diyorlar ki; Eğer biz şehre döndüğümüzde şan ve şeref sahibi olan bizler ayak takımını oradan sürüp atacaktır.” Oysa İzzet Allah’ın ve O’nun Resul’ünün ve müminlerindir. lâkin münafıklar/infak etmeyenler bu bilinçten yoksundurlar.

9- Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne de evlâtlarınız sizleri Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Her kim öyle yapmazsa kaybeder.

10- Ecel kapıyı çalınca “Rabbim beni kısa bir süre için ertelesen de herkese yardım etsem, iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanlardan olsam” demek istemiyorsanız bugünden tezi yok verdiğimiz rızıklardan infak edin/verin.

11- Oysa Allah, ecel kapıyı çalınca hiç kimseyi ertelemez. Allah bütün yaptıklarımızdan haberdardır.

Hep düşündüm:

Din üzerinden insanlar niçin bir diğerini kandırma kolaylığına girer?

Öyle ya!

Kaybetse bile (!) insan için dinin sermayesi yoktur. Bu anlamda din zenginlerin eline geçerse saltanata, egemenlerin eline geçerse afyona dönüşür.

Yoksulların ve garibanların vicdanında din, bir çığlık ve protestodur. Tarih boyu bu hep böyle olmuştur. Şu an da böyledir.

Bir kere insanı inandırdın mı her şeyini verir. Onlara ne satarsan da tereddüt duymadan alır.

Kur’an’ı Kerimde Allah’ın adına yemin etmek, O’nun adını kullanarak insanları sömürmek ve insanları Allah ile aldatmak çirkin işlerden, en büyük günah sayılmıştır.

  • Çünkü gerçek Müslüman doğru ve dürüst insandır.
  • Gerçek Müslüman, kimsenin hakkını yemeyendir.
  • Gerçek Müslüman, kendisine, doğaya ve çevresine zarar vermeyendir.
  • Gerçek Müslüman, komşusu açken tok yatmayandır.
  • Gerçek Müslüman, yardımsever ve paylaşmayı çok sevendir.
  • Gerçek Müslüman, elindeki ekmeğini bölüşen güzel ahlak sahibi insandır…

Bu yaşantı içinde olan insan ilk olarak kul hakkından sorguya çekileceğini bilir!

Demek ki, asıl olan kul hakkıdır!

Bu hakkı hafife alanlar; genelde İslam’ı okumuş, anlaşmış, özündeki hakikati görmüş değillerdir. Hali hazırda yaşattıkları din, Kültür dinidir, yani “atalar dinidir”…

Kültür dini, İslam’ın özünden haberi olmayanlar, işi kolaycılığa dökenlerdir. Türbelere gitmek, oraya çaput bağlamak, mum yakmak, ruhanilerin seslerini duymak vs.

Peki, asıl din nedir?

İhtiyaçların, rızıkların, nimetlerin bölüştürülmesi, eşitlik, adalet, dürüstlük, doğruluğun yaşatılmasıdır

Kuran’da 14 peygamber kıssası, 10’a yakın da tarihsel kıssa ve 22’ ye yakın da mesel bulunmaktadır. Bu kıssaları hikâyeye, mucizeye, masala ve efsaneye dönüştürenler, işi kayadan deve çıkartmaya kadar götürmüşlerdir.

Bu olay karşısında güya insanlar hayrete düşmüş, korkmuş ve iman etmişlerdir. Hâlbuki Allah, böyle bir iman şeklini Nebilerinden istemiş değildir.

Allah’ın Nebilerinin hiç birisi bir Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanı güce, korkuya, dehşete, hayrete ve “Mucizeye” dayalı biçimde Hakk’a çağırmadılar.

Yani  onlar söze dayalı “Ayatun-Beyyinat” la tebliğlerini yaptılar.

Kur’an kaynağı bakımından Allah’ın sözü, insanlara seslenme ve ulaştırma bakımından kerim elçinin sözüdür. Çünkü insanlar karşılarında Allah’ı değil; elçiyi görmüşlerdir.

Elçi bir kâhin, ruhban, sihirbaz, şair olmadığı gibi filozof, bilim adamı veya felsefeci de değil, emin, güvenilir, dürüst, içli bir kalbe, temiz bir vicdana, berrak bir zihne ve ruh dinginliğine sahip bir insandır.

Kişinin mü’min olup olmadığı; kelimeyi-şehadet getirerek, namaz kılarak, oruç tutarak, hacca giderek değil, infak edip etmediği ile sevgi, merhamet ve cömertliğiyle ölçülür.

İnfak etmeyene münafık denir. Kur’an’da en büyük günah, servet yığmak ve böylece Allah’ın mülküne ortak olmaya kalkışmaktır.

Bu açıdan mülk dörde ayrılır:

Siyaset, servet, şöhret ve şehvet…

Bunların dördü de bir şeye sahip olmayı ifade eder ve insanlar buradan kaybederler.

Mahmut AKYOL

 

ADALET, EŞİTLİK, CÖMERTLİK, CİMRİLİK VE YALAN KAVRAMLARINA İSLAM’İ BAKIŞ!

logo5

ADALET, EŞİTLİK, CÖMERTLİK, CİMRİLİK VE YALAN KAVRAMLARINA İSLAM’İ BAKIŞ!

Baskı, zulüm ve zorbalık kalkıncaya ve din tümüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer son verirlerse, Allah yaptıklarını çok iyi görüyor.’ (Enfal suresi 39)

O halde,

Ey iman edenler, iman edin ve bu istikamette çalışın!

Ey iman edenler, Allah’a güvenin!

Ey iman edenler en güzel söz, en doğru söz, Allah’ın sözüdür! Sakın ondan ayrılmayın…

Allah’a inanıyorum diyerek sakın servete, siyasete, şehvete ve şöhrete tapmayın!

Ey iman edenler, Allah’ın sözünü ete kemiğe büründürün ki yalandan, fitneden kurtulup Müslüman olun!

Bu ön cümlelerden sonra gelelim asıl konuya.

Ülkemin ve insanlığın temel sorunu ‘açgözlülüktür’. İnsanlık, bu sorunu ancak ‘Eşitlikle’ çözer, değilse dünya, bir yanardağ gibi kaynayacaktır.

Taki insanlık, ’adaletin’ terazisinde işlerini tartar, arzularına gem vurur ve aklını da boşa kullanmazsa, enerjisini boşuna kullanmamış olur, değilse; bu insanın geleceğinden korkulur…

Eşitlik, ya biçimsel olur, Aristo’nun ‘dağıtıcı adalet’ dediği şeydir. Kişinin dil, din, ırk, bölge, kavmiyet, milliyet, mülkiyet, cinsiyet vs. ayrımı yapılmaksızın herkesin eşit görülmesidir. Burada adaletin gözü kapalıdır, kimin ne olduğuna bakılmaz.

Ya da fonksiyonel olur, burada adaletin gözü açıktır. Kimin ne olduğuna bakılır. Örneğin yemek dağıtılırken herkesin yemek hakkı olduğunu söylemek biçimsel eşitliktir. Kimseye dili, dini, ırkı, bölgesi, mülkiyeti, cinsiyeti veya yaşı sebebiyle ayrımcılık yapılamaz. Fakat çocuklara ayrı, hastalara ayrı yemek vermek fonksiyonel eşitliktir.

Bir sancımızda şudur:

İslam’da eşitlik yok; adalet var’ çelişkisidir.

Bazı Müslüman çevrelerde ‘eşitlik’ kavramı, hala itici bir kavramdır. Kavramı dile getirmek bile abesle iştigaldir…

Söz İslam’dan açıldığında mangalda kül bırakmayanların, burada gerçekten İslam’dan haberleri olmadığı anlaşılıyor.

Kanaatimce bunun sebebi mezheplerin, cemaatlerin ve tarikatların yaşayan İslami alanı sıkıştırmasıdır.

Peki, doğrusu ne?

Allah, yeryüzünün rızık ve rızık kaynaklarını, güç ve güç kaynaklarını zenginler arasında dönüp duran bir tahakküm aracı değil, bilakis insanlar arasında eşit bir şekilde kullanılmasını ister!

Lakin Allah’ın takdir ettiği bu düzen, insanların şeytani hırsları sebebiyle mütemadiyen bozulur, dünyanın son gününe kadarda bozulma devam edecektir!

Allah, yeryüzünde bu düzenin kullanma biçimini insana bıraktı ki, düzen bozulduğunda, zengin ile yoksul arasındaki uçurum derinleştiğinde insan sorumlu tutulsun!

Bunlar dendikten sonra, arkasından şu sarsıcı uyarıları zikredebiliriz:

İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?’ (Kıyamet;36)

Allah, Kur’an’da şöyle dedi:

Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar az şükrediyorsunuz?’ (Secde; 9)

Sonra dedi ki:

Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu? , Hacılara su verme ve Mescid-i Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?’ (Tevbe; 19)

Sonra dedi ki:

Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?’ Nisa; 95,

Sonra dedi ki:

Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?’ (Nahl; 75)

Fakat rızık ve rızık kaynaklarının gaspı konusunda Allah’ın rızası yoktur! Öyle ki yoksulluk boyutundaki eşitsizlik, ‘Allah’ın nimetini inkâr’, açlık boyutundaki eşitsizlik de ‘Allah’a ortak koşmak’ olarak görülmüştür.

Elbette ki insanlar aralarında hiç fark yokmuş gibi düşünmek, bu farklılıklardan eşitsizlik çıkarmak, dahası bunu bir ayrıcalık olarak düşünmek doğru değildir.

Dünya hayatında insanlar arasında fizikî, tabiî, ahlaki veya amelî bir takım farklar olur ve olacaktır da!

İnsanoğlunun dünyaya gelişinden itibaren dil, din, ırk, renk, mülkiyet, cinsiyet, kavmiyet ve milliyet temelinde yaşanan farklılaşmalar olmuş, olmaya da devam edecektir.

Fakat bu oluşlar bile, rızık ve rızık kaynaklarında bir eşitsizlik oluşturmaya imkân vermez!

Kuran, eşitlik kavramını yaratılışta, rızık ve rızık kaynaklarının nasıl kullanılması gerektiğini anlatmakta kullanmış, dahası sevgiyi, adaleti, paylaşmayı ve vermeyi zekâta, sadakaya, infaka, karz-ı Hasene ve i’ta gibi emirlere bırakmıştır.

İnsan bunları hakkıyla yaparsa, dünyada insan için bir sorun kalmaz!

Bu sebepledir ki İslam, “kenz etmeye” karşıdır.

‘Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele!’ (Tevbe Suresi 34)

O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı!’ (Tevbe Suresi 35)

Kur’an, nelerin birbiriyle eşit olamayacağını zaten söyledi.

Yani oturanla cihat eden, başkasına köle olanla, kendisi kazanıp gizli açık infak edenin eşit olamayacağı gibi…

Fizikî farklılıklar kör ve sağır, gören ve işiten, doğadaki farklılıklar aydınlık ile karanlık ve ahlakî farklılıkların hiç birisi rızık ve rızık kaynaklarının eşitçe paylaşılmasına ve dağıtılmasına mani değildir.

Keza bu farklılıklar üstteki-alttaki, ezen-ezilen, zengin-yoksul, yöneten-yönetilen, doğulu-batılı, zenci-beyaz, kadın-erkek, asker-sivil, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt, Arap-Acem vs. eşitsizliklerine yol açmamalıdır.

Eşitsizliklere yol açmaması için Müslüman şunu yapmalıdır:

Allah’ın sözü hayattır, tabiattır, Kur’an’dır! Bunun adı da; ‘cihattır’!

Hal dilinin en etkili ifadesi ‘cömertliktir’.

Cömertlik, kişinin kendisine ait olan şeyi, bir başkasıyla paylaşmasıdır. Diğer bir ifade ile cömertlik “kendisi ihtiyaç sahibi iken elindekini daha muhtaç olan birine vermesidir ’İsar’.

Cömertlik; muhtaç birine el uzatmak, kırık bir gönlü teselli etmek, aç birini doyurmak, hasta olana ilaç olmak ve bir çıplağa urba giydirmektir!

Cömertlik adına iyi, güzel, doğru, faydalı, hayra dönük şeyler yapılırsa bu, Allah rızasıdır. Değilse; yapılan her iş boş bir çabadır…

Cömertlik olmasaydı dünyada taş taş üstüne konmaz, ‘ümran’ hayatta olmazdı. İnsanın dünyadaki amacı bence budur!

Cömert kişinin önünde hiçbir engel duramaz!

Cömert her şeye ve herkese yakındır.

Cennetin kapısını cömertler açar!

Cömert insan, hiçbir şeyi kendine gurur yapmaz.

Cömert paylaşımcıdır, hayırda yarışandır.

Cömert davranış sahibi insanın huyu ve ahlakı sebebiyle kemalde zirvedir.

Kişide ki sevinç ve mutluluk, tarif edilmesi zor bir hazdır. Haz doruğa çıktıkça, cömertlik de o oranda artar.

Elindekileri vermekte, harcamakta zorlanan insan, ‘cimri’ insandır.

Cimrilik bencilliği, bencillik bireyselliği doğurur.

Cimri, kendisinden başkasını asla sevmez, düşünmez ve kendisinden başkasını beğenmez.

Cimri, ihtiraslarının esiri ve kurbanıdır.

İnsan, cimriliği sebebiyle toplumdan tecrit olur. Tecrit olmak hayırsız, faydasız olmak, sosyal ilişkilerde soğuk olmak demektir.

Toplumun bir birlerine karşı soğuk olmasının sebeplerini, buralarda aramak gerekir.

Sevgi nimetinden, saygı erdeminden uzak düşmüş birisi zaten verimsiz ve insanlığa karşı soğuktur.

Demem o ki veremeyen, paylaşmayan, soğuk olan kimselere ‘cimri’ demek yanlış değildir.

Cimri insan nefsine meyilli olur.

Cimri, sekülerdir.

Burada içimi ‘Coronadan’ çok yakan, insanların ‘cimriliğidir’. Halkın bankalara koşarak parasını altınla ve dolarla değiştirmesi, kendisinden başkasını düşünmediğini gösterir…

Yalan söz sahibini itibarsızlaştırır.

Yalan, sevgi bağlarını çözer, inanma hissini zayıflatır.

Yalan davranışlar, insanda nefret duygusunu uyandırır.

Yalanın olduğu yerde şüphe ve itimatsızlık artar.

Yalan bir ortamda kişi de olsa, devlet de olsa sonunda yıkılır!

Yalan, rızkı azaltan faktörlerin başında gelir.

Yalanla iman bir arada durmaz!

Mahmut AKYOL

 

YARATILIŞA VE ORTAK BİR AKLA ÇAĞRI

logo5

YARATILIŞA VE ORTAK BİR AKLA ÇAĞRI

Bir okuyucu dedi ki:

Biz dünyaya niye getirildik?  Bizim getirilmemizdeki amaç nedir? Allah yaratılışımıza neden gerek duydu?”

Buna benzer soruları çok duydum.

Doğrusu, bu soruları muhatabına sormak lazım!

Çok insan gördüm, dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmeden bu dünyayı terk edip gidiyor…

Aslında insan var olduğu günden beri, şu gök kubbe altında bu soruları hep soruyor…

Kitaplar ve peygamberler gönderen Allah, bu tereddütleri gidermiş olmasına rağmen insan, “Nisyan ile malul” olduğundan çok çabuk unutuyor.

Nasrettin Hocaya sormuşlar:

  • İnsanlar niye hep aynı yöne gitmiyor da farklı farklı yönlere gidiyor?”

Hoca:

  • Herkes aynı yöne gitseydi, dünyanın dengesi bozulurdu.”

Demek ki, insanın dünyaya niçin geldiğini anlamayanlar ve geldikten sonra ne yapacağını bilmeyenler olacaktır.

Allah, insanın problemlerini çözmek için eline üç bilgi kaynağı vermiştir:

  1. Beş duyu
  2. Akıl
  3. Resulün Haberi

Aklın izah edemediği şeyleri “Nakil” çözer. Fakat Allah beni niçin yarattı, niçin imtihan edecek sorusu, aklın alanının dışındadır.

Allah Evreni sevgi ve merhamet üzere yarattı. Bu yaratma O’nun “takdiridir”. Allah, Kitaplar ve Peygamberler göndermek suretiyle bu sevgi ve merhametinin devamını sağladı.

Allah’ın Takdiri” insanın, tarihin, hayatın ve doğanın işleyişidir. İnsan bu işleyişe (yasalara) uymalı ki tarih, hayat ve tabiat insanın felaketi olmasın. Varlık ve oluş kanunlarını tayin etmek Allah’a, onlara uymakta insana aittir.

Varlıkların içinde akıl verilen tek canlı insandır. O da bu aklıyla kendi “kaderini” yazar.

Öte yandan, Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız;” (İsrâ Suresi 13. Ayet)

Bu Kitap’ta hiçbir şüphe yoktur. Allah bilinciyle yaşamak isteyenler için bir yol göstericidir.” (Bakara/2)

Yaratılış her ne kadar içeriden bir kuvvetle inkişaf ediyorsa, İlahi irade bunun dışında değildir. Tohumun çatlaması, dünyaya gelmesi bir sancıyı gerekli kılsa da, Allah’ın takdiri olmadan olmaz!

Materyalist doktrin aklı burada karıştırmış, olup biten her şeyi bir tesadüfle izaha çalışmıştır.

Bizim boyun eğdiğimiz güç, görünmez bir güçtür, bu güç; Allah’tır.

Allah nerededir diye sorulsa, cevabı basittir:

Ne yerdedir, Ne göktedir, İçimizdedir, Sokaktadır, İşimizdedir, Evimizdedir… Vb. Kısaca Allah her yerdedir.”

Evren; inorganik, bitki, hayvan ve insana gelinceye kadar evrim geçirmiştir. Bu bir tesadüf değil, Allah’ın takdiridir.

Önceki yazılarımda bunları yazdım, lakin anlaşılmamışım…

Fizikten metafiziğe, ilkellikten gelişmişliğe doğru evrilme, her kategorinin kendi içinde katmanlara ayrılma tesadüf değildir. Takdirdir!

Kim ne söylerse söylesin insanlık tarihi; 12 Bin yıl önce, buzulların erimesi ve suların kuzeye çekilmesiyle birlikte başlamıştır.

Bu çekilmeyle birlikte, yeryüzüne sahip çıkacak olan Âdem ve Havva’yı Allah, “Nefsi Vahide” olarak yaratmıştır. Havva Âdemin kaburga kemiğinden olmamıştır.(!)

Allah, Âdem ile Havva’yı cennete yerleştirirken, onlara cennette dilediklerini yapma özgürlüğü vermişti. Ancak bu geniş özgürlüğün bir tek istisnası vardı. O da cennette bulunan bir ağaca, hiçbir şekilde yaklaşmamak ve meyvelerinden yememekti. Bu ağaç, “Şeceretü’l Huld” (sonsuzluk ağacı). Ancak Âdem, İblise uyarak bu uyarıyı ihlal ettiler, akabinde her ikisi de pişmanlıkla Yaradan’a şöyle yalvardılar:

Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 7/23)

Allah onların dualarına icabet etmiş, ancak yaşamlarına yeryüzünde devam etmelerini murat ederek onlara şöyle seslendi:

“… Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan mahşere çıkarılacaksınız.” (A’raf 7/25)

Allah’ın yaratması “Hay” sıfatıyladır. Maddeyi hareketlendiren, tohumu çatlatıp hayata çıkaran iç kuvvet budur. Bütün kimyasal tepkimeler bu kuvvet sayesinde olur. Her fizik olayı ve her biyolojik oluş, Allah’ın “Hay” sıfatının bir tezahürüdür.

Tevhidin esası, bundan ibarettir.

Yani Allah’ın katılmadığı hiçbir şeyin olması asla mümkün değildir.

Âdem’in çocukları arasında çıkan problemler sembolik olarak insana gösterildi. İnsanlığın en kadim meselesi:

Can ve mal güvenliği meselesidir. Tarih boyunca bu iki mesele kıyamete kadar hiç bitmeyecektir.

Bütün Peygamberler ve Peygamberimiz bu bitmeyecek olan meseleyi nasıl çözdüklerini, tevhit, adalet ve eşitlik ilkelerinin hayata nasıl yansıttıklarını hayatlarıyla göstermişlerdir.

İnanıyorum ki insanın yeryüzüne gelişi bunun içindir! İnsanın bu gelişi Allah’ın rızasıdır.

Yani Allah’ın rızası, hiç kimse elindeki mülk ve güçle bir başkasına zulüm etmesin, hegemonya kurmasın yönündedir…

İnanıyorum ki insanın sınavı, gelişi budur!

Diğer yandan Allah, her akıl sahibine taşıyacağı kadar yük yüklemiş, kişiye de aklının oranında sorumlu tutmuştur. (Bakara Suresi 286.)

Günümüz meselelerini, hırsı sebebiyle karmaşık hale gelmiş meseleleri bir akılla yürütmek ve çözmek zor gözüküyor. O sebeple akılların birleştirilmesi ve sorumluluğun paylaşılması lazımdır. Akıllar birleştikçe, istişare artar ve sorumluluk artarken gerçekte yük hafifler.

Bu sebeple ortak bir amaç için, ortak akıl platformuna ihtiyaç vardır.

Eğer hayatta bir amacınız, bir önceliğiniz, birbirlerini anlayan ve paylaşan insanlarınız yok ise; amacınızda bir adım dahi atamazsınız!

Bir şey yapmadan bu dünyadan çekip gitmek kadar büyük bir talihsizlik daha olamaz.

Bilinmelidir ki Allah, çağın insanına çağının hesabını soracaktır.

Birlik ve beraberlik (birliktelik) için:

  • Önce kalplerin birbirine ısınması lazım,
  • Bir birine dua etmesi lazım,
  • Duanın özü, insanın birbirinin iyiliğini istemesidir.

Bunun nasıl olacağını Hz. Resul şöyle demiştir:

İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek için de aranızda selamı yayınız… Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize hasım olmayınız. Birbirinizin arkasından çekiştirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!”

YANİ:

Barışı, adaleti, sevgiyi, iyiliği, güzelliği ve doğruluğu aranızda yayın ve birbirinize güven duyun…”

Kalpleri döndürecek, öldürüp diriltecek olan Allah’tır. Bu bakımdan herkes O’na yönelmeli, O’ndan istemeli ki, Allah kalplerinizi diriltsin.

Cenab-ı Hak buyurdu ki:

Nizalaşmayın, sonra başarısız olursunuz.”

Yine buyurdu ki:

Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ki,  tefrikaya düşmeyesiniz.”

Allah’ın bu ikaz ve uyarılarına rağmen insanların bir araya gelmeyişleri, birlik olmayışlarının sebebi kanaatime göre şunlardır:

  • Kimse, akılını kullanmıyor, kaldı ki günümüz meseleleri tek akılla çözülecek kadar basit gözükmüyor.
  • Kimse, mensubiyetcilik ve kavmiyetçilik derdinden kurtulmak istemiyor.
  • Kimse, kimseyi Allah için sevmiyor.
  • Kimse, kimseyi sevmediğinin sebebi insanın kibri ve bencilliğidir.
  • Kimse, kimseyle eşit olmak istemiyor.
  • Kimse, hatasını görmek istemiyor.
  • Kimse, yanlışına sahip çıkmıyor.
  • Kimse, dili ile kalbi arasında ki insicamı kurmak istemiyor.
  • Kimse, ahiretin geleceğinden endişe taşımıyor.
  • Kimse, gücün ve güçlünün değil, Hakk’ın ve haklının yanında yer almıyor.
  • Kimse, Allah’ın kitabını bilinçlenmek için okumuyor,

O kitap ki, bir öksüzün vicdanından insanlığa sunuldu.

  • O kitap ki, vicdanlarda duyularak hayata taşındı.
  • O kitap ki, insanlara unuttuklarını hatırlatsın diye Rabbimiz adına “Zikr” dedi.
  • Diğer bir adına Rabbimiz “Kerim” (cömert) dedi.
  • Kimse, o “Zikr” ve o “kerim” kitap bana ne diyor diye aklından geçirmiyor.
  • Kimse o zikri duvarlardan indirmek istemiyor.
  • Halbuki o kitap, ölülere değil; dirilere gönderildi.

Güzel ahlâkı, doğru yolu, sözü, namusu, ahde vefayı anlatmak için indirildi.

Mahmut AKYOL

EMEVİLERİN ÜMMETE DAYATTIĞI MUAVİYE’NİN KADER ANLAYIŞI

logo5

EMEVİLERİN ÜMMETE DAYATTIĞI MUAVİYE’NİN KADER ANLAYIŞI

Zatından başka ilah olmayan Allah’a hamd ederim.

Yaratan, yaşatan, koruyan, kollayan, yol gösteren, sevgi ve merhameti sonsuz olan, Hakk ve adaleti engin olan Allah’a şükür ederim!..

Arkadaşlar!

Gelin bu “Güce” kul olalım…

Tarih boyu insanlıkla iletişim halinde olan Risalet makamındakilere selam olsun…

Dostlar!

Yazı yazmak ve okumak, sözü adaletle buluşturmak zordur. İnanca, emeğe, düşünceye saygı duymak, bağımsız ve özgür kalmak zordur. Her insan gibi ölümün soluğunu hissetmek ve geçmişle yüzleşmek çetin bir iştir…

Kardeşlerim!

Sizlerle birlikte bugün bilgiden ziyade, “bilinç” (farkındalıkta süreklilik) kazandıracak bir dünyada gezmek istiyorum.

Mesela “Müslüman” olmak bir bilinç işidir. İslam, sıkıştığımız her zamanda sıkışıklığımızı gidereceğimiz bir alan değildir. Din, Güç sahibinindir. Allah ile birlikte olmak için, dinin içinde olmamız gerekir.

Bunları, Bakara Suresinin 177. ayetinde de görmek mümkündür.

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanmanız; o çok sevdiğiniz servetlerinizden akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlere vermeniz; canı gönülden namaz kılmanız; zekâtı vermeniz; sözünüzün eri olmanız, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germenizdir. İşte bunlardır sözü namus bilenler! İşte bunlardır Allah bilinciyle yaşayanlar!”

Gelelim konuya:

İslam tarihi boyunca üzerinde en çok tartışması yapılan konu “KADERDİR”. Sebebine gelince, insanoğlunun kendisi için “zalim ve cahil” oluşudur. Zira “KADER’E” bakmak, çıplak gözle güneşe bakmaktır.

KADER” denilince insanoğlunun aklına şunlar gelmiştir.

Kötü kader”, “Kaderin oyunu”, “Alın yazısı”, “Bu benim kaderim”, “Kaderimde varmış”, “Ne yapayım yapılacak bir şey yok”, “Elimden ne gelir ki”, “Bunu ben seçmedim” , “Allah benim için takdir etti.(!) Vs.

Nereden bakılırsa bakılsın, bu kavramların her birinde bir acizlik ve bir isyan vardır…

Eğer İnsanoğlu bu sözlere teslim olursa, artık söz tükenmiş ve o sözler bir inanca dönüşmüştür.(!)

Yani sözün sahibi “Mankurt” olmuştur.

Yurdumun muhafazakâr insanlarının birçoğunun zihniyeti bu yönde şekillenmiştir. Kim ne söylerse söylesin, bu zihniyetin başı da sonu da yanlıştır!

Bizim üzerinde durmak istediğimiz asıl mesele budur. Bu yanlış anlayışı gücümüz nispetinde açalım…

Zamanımıza ışık tutan büyük düşünür ve şair Mehmet Akif Ersoy’un, anlam ve içeriğinden saptırılan, insanın özgür iradesini hiçe sayan bu tarz kader anlayışına aşağıdaki dizeleriyle çok anlamlı bir cevap verilir:

O ihtişamı elinden niçin bıraktın da

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

“Kadermiş!” öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru:

Belânı istedin Allah ta verdi… Doğrusu bu!

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Mehmet Akif’in “maskaraya çevrilen” dediği “KADER” anlayışı, “Muaviye Kader anlayışıdır”.

Hicri 40 yılında Muaviye Medine Mescidinde elinde ki kılıcı sallayarak:

Bu iş kaza ve kader iledir” diyerek kader anlayışını ilan etmiş, fakat bu iş İslam ümmetine çok pahalıya mal olmuştur.

Yani Muaviye demiştir ki, “Bizim ümmetin başında olmamız Allah’ın kaza ve kaderi iledir.” Bu tarihten itibaren ümmetin kader anlayışı değişmiş, yapılan zulme, adaletsizliğe, kötülüğe ve ahlaksızlığa ses çıkarılamamıştır.

İtiraz edenler “kaderi” inkâr ettiği gerekçesiyle ağır işkenceler altında şehit edilmişlerdir. İmam’ı Azam buna misaldir…

Hasan-ı Basri, İslam Kelam tarihinde oldukça meşhur olan risalesinde özetle şunları söylemiştir:

İnsanın irade ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bu kader anlayışı açık bir dille reddetmek ve özgür iradeyi savunmak gerekir.”

Hasan-ı Basri, ısrarla insanın özgür irade sahibi olduğunu, kulların fiillerinden bizzat kendilerinin sorumlu olduğunu, başımıza gelenlerin önceden tayin edilmediğini, zulümlerin ve kötülüklerin O’na nispet edilmesinin Allah’ın adaletine sığmayacağını anlatmıştır.”

Ayrıca şunları ilave etmekten geri durmamıştır.

Allah zulmedenleri sevmez, bilakis zulme uğrayanlara karşı cihadı emreder.”

Bunun üzerine Emevîler bu görüşe karşı şunları ileri sürmüşlerdir:

Kime karşı cihad? Biz de Müslümanız. Hiç Kelime-i Şahadet getirene karşı cihad olur mu? Diyerek İslam’ın esasları arasından Cihadı kaldırıp kelime-i Şahadeti eklemişlerdir.”

Anlaşılan o ki, tarih boyunca siyasi iktidarlar, kader inancını ve iktidarları uğruna kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Aslında iktidarlar “cihadı”, emr-i bi’l maruf, neyh-i ani’l münker kavramını hiç sevmemişlerdir.

Çünkü iktidarlar zulümlerini gizlemekte zorlanmışlardır.

Görünen o ki; muktedirlerin kaderleri hep buradan yıkılmıştır. Muktedirler insanların kaderini tayin edici olmaya başladıkları andan itibaren kendi sonlarını da hazırlamışlardır.

Mehmet Akif Ersoy, şiirleriyle anlam kazandığı “kader ve tevekkül” inancının günümüzde içi boştur.  Dolduranlarda doğrudan Allah’ın dinine iftira yapmış,  dinle oynanmış, dini rezil bir hale getirmiş ve bu yolla İslam tanınmaz bir hale sokulmuştur:

“Görür de halini insan, fakat bu derbederin;

Nasıl günahına girmez tevekkülün, kaderin?

Sarılmadan en ufak bir işinde sebeplere,

Başarıya ulaşabilmeyi düşünme bir kere.

Ahmaklığın normal sınırları aştı, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

Senin anladığın “Kader” dine iftiradır;

Tevekkülün, hele, zarar içinde zarardır.

Niçin, nasıl geliyormuş… Onu bilen yok;

Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak.

Kader nedir, sana düşmez o sırrı araştırmak;

Senin görevin Allah’ın buyruklarına uymak!

Yazık ki: Tanınmayacak hale geldi çehresi dinin;

Nefretle bakan gözler kuşatmada İslam’ı bugün.

Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle,

Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele?

Tevekkül öyle yaman bir iman işaretiydi ki

Ona erdemlerin en üstünü dense yeriydi.

Yazık ki: Ruhuna aşılandı tembellik illeti;

Cüzzama döndü, harap etti gitti memleketi!”

(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Fatih kürsüsünde)

Şimdi sona gelelim…

Denilmiş ki; İslam kelam tarihinde şu beş şeye inanır ve gereğini yaparsa Müslümandır.

  • TEK ALLAH’A,
  • Allah’ın Âlemde dinamik güçlerine MELÂİKE,
  • Allah’ın Tarih boyunca insanlıkla sürekli iletişim halinde olduğuna RİSALET,
  • Allah’ın insanlığın sorunlarına bigâne kalmayıp yol gösterici Suhuflar/bildiriler/KİTAP,
  • Her şeyin hesabının sorulduğu bir son gün olduğuna AHİRET.
  • Dua, tazarru, yakarış, secde ve tevazu halinde olacak, kibirlenmeyecek, haddini bilecek, Allah’a içtenlikle yönelerek, sadece onun önünde eğileceksin SALÂT.
  • Çevrene zarar vermekten sakınacak, ahlaki tutarlığa sahip olacak, açı yoksulu unutmayacak, bir aylık talimle de olsa kendini tutmasını öğreneceksin SAVM.
  • İmkânın varsa her yıl insanlık ve eşitlik gösterisine katılacak; buradan öğrendiklerinle insanlar arasında dil, renk, ırk, kavmiyet, mülkiyet, cinsiyet ayrımcılığı yapmayacaksın HACC.
  • İhtiyaçtan fazla mal ve mülk biriktirmeyecek; fazla olanı herhangi bir orana bağlı olmaksızın sürekli vereceksin ZEKÂT.
  • Yeryüzünde zulme karşı adaletin, yalana karşı gerçeğin, ezene karşı ezilenin yanında yer alarak sürekli devrim için mücadele edeceksin CİHAD.

İşte bunlar dinin teorik ve pratik özetidir.

Diğer taraftan denilmiş ki; Allah’ın buyurduğu bütün EMİR ve YASAKLAR, yukarıda belirtilen “ON EMİRDE” mündemiçtir…

Allah’ın Takdiri” insanın, tarihin, hayatın ve doğanın işleyişi yasalarıdır. Bu yasalara uyulmalı ki tarih, hayat ve tabiat felaketimiz olmasın. Varlık ve oluş kanunlarını tayin etmek Allah’a, onlara uymakta insana aittir.

Bunun dışında eğer başımıza bir felaket geliyorsa bu kendi ellerimizle yaptıklarımızdan dolayıdır.

Mahmut AKYOL

 

MEKKE’NİN FETHİ VE MÜŞRİKLERİN KIYAMETİ…

logo5

MEKKE’NİN FETHİ VE MÜŞRİKLERİN KIYAMETİ…

İslam’ın ilk meselesi Allah’a iman (güven), ikinci en önemli meselesi de “Kıyamet Günü” dür.

Kıyamet, ayağa kalkış, diriliş, canlanış, çıkış, meydana atılış, nefes, soluk, daha sembolik bir okumayla bir toplumsal alt üst oluş safhalarını ifade eder.

Kıyamet, Kur’an’da sonuçları itibariyle tüm insanlığı ilgilendirecek olan ve tarih boyunca bütün peygamberler ve bilge kişiler tarafından haber verilip durulan Büyük Gün’ün özel adıdır.

Kur’an lisanında kıyamet, bir yok oluş değil yeniden doğuştur. Bir bitki nasıl yenilenmek veya çürüyüp gübre olmak yoluyla başka bir canlılığın ortaya çıkmasına sebep oluyorsa insanlar da eylemleriyle başka bir hayatın ortaya çıkmasına neden olurlar.

Yazı boyunca bunu açmaya ve anlamaya çalışacağız…

Önce “Din Günü” nedir, sorusuna Kur’an’dan cevaplar arayalım.

Saffat 20-23, Hıcr 28-35, Zâriyat 12-19, Meâric 19-26, Şuara 69-82, İnfitâr 17-19, Vakıa 41-56, Fatiha 2-4, Müddesssir 42-47, Sad 71-78, Mutaffifîn 1-11

Ehemmiyetine binaen burada geçen dört suredeki ilgili ayetleri ele alalım. Din Günü’nden bahseden ayetlerin tamamı Mekke döneminde inmiştir.

  1. Hamd, Âlemlerin Rabbi’nedir. O Rahmân ve Rahîmdir. Din Günü’nün mâlikidir.” (Fatiha 2-4)

Allah Din Günü’nün tek, ilk ve son sahibidir.

  1. Sizi ateşe sokan nedir? (Diye sorulunca); biz salât etmez, yoksulu doyurmaz, günaha dalanlarla beraber dalardık. Din Günü’nü yalan sayardık.Apaçık gerçek gelinceye kadar böyleydik.” (Müddesssir 42-47)

Burada yalana dalıp gidenlerin, yalanın peşinde koşanların, salât etmeyenlerin, durumları anlatılır. Yani, eğer kıldığınız namazınız sizi yetime, yoksula ve muhtaca yardım etmeye, dayanışma ve destek olmaya götürmüyorsa; namazınız sizi iflasa sürüklüyor demektir…

  1. Hani bir zamanlar Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Ona son şeklini verip ruhumdan üfleyince onu selâmlayın!” Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan selâma durdular. Yalnız iblis büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah: “Ey iblis, Kendi elimle yarattığımı selamlamaktan seni alıkoyan nedir? Büyüklük taslayıp kendini üstün mü görüyorsun?” dedi. İblis: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” Allah: “Hemen çık oradan, çünkü artık sen kovuldun. Lânetim Din Günü’ne kadar senin üzerindedir.” (Sad 71-78)

Burada kibir, gurur, hırs ve haset duygusuna kapılan, Allah’ın eşitlik emrine karşı çıkanların lanetleneceği anlatılır. Ayrıca bu ayette geçen, olup biten her şeyi yapan ve konuşan bizzat Allah’ın kendisidir.

Buna Bilge Lider İzzet Begoviç “Gökteki Prolog” der. Yani, insanın içindeki kötülüklerden yine insanı haberdar eden bizzat Allah’ın kendisidir. İnsanı bu noktada ihtiyar bırakan da odur. Kıyamet gününü de bunun için var eden o’dur.

  1. Yolsuzluk yapanların vay haline! Onlar alacaklarının son kuruşuna kadar peşine düşerler. Ama iş vereceklerine gelince kıyısından kenarından nasıl çalıp çırpacaklarını hesaplarlar. Onlar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O büyük gündeİnsanlar o gün Âlemlerin Rabbi için ayağa kalkacak. Hayır! Yoldan çıkanların sicili tutuldu. Bilir misin, sicil ne demek? Orada her şey madde madde yazılmıştır. O gün yalan diyenlerin vay haline! Onlar din günü’ne yalan diyenlerdir.” (Mutaffifîn 1-11).

İşte din günü bu hegemonyanın sona ereceği, iktidar ve servet sahiplerinin pozisyonlarını kaybettikleri ve mülkün Allah’a ait olduğu gündür.

Din günü, biriktirmek suretiyle saklanmış hakların hesabının sorulacağı, hak sahiplerine iade edileceği gündür.

Din günü; mülkün sahibinin konuşacağı gündür.

Eşit olanla olmayanın, yolsuzluk yapanların yolsuzluklarının yüzlerine çarpılacağı, zenginlikten şımarmış ileri gelenlerin (Mütref) şehrin varoşlarında yaşayan mazlumların haklarının sorulacağı gündür.

Mekke’nin fethi, efendi ile kölenin aynı hizaya geldiği, zalimlerin devrildiği, yoksullardan kaçırılan malların hesabının sorulduğu gündür.

Kendilerini Mekke’nin Rabbi olduklarını söyleyenlerin konumlarını kaybettikleri, tüm defterlerin açıldığı, yolsuzlukların hesabının sorulduğu gündür.

Siyahî köle Bilal’in Kâbe’nin damına çıkarak; “Bugün emir Allah’ındır, mülkün yegâne sahibi O’dur, O’ndan başka otorite yoktur” dediği, din gününü ezanla haykırarak ilan ettiği gündür.

Sura üflemek demek ise ölmüş, bitmiş, toprak olmuş zannedilen insanların vicdanlarına vahyin yeniden üflenmesidir.

Ölülerin dirilişi, ölmüş bir halkın uyanışı, mezara dönmüş şehirlerin canlanışı, yattıkları yerden sarsılarak kalkışıdır.

Bu durumda mezardaki ölülerin dirilmesi, ayağa kalkması, cennete ve cehenneme atılması itikadımızdır.

Şimdi zulme uğramış şehirler, yeni bir Mekke Fethi beklemektedir.

Bu anlamda Mekke’nin fethi bir defada olmuş bitmiş bir olay değildir. Daha fethedilecek nice Mekke’ler, uyanıp dirilecek nice milletler ve devrilecek nice zalimler vardır.

Zulmün ayyuka çıktığı her zaman, dünyada bir kıyamet kopacak, belki sonunda bir Mekke fethiyle gerçekleşecektir.

İyi ameller iyiliğin yurdunu, kötü ameller kötülüğün yurdunu kuracak, bu anlamda insan cenneti ve cehennemi bizzat kendi elleriyle hazırlayacaktır.

Cennet ve cehennem bizim aşama aşama gerçekleştirdiğimiz eylemlerle inşa olacak, her iyi amel cennete bir çiçek, her kötü amel de cehenneme odun olacaktır. Tıpkı toprak gibi ne ekersek onu biçeriz. Bu nedenle kıyametin son derece canlı ve vurgulu kelimelerle “ayağa kalkış, diriliş, çıkış” vs. ile anlatılması son derece manidardır.

İnsan ölmekle her şeyin bittiğini, hesap vermeden bu dünyadan çekip gitmiş olmakla kurtulduğunu, bu işin burada bittiğini, bu defterin kapandığını, yaptığının yanına kar kaldığını düşünebilir.

Ne büyük bir yanılgı

Kıyamet, sorulmamış hesapları sormadan, yarım kalmış sözleri tamamlamadan bitmez…

Yeniden dirilme bu anlamda yok oluş olmadığı gibi bir eskiyi tekrar, başka bir surette devam veya başa dönüşte değildir.

Yaratılış uyku ve uyuklama olmaksızın devam ediyor. Hayyu Kayyum, kâinatı idare ediyor. Her varlık bir kez yaratılıyor ve bir daha tekrarı olmuyor. Çünkü yaratmada tekrar yoktur. Bizden istenen dünya sahnesinde bu yürüyüşe katılmak, varlık âleminde onunla birlikte yürümektir.

  1. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İyi dinleyin; önceki çağlarda kitap verilenlere de, size de, “Allah’ın öfkesini çekmekten sakının!” Diye tavsiye etmişizdir. Buna rağmen inkâr ederseniz, biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ve övülmeye layık olan o’dur.” (Nisa 131 ayet)

Yani insanlar, yağmur, su, ateş, toprak, hayvanlar, kuşlar, maden ocakları, bitkiler, ekinler, denizler, ırmaklar, ormanlar vs. Allah’ındır demek gerekir.

  1. Evet, göklerde ve yerdeki her şey Allah’ındır. Güvenip dayanmak için de Allah yeterlidir.” (Nisa 132 ayet)

Yani Allah’a güvenmek, dayanmak, O’nu vekil tutmak, tevekkül etmektir. Yani Allah’a güven duymak, yerde ve göklerde olan her şeyi yaratan, yaşatan ve öldüren demektir.

  • Ey insan! Yaratan Allah‘tır. Buna inanın ve güvenin!

Allah’a güvenmeyen biriktirir! Allah’a güvenmeyen nefsi için yığar, yarın ne olacağım diye endişe duyar…

  1. Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, anne-babanızın veya akrabalarınızın zülfü yârine dokunsa da adalet ve eşitlikten şaşmayın, zengin fakir ayrımı yapmayın. Hepsinden öncelikli olan Allah’tır. Adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Eğer eğilir, bükülür veya savsaklarsanız, Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 135 ayet)

Yani kendinizin, anne-babanızın veya akrabalarınızın zülfü yârine dokunsa da adalet ve eşitlikten şaşmayın, zengin fakir ayrımı yapmayın. Adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Eğilmeyin, bükülmeyin, savsaklamayın. Allah’a inandığınızı söyleyip de güvensizlik içinde olmayın! “Yarın ne olacağım” endişesi taşımayın!

Takdir edilmiş, herkese ayrılmış kısmetinizin dengesini bozmayın. Zengin fakir ayırımına sebebiyet vermeyin. İnsanların hakkını kendi üstünüze geçirmeyin… Adalet ve eşitlikten zinhar ayrılmayın!

  • Bilmiş olun ki, kendiniz için biriktirdiğiniz her şey başkasından çalıntı mallardır

Başkasından çalıntı mallar, sosyal eşitliği bozar ve dengesizliğe yol açar. Oysa Allah, mülkünü nüfusa göre “takdir” etmiş, eşitçe paylaştırmış ve herkese “kısmetini” ayırmıştır.

Yeter ki “nasibinizi” arayın!!!

Mahmut AKYOL