ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK İÇİN KURULAN YERYÜZÜ SOFRASI

logo5

ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK İÇİN KURULAN YERYÜZÜ SOFRASI

Bir Ramazan ayına daha yaklaşıyoruz.

Bu Ramazan ayında Allah’ın rızasını kazanmak için yeryüzü sofraları kurulacaktır.

Şu bir hakikat ki, Ramazan ayı kıyamete kadar sürecektir.

Ramazan ayı bittiği andan itibaren yeniden başlayacaktır. Tıpkı Namaz gibi…

Ramazan ayı Müslümanlara; Hakk’ı, adaleti, eşitliği, kardeşliği, özgürlüğü, dürüstlüğü, kimsesizliği, yoksulluğu, mazlumu, zayıfı, ezileni, öğreten bir ameldir.

Ramazan ayı çok önemli ve hikmetli bir mesajdır.

Açlık günleri demek olan oruç, açın halini duyuran bir nusuktur.

Nefis, bütün kötülüklerin anasıdır.

İslam, “barış ve hoş görüsü” olan bir çiçeğe benzer.  Yeryüzüne saçılır. Bu çiçeklerden dünyada birlik, beraberlik ve kardeşlik tohumları filizlenir.

Yaratılmış olan insan, ya belli kanunlara uyar, ya içgüdüsel yaşar, ya da iradi bir yol çizer.

Üzülerek müşahede etmek gerekirse, içgüdüsel yaşam dünyaya hâkim oldu mu, insanlık yok olur gider. O zaman da yeryüzünde hayvanca bir yaşam kol gezer.

İnsanlık, güce dayalı bir hayatı sürerse, dünyanın sonunu gelir. Bu bakımdan Âdemoğlunu ayağa kaldırmak gerekir.

O Hak ki, Hz. Resulle birlikte dünya hayatında zirve yapmıştır. Bütün Nebi ve Resuller, dini kendi çağlarına taşıyarak insanlığa örnek olmuşlardır.

Nebi ve Resuller insanların vicdanına adalet, eşitlik, iyilik, güzellik, doğruluğu bir meşale ateşi gibi yakmışlardır.

Peygamberler hata yapmaz değil; sadece büyük günah işlemezler. Aksi halde peygamberler, bize örnek olmazdı.

Sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın adıyla,

“…Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar de ki ihtiyaçtan fazlasını…”

Bakara 219. Ayet

Salât’ın karşılığı yardımlaşmak, dayanışmak ve destekleşmektir.

İbadet ile nusuk karıştırılmasın. Allah’ın bizim namazımıza, orucumuza, kurbanımıza ihtiyacı yoktur. Bunların hepsi biz Kullar için konulmuş terbiye metotlarıdır.

Kur’an’da “Salât” kavramı defalarca kullanılmıştır.

Kur’an’ın ve Dinin bel kemiği Salât ve Zekât’ tır. Arkasından Allah’ın rızasını kazanmak için yeryüzü sofraları kurmak gelir.

Zekâtı kırkta bire indirmek, Zekâtın ruhuna uygun değildir. Çünkü Zekât, ihtiyaçtan fazla olanı vermektir.

  • Hasan-ı Basri, “Her ümmetin bir putu vardır. Bu ümmetin putu da malıdır.”
  • Hazreti Ali ümmetin malının ihtiyaçtan fazlasını elde tutması doğru değildir buyurmuştur.
  • Ebu Zer El Gıffar, Zekâtı kırkta bir olduğunu söyleyenlere karşı çıkmış ve Necm Suresi 34. Ayetini okumuştu.

Sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın adıyla,

Ve a’tâ kalîlen ve ekdâ”.

Azıcık verdi, gerisini elinde sıkı, sıkı tuttu.

  • Bu ayet aynı zamanda Velid Bin Muğire’yi eleştirmek için gelmiştir. “O, azını verir çoğunu cimrice sıkardı.” Yani kırkın otuz dokuzuna sarılır, birini verirdi.

İhtiyaçtan fazlasını vermek hükmü, hem Kur’an’ın ve hem de Peygamberin yoludur.

Evet, mülk de hüküm de Allah’ındır. Bu iman ile amel arasında sıkı sıkıya bir ilişki vardır.

Allah’ın mülkünde olan bilgi, iktidar ve servet tekeli kurmak, “bunu kimselere vermem” diyenlere ‘Kâfir’ denir. Diğer bir deyişle Kâfir, örten demektir.

İnsanların Kâfir olması için Allah’ın mülkünde ortaklık iddiası içinde olması gerekir.

İnsanlar ibadetlerini korktukları için değil Allah ile beraber olmak için yaparlar.

Asıl oruç, açlarla beraber olmaktır. Yardım, dayanışma ve desteklemek bize kalmıştır.

İbadet, geniş manada “iş ve değer üretmektir”. Herkes insanların hayrına çalışırsa, kendine ibadet yapmış olur. Mesela yolda ki bir taşı kaldırmakta ibadettir.

Ebu Cehil başta olmak üzere Mekke’nin müşrikleri, ‘yerleri ve gökleri kim yarattı’ desen, Allah derdi.

Ebu Cehil ve avanesi Kâfir değil, müşrikti. Bunlar tavaf ederler, salât ederler, Kâbe’nin örtüsünü değiştirirler, hacılara su dağıtırlar, gusül abdesti alır, kırkta bir zekât verirlerdi.

Hatta Velid bin Muğire cahileyi döneminde Kâbe’nin yapımında ‘Haram para getirmeyin’ demişti.

Demek ki Müşrik dinsiz demek değildir.

Dindar zulme karşı çıkan, haksızlığa itiraz eden, onurlu bir duruş sergileyendir.

Bunların dindarlıkları, tutacakları oruçları boştur! Tıpkı Namazda, Hacda olduğu gibi…

Milletler ağaç yaprakları misali bir araya gelmelidir. Her millet, her fert, başkasının emeğine el sürmemelidir.

Bu yön itibariyle çalmalı, zayıfla iyi geçinmeyi, güzel davranmayı, doğru olmayı, yeryüzündeki nimetleri eşitçe paylaşmayı becermelidir.

İster kabul edilsin, ister edilmesin söyleyeceğim sözler, sarsıcıdır.

Çünkü tarih boyu bu sarsıcı söz sahipleri hep var olmuştur. Benim de yaptığım iş, onların bu fikirlerinin bir tekrarıdır.

Bu görüşleri reddetmek yerine, ne demek istediklerini anlamak daha doğru olacaktır.

Kapitalist yaşamın olmazsa olmazları olan “çıkar ve menfaat” sahiplerinin, bu görüşleri kabul etmesi zor görünüyor.

Yeryüzündeki açlığı ortadan kaldırmanın yolu; yaşam biçimini ve ekonomik hayatı normale döndürmektir.

Kur’an, “eşitlik” kavramını yaratılışta, rızık ve rızık kaynaklarının kullanılmasında kullanır.

Hz. Peygamber:

Açın halini sormayan tok, bizden değildir” der.

Hacc, tavaf, ihram, namaz, secde, saf bağlama vs. Hep bu eşitliği gösteren Ritüellerdir.

Gözümüze, gönlümüze, yolumuza ve vicdanımıza hayat verecek olan Allah’tır!

Dar, dağınık halimize acıyacak olan Allah’tır!

Benliğimizi ayrık otu gibi sarmış olan, tembelliğimizi ve cehaletimizi yüzümüze vuracak olan Allah’tır!

Gelin bu Ramazan ayında Allah’ın rızasını kazanmak için yeryüzü sofraları kuralım…

Gelin aramızda selamımızı, arkadaşlığımızı ve din kardeşliğimizi yayalım…

Mahmut AKYOL

BELA’MIN HIRSI

logo5

BELA’MIN HIRSI

Gücün sembolü “Firavun”, sermayenin sembolü ”Karun”, Allah ile aldatanın sembolü Bela’mdır.

İşte Müslüman bilinciyle kazanılmak istenen isimler bunlardır.

İktidar ile şehvet arasında sıkı bir bağ vardır. Her ikisi de insanı, kendine doğru çeker. Bu çekişi kolaylaştıran bir tip vardır ki bu, Bela’mdır.

Bela’m, her çağda, her devirde insanın karşısına çıkacak olan bir tiptir. Yani gözü kör eden bir hırstır.

Hırs, şeytandandır. Şeytan, insanın içinde ki kötülüklerin adıdır. Şeytan köpeğe benzer. Görevi havlamaktır. Akıl bu alanın hâkimi ve buna bağlı iradedir. Akıl ve irade vicdandır. Vicdan ya ölüdür, ya da diridir.

Âdemi vesveseye düşürecek olan hırsıdır.

Allah, Âdemin içindeki kötülüğü şöyle konuşturdu:

Derken şeytan ona sinsice fısıldayarak “Ey Âdem, Ne dersin, sana sonsuzluk ağacını ve yıkılmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” dedi. TAHA Suresi 120 Ayet

Derken sinsice sunulan bu fısıltı Âdemin ayağını kaydırdı. Âdemin ayağını kaydıran bu fısıltı  “güç, servet, iktidar ve egemenlikten ibarettir.

Onlara anlat. Hani bir adam vardı. Ayetlerimizi çok iyi bildiği halde onları bir kenara atmıştı. Şeytana uymuş ve sonunda iyice azmıştı.” Araf Suresi 175 Ayet

“Layık görseydik, onu bildiği ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat gözünü dünya hırsı bürümüş, heva ve hevesine fena kapılmıştı. Bu gibilerin durumu tıpkı köpeğe benzer; üstüne varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. İşte ayetlerimize yalan diyenlerin durumu böyledir. Anlat bu olayı; belki düşünüp taşınırlar.” Araf Suresi 176 Ayet

Ayetlerden anlaşılan şudur:

Bela’m, ilmiyle amel etmeyen, bildiklerini saklayan, çıkar uğruna Allah’ın ayetlerini iman etmek için değil, çıkar elde etmek için öğrenen, Kur’an’ı hayat kitabına değil, mabet kitabına döndüren, Kralların, Sultanların sofralarından kalkmayan, Allah’a değil, güce tapan, güç kimdeyse onun köpeği olan bir tiptir.

Bela’m, ayetlerin ne dediğini çok iyi bildikleri halde amel etmeyen, Şeytana (kötülük ve arzu) uyarak azan, güç ve iktidar hırsıyla dünyada kör olan, gücü ve zulmü ile kitleleri, Allah ve din ile aldatan, kendi istekleri doğrultusunda manipüle eden, Firavun ve Karun’un yanındaki üçüncü kişidir Bela’mdır

Bela’m, insan gövdesi içinde ki en büyük bir urdur. İnsanları Allah ile aldatan en önde gidendir. Kur’an’ı Kerimin özelliklerini belirttiği bir karakterdir Bela’m

Fakat toplumun içinde türemiş Firavun ve Karun tiplere dur diyecek düşünür ve âlimlerde Bel’am‘laşırsa o toplumu; canlı hayat planında tutmak mümkün olmaz!

Aslında iktidarlar doğası gereği eleştirilmelidir. Fakat insan, “güç, servet, iktidar ve egemenlik” peşine düşerse, ne bunları terk eder ve ne de iktidarı eleştirir.

İşte hırs ve Bela’m dediğimiz şey budur.

Devlet katmanlarında, döner koltuklarda, makam odalarında, “güç, servet, iktidar ve egemenlik” içinde yaşanan şehvet budur.

Tekrar edelim ki Bela’mın hırsı “güç, servet, iktidar ve egemenliktir.

Bela’m, insanları Allah ile aldatandır.

Başka bir görüşe göre de ayette anlatılan adamdır. Yani Din bilgini, Medine’de peygamber mescidinin karşısına kenditapınağınıdiken Mekkeli Rahip Ebu Amirdir.

Peygamberimizin 30 bin kişilik orduyla başlattığı Tebük seferi ile bu planı bozmak için, Suriye’ye gitmekten vazgeçen bu ordu Medine’ye döner dönmez ilk işi, Ebu Amir’in “Mescid-i Dırar” tapınağını yıkmak oldu.

Yine de isimlere takılmayın.

Çünkü bunların hepsinin ortak özelliği “devrin egemenine yanaşan” işbirlikçi din âlimi tiplemelerdir.

Diğer yandan:

  • Kelime-i Şahadet Lehu’l-Mülk’tür. Lailaheillallah kelime-i şahadet’in ikinci kısmıdır. Önce mülkün (bilgi, iktidar ve servet) Allah’a ait olduğunu, bunları ele geçirip halk üzerinde hegemonya kurulamayacağını kabul edeceksin. Kim buna yeltenirse ona “Lailahe” diyeceksin. İslam bundan başka bir şey mi?
  • Devlet dediğin mülk sahiplerinin zor aracıdır. Derin devlet de onun derin zor aracıdır. Arkasında mülkü koruma var. Ebuzer ekolü sonraki iş, ben Muhammed ekolündenim. Onun getirdiği dine Lehul-mülk ile girilir. Mülk sadece mal değildir. Şehvet, şöhret, servet ve riyaset mülkün yüzleridir.
  • Ebu Lehep Mekke’deki tefeci bezirgân düzeninin başıydı. Ölünce yerine Ebu Cehil, o da ölünce Ebu Süfyan geçti. İlk inen ayetlerde o olduğu için onun ismi geçmiş olabilir.
  • Ezan bir ilandır. Ezan haykırış, seslenme ve çağrıdır. Ezan Mülkün Allah’a ait olduğunun bir ilandır. Ezan mülkle büyüklük taslayan servet ve saltanat sahibi en büyüğün Allah’ın olduğunun ilanıdır.
  • Yaşadığımızı yazıyoruz. Yazılmış olan olmuyor, olmakta olan yazılıyor. Olaylar yazılıyor değil. Yaşanan yazılıyordur. Önce yazmak değil; Kader, evrenin yasalarını ve toplumsal sünnetullah demektir. Tek, tek insanların başına ne geleceği değil. Onu sen kendin yapıyorsundur.
  • Kur’an’da ana-baba hakları çok geçer. Yaşlandıklarında onlara bakmak ve sahip çıkmak büyük bir erdemdir ve Kur’an’ın emridir. “Öf” bile demeyeceksin. Fakat açık bir haramı helal saymak ve şirk koşmak müstesna…
  • Peygamberimiz bilinen anlamda “mucize” göstermemiştir. Onun mucizesi Kur’an ve el-Emin ve dürüst kişiliğidir. Gerisi tamamen uydurma ve yakıştırmadır. Kur’an müşriklerin tüm mucize taleplerini ısrarla reddeder.
  • Şeytan dediğimiz, içimizdeki kötülük dürtüleridir. Emre itaatsizlik eden bizleriz, bizi anlatıyor. Allah kötülüğü veya şerri yaratmak istemez, Yani Allah irade etmez. Hem kendisi dileyip hem de kendi dilediğine itaat etmeyin der mi?

         Mahmut AKYOL

 

MÜSLÜMANLARIN KANINI KİM DÖKÜYOR?

logo5

MÜSLÜMANLARIN KANINI KİM DÖKÜYOR?

Orta Doğuda ki korsan İsrail döküyor…

Asırlar boyu milletlerin kanını emen İngiltere döküyor…

Elindeki imkânlarla milletlere  hükmeden ABD döküyor…

Birbirinin içinden çıkan bu üçlü çete, kendi sonunu hazırlıyor!

Terörde mahir, İsrail, insanlık adına utanç verici bir durum yaşıyor.

İsrail, her tür Devlet olgusundan mahrum bulunuyor.

Gelin görün ki, Müslüman devletler bir araya gelemiyor, gerekli olan cevabı veremiyor.

İşin vahim olan tarafı da burasıdır. Yani Dünya Müslümanlarının acınacak halleri orta da…

Hâlbuki şu itikadi kurallar Müslümanlar hayata taşınmış olsaydı, çok şey değişirdi…

Yani insan davranışlarına Allah’tan bir destek gelmesine harbi olarak inansaydı, ilk hareketin insandan gelmesi gerekiyordu.

Tıpkı Allah, ilacı şifaya bağlamış olduğu gibi.

Tıpkı toprağı sularsan toprağın yeşermesi gibi, Eğer ekini toprağı ekersen bittiği gibi, ağacı koparırsan kuruduğu gibi, ekini gübrelemezsen tarla toz toprak olduğu gibi, karga olursan mezarlıkta, kartal olursan yükseklerde uçtuğun olduğu gibi!

Allah’ın hayata koyduğu ve insanın yapmasını istediği bu şeyler yapılmadığından, arşın titrediği gibi, dünyanın gözü önünde dökülen kan deryasında, İsrail’in ve ona destek olanların boğulduğunu görür gibi oluyorum.

Şimdi kurşunlanan minareleri, tecavüz edilen erkek ve kadınları, kolları kırılan, sapan atan kurşunlanan çocukları, buna karşılık gözü dönmüşleri, aidiyet ve haysiyetini kaybetmiş aydınları, işbirlikçilerini, her biri bir dış gücün oyuncağı haline gelmiş gurupları, görür gibi oluyorum.

Şimdi arşın titrediğini, işbirlikçi küreselcileri, kafasından ve midesinden düşmana bağlı elitleri, bürokratları, görür gibi oluyorum.

Ey Müslümanlar hala; İsa’yı çarmıha  gerenlerden ümit mi bekliyorsun?

Böyle yapmakla kendi sonunu hazırladığının farkında mısın?

Kendi cehenneminize odun taşıdığınızı bilmem farkında mısın?

Ne çabuk unuttunuz bu hakikatleri?

Eğer bu hakikati unutursan, yaşamanın bir manası da yoktur.

Yaşam; Din ve Kur’an’la anlam kazanır.

Bu durumda Peygambere ulaşılamaz, Sahabe hayatları erişilemez olurdu. Oysa bunlara, Mekkeli “öksüzün” sağlığında böyle değildi…

Dinin ve Kur’an’ın kalbi, “Zamanın Sahibi” nin elinde, Peygamberin vicdanında, çağın ve hayatın temposuyla birlikte akar giderdi…

Müslümanlar hala, Ömer zamanında alınan topraklarda yaşıyor! İyi ki Ebubekir, Ali vardı da, onların fethettikleri topraklar üzerinde Müslüman yan gelip yatıyor…

Kur’an’ı Kerim:

Ey İsrail oğulları!” başlığı altında eleştirdiği hususları Müslümanlar, bir de:

Ey İsmailoğulları, Ey Araplar, Ey Farslar, Ey Türkler!” diye okusa, acaba ne görür ve ne de hisseder…?

Anlaşılan odur ki:

Bize yeni bir çağı, yaratıcı bir ibda çağı lazımdır. Canlı, diyalektik, iş ve değer üreten, ortaya çıkaran, meydana getiren, icat eden bir çağ lazımdır.

Tur-i Sina’dan, Zeytin Dağı’ndan, İncir Ağacı’ndan, Hıra Mağarası’ndan insanlığa seslenen sesi yeniden seslendirmek lazımdır!

Bunun için de akıl lazım, vicdan lazım, yürek lazımdır!

Yoksa Hz. Peygamber ve arkadaşları mezarlarından kalkmak suretiyle dünyaya yeniden gelsinler de, çağın sorunlarını  düzeltsinler…

Öyle mi?

O zaman sen ne işe yararsın?

İbrahim’in ateşine serin ol diyen, Kulu Muhammed’i örümcek ağıyla koruyan, yine Sana yöneliyor ve diyorum ki:

Çalışmayı bırakan, yan gelip yatan biz kullarına şirke düşürme,

Allah’ım Seni Senin istediğin gibi bilmeyi unuttuk,

Öfkeni ve kızgınlığını çeken bu yaptıklarımızı yüzümüze vurma!

Sen sevgi ve Merhameti sonsuz olansın!…

Ey Araplar,

Ey Farslar,

Ey Türkler!

Gelin vesilelere sarılalım, Sünnetullahtan yürüyelim.

Biz görelim ki, Allah gözümüz olsun. Biz duyalım ki, Allah kulağımız olsun. Biz hissedelim ki, Allah vicdanımız olsun. Biz yürüyelim ki, Allah ayağımız olsun. Biz birleşelim ki, Allah kalkanımız olsun.

Bakın Ey Müslümanlar!

Hepimiz birer kova su döksek bir kıtayı sel alır, hepimiz birer sinek olsak vızıltımız üç kıtayı titretir, hepimiz birer dere olup akarsak okyanuslar taşar.

Eğer bunları yapmazsak, öksüzlerin ağlaması, yetimlerin yürek acısı, mazlumların gözyaşları kurumayacaktır!

Bunların sorumlusu da  biz olur ve arşı titretir dururuz!

Dünyadaki bütün Müslümanlar esir, tek özgür Müslüman yer Filistin olacaktır…

Mahmut AKYOL

DUA, İSİM, KAVRAM VE OLAYLAR…

logo5

DUA, İSİM, KAVRAM VE OLAYLAR…

Bu ülkede cahil, kibirli, ahlaksız, sapık, münafık tipler vardır Tümen, Tümen…

Bu ülkede iyi, güzel ve doğru olanlar vardır Bölük, Bölük…

Allah’ım!

Bizi Mekke sokaklarında kuru ekmek yiyen bir kadının oğluna uyanlardan eyle…

Allah’ım!

Vicdanla başlayan bir işe dine uyanlardan eyle!

Çünkü din hayatın bizzat kendisidir.

Din Dört kitapta yer almıştır.

Dinin olmazsa olmazları şudur:

Öldürme, çalma, iftira atma, yalan söyleme, sihir yapma, zina etme, komşuna iyi davran, putlara tapma,“ yer alır…

Sevgi; selam, kardeşlik, merhamet, dertleşmek ve arkadaşlıktır. Bunları besleyen şey de; İnfaktır.

İnfakın Özünde vermek yatar. Vermek ve paylaşmak dünya ile ahiret arasında köprü kurmaktır. Köprü, yoldur…

Allah, kullarına zulmedici değildir. Allah yaptıklarından dolayı kulunu hesaba çeker. Allah’ın Rahmeti gazabından üstündür.

Allah, Sıratıl Müstakim yolunu Peygamberler ve Kitaplarla bildirmiştir. Dileyen dilediği yoldan gider. Gideceği yolda insan için bir zorlama yoktur.

İnsan yolunu özgürce kendi seçer, dilerse de kendi değiştirir.

Allah, kulunu doğrudan doğruya izzetli ve şerefli kılmaz! İzzeti ve şerefi kişi kendi kazanır.

Allah’ım!

Günümüze, gecemize ve gönlümüze hayır doldur!

Hiçbirimizi iyilikten, doğruluktan ve güzellikten ayırma!

Öyleleri vardır ki Allah’a inanırlar, fakat Allah’ı hayatlarına asla karıştırmak istemezler!

Allah; Ahiret Gününde kimsenin soyuna, sopuna, ırkına, kavmine, kariyerine, konforuna bakmaz. O gün herkesin ameline bakar.

İnfak etmeyenler, münafık kimselerdir. Münafık, Nifak ve İnfak aynı kökten gelir. İslam, infakta sınır tanımaz. İslam bilgiyi, sevgiyi ve lokmayı paylaşmayı infaktan saymıştır.

İnsanın yediğinden, içtiğinden, giydiğinden ve önünden yolladığından başka malı ve rızkı yoktur.

Kimse malını ve rızkını kirletmesin, harama bulaştırmasın. Fazlalıklardan arındırsın. Bununda ilk yolu; Zekâtını ve vergisini vermektir.

Yaşanılan hayat sonsuz olmadığı gibi başıboş da değildir. Malınızı “KENZ” etmeyin, hırsa kapılmayın, yüz ekmeğinizde olsa günde bir ekmek yiyeceğinizi bilin.

İnsanlar arasında ki sevgi ve kardeşliğin tesisi, paylaşmaktan geçer.

Birbirlerine karşı suratları asık, kaşları çatık, yumrukları sıkılı, açları doyurmaktan ve komşu derdi sormaktan uzak toplumlar; medeniyetten yoksun olanlardır. Bunlar, sosyal kıyametin habercileridir!

Sevginin başı İnfak, devamı kardeşlik, zirvesi merhamettir. İnfak eden ve paylaşan gönüllerde sevgi köprüleri kurar.

Sevginin ve kardeşliğin içi boş olduğu için, insanlar bir araya gelmiyor! İnfak değerini yazık ki kaybediyor.

Adaletsiz güç zulmü doğurur.  Zulüm de korkaklık ve münafıklıktır.

Kur’an, Allah’ın kullarına verdiği bir emanetidir. Fakat üzülerek görüyoruz ki Kur’an hayatın, tarihin ve tabiatın dışına itilmiştir. Bu itiştir ki artık Kur’an, Müslümanla konuşmuyor!

Kur’an’da yeri ve zamanı belli olmayan olaylardan bahsedilir.

Yine Kur’an’da bazı olaylar şahıslandırılır.

Yine Kur’an’da mecaz kullanılan kavramlar vardır.

Mesela isim olarak “Maymundan” bahsedilir. Maymun denilince Müslümanın aklına hemen  Darwin’nin Evrim Teorisi” gelir.

Kur’an’ı Kerimde “Maymun” ismi üç yerde geçer.

Kur’an’ı Kerimi tarihsellikten çıkarıp, evrenselliğe getirildiği vakit, bu mesajın ve olayların bütün zamanlar için olduğu görülür.

  1. Kur’an’ı Kerim, “Aşağılık Maymun olun” ismini bazı topluluk ve insanlar için kullanır.

Peki, kim bunlar?

Bunlar sen, ben, o olabilir. Şu ülke, bu ülke olabilir. Şu topluluk, bu topluluk olabilir. Yoksa burada yalın bir şekilde Hayvanat Bahçesinde ki maymunlardan bahsedilmiş değildir.

Din, toplumları davranışları itibariyle sorumlu tutuyor, bu yönleri itibariyle insanı kınıyor ve cezalandıracağını söylüyor.

  1. Kur’an’ı Kerimin, “Aşağılık Maymunlar” sözünü önce, İsrail Oğullarının Cumartesi yasağını çiğneyenler için kullandığı görülür. Onlara “Aşağılık Maymunlar” olun demiştik. (Bakara Suresi 65. ayet)

Çünkü Allah o günü, İsrail Oğulları için infak günü, paylaşma, sahip olmama ve mülkiyet edinmeme günü ilan etmiştir.

Allah, bu yasak çiğneyenleri hem öncekilere, hem sonrakilere ibret ve sakınmaları için bir öğüt yaptı. (Bakara Suresi 66. ayet)

Aynı kavramı, Araf Suresi 166. ve Maide Suresi 60. Ayetiyle anlattı.

  1. Söyle onlara: “ Allah katında bunlardan daha şiddetli bir cezayı hak edenleri size haber vereyim mi? Onlar Allah’ın dışladığı, çok kızdığı, kendilerini maymunlara ve domuzlara dönüştürdüğü kimselerle tağuta tapanlardır. İşte bu doğru yoldan sapıp gitmiş olanları çok berbat bir yer bekliyor.” Maide Suresi 60.
  1. Kibirlenip de suç işlemekte inat edinceAşağılık Maymunlar olun” Araf Suresi 166.

İsrail Oğulları için söylenen “Cumartesi Yasağı” gününü daha sonraları İslam Dininde; anlık, günlük vakte çekildi. Yani her an, her gün, her vakit sahip olduğunuz şeylerin ihtiyaçtan fazla olanını infak edin ve paylaşın denildi.  

Çünkü Allah, yeryüzünü bütün insanlar için vatan kıldı. Hiçbir yerine sınır çizilmesini, burası benim denilmesini, kimsenin üzerinde mülkiyet iddia etmesini istemedi.

Bilakis yeryüzündeki tüm sahiplenmelerin kaldırılmasını, başlangıçta oluğu gibi dünyanın evrensel “adalet ve barış” yurduna (Cennet) çevrilmesini istedi.

İsrail Oğulları Cumartesi yasağını delmek için akıllarınca şöyle bir formül buldular. Cuma akşamından kıyı sularına attıkları balık ağlarını atar, pazar sabahı gelip çekerlerdi. Böylece hem cumartesi yasağına riayet etmiş, hem de balıklardan vazgeçmemiş olurlardı.

Hâlbuki bu tür yasaklar onların nefislerine hâkim olma ve ruhî bir terbiyeden başka bir şey değildi. Fakat onlar hırs, tamah ve aç gözlülükleri yüzünden bu yasağı deldiler ve anlamak istemediler. Böylece mülk hırsı, İsrail Oğullarının karakteri oldu. Akılları tutuldu, vicdanları paslandı, yürekleri karardı ve bu günkü azgınlıklarının sebebi oldu.

Allah, ilmiyle amel etmeyenlere nasıl “kitap yüklü eşekler” dedi ise; Tağuta tapanlar, haram yiyenler, rüşvet, yolsuzluk ve yetim malı ile karnını dolduranlara da maymun iştahlı ve domuz tıynetli kimseler dedi.

Sonuç olarak Kur’an’ı Kerim’in bu mesajı, bütün zamanlar boyunca bir ibret ve öğüt olsun diye tüm insanlığa anlatılmıştır.

Mahmut AKYOL 

İNSANLIĞIN DERİN YARASI, AÇLIK!

logo5

İNSANLIĞIN DERİN YARASI, AÇLIK! 

Allah (c.c) Bakara/155 şöyle buyurdu:

Sevgi ve merhameti sonsuz Allah’ın adıyla,

Çaresiz sizi korku, açlık, mallar, canlar ve kazançlarınızı kaybetme ile sınayacağız. Güçlüklere göğüs gerenleri müjdele.”

Demek ki insanlığın bu en kadim ve derin yarası açlıktır.

Bu derin yara, Âdem’in yeryüzüne ayak basmasından itibaren var olmuş, son güne kadar da var olacaktır.

Kur’an’ın amacı adaleti tesis etmektir. Kur’an’ın özü de açlıkla ilgilidir.

Eğer Âdem’le başlayan ve kıyamete kadar da sürecekse olan açlık, insan için zor bir meseledir.

Allah, insanı şereflendirmek için hedefler göstermiştir. Bunun birisi paylaşmaktır. Değilse, şeref insana doğrudan doğruya bahşedilmiş bir paye değildir.

Paylaşmak, açlık yarasının tek ilacıdır.

Fakat son dönemlerde açlık, insanlığa tebelleş oluşumun sebebi, “Vahşi Kapitalizm ve İslamsız bir hayat sonucu olmuştur.”

Açlık, “açlar ve açgözlüler” arasında sürüp giden bir kavgadır. Yani açlık, bir kader değildir.

Kulun önünde sayısız engeller vardır. Bu engellerin başında “Kibir, Hırs ve Haset” bir de Çit çevirmeler gelir.

ABD, İngiltere, Almanya ve İsrail arasında örülmüş sayısız duvarlar vardır. Bu duvarların tamamı Filistin için örülmüştür. Filistin Halkının rızık ve rızık kaynaklarını engellemek için olmuştur.

Bu güce dayalı devletler, Filistin Halkını köleleştirmek için var güçleriyle çalışmaktadırlar.

Açlık, sadece insanlara değil, bütün canlılar için de bir felakettir.

İnsanları ve diğer bütün canlıları aç bırakanlar, aynı zamanda hayatı kirletenlerdir. Eko sistem bozuldukça, insanlık biraz daha ölüme yaklaşmaktadır.

Son iki ayda Filistin’e havadan atılan bomba miktarı, ABD’nin Japonya ve Almanya’ ya attığı atom bombasını geçmiştir.

Açlık, insanı her türlü telkine açık hale getirir.

Toplum sadece biyolojik bir yıkıntıyla değil, ayni zamanda ahlaki çöküntüyle karşı karşıya gelmekte, telafisi imkânsız sıkıntılar yaşamaktadır.

Açlık İnsana insanlığını unutturur, aklını başından alır, akıl almaz işleri yaptırır.

Edinme hakkı, özgür yaşama hakkı, yaşama hakkı gibi “açlıkla mücadele etmek” de tüm insanlık için bir haktır. Bir insanın aç bırakılması, bütün insanlığın tutsak edilmesi demektir.

Türlü sefalet ve harp görmüş bir geçmişten geliyorum. Rus ve Ermeni zulmünü görmüş ve yaşamış bir kökten geliyorum. Yine Bayraksız bir Millet, vatansız bir din ve namusun ne demek olduğunu bilen bir nesilden geliyorum!

Ve diyorum ki:

  • “Ey yurdumun insanları!
  • Burnunuzun dibindeki evsiz, yurtsuz, aç/açık insanları/Müslümanları görün!
  • Her Allah’ın günü yüzlerce masum Filistin insanların kanının döküldüğünü görün!
  • Aklınızı başınıza toplayın!
  • Bindiğiniz dalları kesmeyin!
  • Üstüne çıktığınız gemiyi delmeyin!
  • Dün olduğu gibi bugünde seni bölmek ve parçalamak isteyenler var!
  • Her defasında Müslüman duruşun, canı gönülden hak ve adalet için el birlik oluşun, zulme ve zalime karşı el birlik göğüs gerişin ve acıları paylaşman bütün zorlukları aşacaktır…
  • Rabbime iman ettiğim gibi inanıyorum ki, “Adalet” için yaşayanları Allah, yalnız bırakmayacaktır. Lakin İslam kardeşliği ve insanlık barışı için yaşamayanlar açlığın, savaşın ve zulmün önüne geçemeyecektir.
  • İbadet kavramı çok daha geniş kapsamlıdır.  İbadeti her türlü “iş ve değer üretmek” olarak algılamalıdır.
  • Din açlığa, adalete, eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe, dürüstlüğe, yetim ve yoksula, bir şey söyler..!
  • Sözlerim, mazlumun yanında olanlar, zayıfı güçlüye ezdirmeyenler, kamu malını yemeyenler içindir.
  • Sözlerim, ülke kaynaklarını üsttekilere peşkeş çekmeyenler içindir.
  • Sözlerim, yeryüzünde Allah’ın yüzünü görmek isteyenler ve açları doyuranlar içindir.

 

Mahmut AKYOL