ALLAH, EKMEK, ÖZGÜRLÜK DİYENLERİ DUYMAYAN ZALİMLER VE SELEFİLİK

logo5

ALLAH, EKMEK, ÖZGÜRLÜK DİYENLERİ DUYMAYAN ZALİMLER VE SELEFİLİK

Zalimden kastım, muktedir olanlardır. Yani gücü elinde tutanlardır…

İş neticesiyle belli olur, bundan emin olun.

  • Eğer bir kişi ilkesiz davranışlar sergiler, çıkarı ve menfaati uğruna arkadaşını satarsa, onu hemen terk edin derim.
  • Eğer bir iktidar yalanı, talanı, haramı ve yiyicileri kollarsa, hemen oradan uzaklaşın derim.
  • Eğer bir iktidar ‘Allah, ekmek, özgürlük’ diyenleri duymazsa, o iktidarın yanında durmayın derim. Değilse, o iktidarın zulmüne ortak olursunuz!
  • Eğer ‘Kim bir fikri içtenlikle savunur, hayatına aktarır, ikiyüzlü davranışlardan kaçınırsa,’ Hemen ona yapışın derim. Çünkü kurtuluş buradadır! Buna yürekten inanıyorum.

***

Peygamberlerin görevleri, kalpsiz dünyaya İslam’ın barışını, sevgi ve merhametini taşımaktır. Kur’an’ı Kerim’in ruhu da budur.

Zulmün gücü zor kullanmaktan, İslam’ın gücü de haklılığından gelir!

Lakin haklı bir fikir, gül bahçesinde bitmez. Kabul edilsin veya edilmesin fıtratı gereği insanlar hep kervana koşarlar. Genel olarak insanlar, doğru bir sözü duymak istemezler. Çünkü bundan rahatsız olurlar!’

Mesela ‘Dost ve Düşman’ konusunda Hz. Ömer dedi ki, ‘Bir kimse namaz kıla kıla beli kambur olsa, oruç tuta tuta damarları kurusa, Allah’ı zikr ede ede, dili aşınsa; Allah’a inananları dost bilip sevmedikçe, düşmanlarını düşman bilip gereğini yapmadıkça, bu yaptıkları boşunadır’!

Demek ki dost ve düşman idraki, İslam’da önemli bir meseledir. Çünkü bu kavramların içinde ‘sevgi, merhamet ve adalet’ vardır. Adaletin zayii, ‘Zulümdür’. Zulüm, düşmanın silahıdır, şeytanı sevindirir, dostu kahreder.

***

Cengiz Aytmatov’da dedi ki, ‘Mankurtlaşmış insanlar, düşmanın ajanı, gönüllü askerleridir. Çünkü Mankurtlar aidiyetlerini kaybetmişlerdir. Yaptıklarından haberleri dahi yoktur’.

Teoride Kur’an’ın ne dediğinden, pratikte Peygamberin ne yaptığını idrakten aciz olanlar da aynen böyledir. Ayetlerin mecaz, teşbih ve kinaye içeriklerinden de habersizdirler!

Kur’an’ın Muhkem ayeti vardır, Müteşabih ayeti vardır. Dedikleri vardır, demek istedikleri vardır. Bunu düşünmek gerekir. Tabi nasipse…

***

Muhammet İkbal dedi ki, ‘Zihni düşünceleri değiştirmeyenlerden yenilik yapmalarını bekleyemezsiniz’, sözü hala anlaşılmış değildir.

İkbal’in dediği gibi Müslümanların dünyada hak ettikleri yere gelmeleri için, zihniyetlerini değiştirmelidirler. Bunun için Müslümanlar, yeni bir zihniyete kavuşmak, asrın idrakine İslam’ı söyletmek zorundadırlar.

Dinin ruhunu yenilemek için bütün peygamberler, hep bu yolu takip etmişlerdir.

Yani bütün peygamberler, düzene ve düzen koruyucularına meydan okumuş, onlara itiraz etmiş, mazlumun ve ezilenin yanında olmuş, insanları gütmek için değil, onların yanında adaletle hükmetmişlerdir.

İnsanların aralarında adaletle hükmetmek için gönderilen Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslam’ın özünde ki müdafaa ruhunu kaybetti, yerini siyaset ve hırs aldı.

***

Ebubekir iki yıl, Ömer on yıl, Osman on iki yıl, Ali beş yıl boyunca halife oldular.

Ebubekir iki yıl boyunca mürtetlerin peşine düştü. Buradaki Mürted kavramı, dinden dönmek değil, zekâtla ilgiliydi.

***  

Ömer on yıl İslam ordularını savaştan savaşa taşıdı. Hatta Müslümanlar, Azerbaycan’a kadar gitti.

İçe dönük ilk şiddet olayı, Ömer’in öldürülmesiyle başladı. Buna sebep Halife Ömer’in ‘zenginlerin mallarını yoksullara dağıtacağı, vergileri arttıracağı’ demesi oldu.

***

Osman döneminde sisteme barışçı yollardan katılma imkânı bulamayan muhalefet, şiddeti seçti, ortalık karıştı. On iki yıl kargaşa içinde geçen zamanın sonunda Osman’da öldürüldü.

***

Ali, Müslümanların yeryüzündeki sarsılan otoritesini yeniden kurmak istese de, Muaviye isyanları ve iktidar hırsı sebebiyle binlerce insan öldü. Bu arada Ali katledildi.

***

Demek ki, Hz. Peygamberin ölümünden sonra geçen zaman dilimi içinde üç Halife öldürülmüştür!

***

Müslümanlar büyük bir şok geçirdi. Şokun sebebi, Müslümanların Sistem tecrübeleri, halife olacak kişinin ne kadar süre işbaşında kalacağı, kim tarafından seçileceği, kaç yılda bir seçileceği konularında tecrübe sahibi olunmadıklarıydı. Bu sebeptendir ki işin içine kan bulaştırıldı.

***

Muaviye halifeliğini ilan ettikten sonra,  Emevi Yönetimi idareyi Saltanata dönüştürdü. Yezitle birlikte Müslümanların kanı dökülmeye devam etti. En büyük acı Kerbela’da yaşandı.

Yezit, bir hırs uğruna Medine’ye baskın düzenledi. Sahabe kadınlara tecavüz ettirdi ve ardından Mekke’yi işgal edip Kâbe’yi yaktırdı. İslam’ın adaleti, eşitliği, barışçı mesajı Kerbela’da toprağa gömüldü.

Bu tarih itibariyle İslam dünyası, barışa hasret kaldı, sürekli ayaklanmalar, isyanlar, kanlı ihtilaller, saray darbeleri birbirini izledi.

Emeviler, kendi yaptıklarını meşrulaştırmak için İslam’da yollar aradılar. Bulamadıklarında da gerekçeler uydurdular.

Mesela, Hadis kitaplarının ‘İman’ bölümlerine mevzu görüşler koydular. ‘Kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan bir kimse denizköpüğü kadar günah işlemiş olsa bile affolur’ gibi…

Hâlbuki Saltanat, İslam’i bir yönetim biçimi değildi. İslâm’daki ‘rıza’ ilkesine aykırıydı. Evlat katli büyük günah olmasına rağmen, Saltanat için evlat katli meşru görüldü.

Bu ve benzeri olaylar sonunda İslâm düşüncesi giderek radikalleşti. Farklı fikirlere karşı tahammülü olmayan görüşler gündeme geldi.

***

İslâm düşünce tarihi içinde yeniliğe tahammülü olmayan, düşünce üretimine karşı olan görüş ‘Selefiliktir’. Selefilik, ortaya konulmak istenen her şeye karşı çıkmış, bunuda bidat saymıştır.

Hz. Peygamberin vefatının ardından, ‘Peygamberin olmadığı çağlarda Müslümanlar kime uyacaktı, siyasi, iktisadi ve fikrî birlik nasıl sağlanacaktı, Hz. Peygamberden sonra vahiy inmeyeceğine göre, meydana gelecek sorunlar nasıl çözülecekti, otorite boşluğu nasıl doldurulacaktı’ gibi sorunlar ortaya çıkınca, Müslümanlar fikir ayrılığa düştüler.

İşte tamda bu noktada Selefilik akımı, ‘Herkes kendi kafasına göre konuşup durmasın, ayet ne diyorsa ona uyulsun, kimse ayetlerle ilgili yorum yapmasın, kimse aklından konuşmasın, Ayetin dışsal ilk anlamı ne diyorsa ona uyulsun, herkes bidattan kaçınsın.’ demiştir.

Selefilerin ileri gelen âlimlerinin başında ’İbn-i Teymiyye’ gelir.

Yani Selefler; ‘Bir tek görüş olsun, herkes ona uysun’ dediler. Fakat pratikte birçok farklı fikirlerin çıkmasına engel olamadıkları için, farklı görüşleri yok saydılar.

***

Böylece İslam’ın barış soluğu kesildi. İslam’ın barış soluğunu kesenler, dünyaya barışı da getiremediler!

***

Yine İslam adına yapılan tüm yorumlara ve yenilikçi çalışmalara Bidat diyerek karşı çıkanlardan biri de, Muhammed bin Abdülvahhab’dır. Görüşleri, Suudiler arasında “Vahhabilik” adıyla yayıldı.

Mahmut AKYOL

DEMOKRASİ, DİN VE ATATÜRK YOBAZLARI

logo5

DEMOKRASİ, DİN VE ATATÜRK YOBAZLARI

Demokrasi din değildir.

Günümüzde insanlık âlemi, daha refah ve daha özgür bir şekilde yaşamaları için katılımcı bir yönetim anlayışı olan demokrasiye geçti.

Fakat bu yönetim modeli, hiçbir zaman dinin yerini tutmaz!

Bu model ne kadar mükemmel olursa olsun; kötü uygulandığında hep zulüm doğurmuştur…

Beşeri her yönetim modeli, zaman içinde değişime uğrar. Fakat Din böyle değildir.

Din, bozulan ‘Sosyal Yapılara’ müdahale etmek için gelir. Din, beşerin çaresizliliğine karşı merhemdir. İhtiyaç duyulduğunda Allah tarafından vahiy edilir.

Din; toplumların üzerine abanmış, istismar üzerine inşa edilmiş ilkel, bağnaz, totaliter ve cunta yapıları ortadan kaldırmak için vardır.

Totaliter güçler, bunu bildikleri için insanları hem dinden ve hem de demokrasiden soğutmak istemişlerdir.

Aslında bu güçler; demokrasi ve dinden hep korkmuşlardır.

Neden?

Çünkü İslam dünyası, Batının her şeyini büyük paralar ödeyerek (silah/teknoloji/konfor) alırken hiç rahatsızlık duymamışlardır. Fakat söz konusu demokrasi olduğunda bundan tereddüt geçirmişlerdir.

Aslında bu tereddüdün sebebi batıdır!

Çünkü İslam Dünyasının meselesi, İslam’ın siyasallaşmasıdır. Müslümanların içine düştüğü anarşi bundan ibarettir!

Din, sadece insanların bir devlet meselesine değil, insan hayatının bütün alanlarına sirayet eder.

Kur’an’ın dünyasında sadece devlet kurmak ve yönetmekten önce, Allah insanları ‘Adalet’ ve ‘Zulüm’ denklemi üzerinde görmek ister.

***

2. Mahmut döneminde yeniçeri ocağı kaldırıldı. Yeni kurulan ordunun özelliği batıcı ve modern bir yapı(!) olmuştu. Bu dönemde Batılılaşma hareketleri hız kazandı.

Avrupa’ya eğitim için gönderilen gençler, Batı değerlerini savunarak yurda dönüyorlardı. Gençler, batılılaşmayı tek çözüm yolu gördüler. Batı hayranlığı, Tanzimat ve Islahat hareketini beraberinde getirdi.

Mithat Pasa öncülüğünde yapılan bu ilk darbe, Cumhuriyet dönemine kadar devam etti.

Osmanlıda yapılan ilk seçimlerde 38 üyesini Abdülhamid bizzat kendisi seçti. Mebusların 56’si Müslüman, 40’i Hristiyan halk tarafından seçildi.

Daha sonra Ruslarla yapılan savaşı padişah, 1878’de iç ve dış Sartları da gerekçe göstererek meclisi feshetti.

2. Abdülhamid’in 30 yıl boyunca kendisine muhalif, İttihat ve Terakki Hareketi oldu.

Daha sonra İttihat ve Terakki Hareketi’ ne bağlı subayların Manastır ve Selanik’te isyan çıkarmaları üzerine padişah, 28 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.

Yapılan seçimlerde Meclise 142 Türk, 60 Arap, 25 Ar-navut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Musevi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1 Ulah milletvekili girdi.

İktidarda, özellikle askerler arasında hızla kadrolasan İttihat ve Terakki Hareketi’ nin baskılarına karsı 13 Nisan 1909’da 31 Mart Vakası gerçekleşti.

Muhalif hareket kısa sürede yayıldı.

İttihatçıların etkin olduğu Selanik’ten gelen Mahmut Şevket Pasa komutasındaki Hareket Ordusu ayaklanmayı güçlükle bastırdı. İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi.

İttihatçıların çoğunluk olduğu meclis padişaha:

Halk seni istemiyor deyip, II. Abdülhamid’i tahtan indirerek yerine, V. Mehmet Reşat’ı geçirdiler.

31 Mart Vakası bahane edilerek muhalefet hem kanuni yollarla hem de komitacı usullerle sindirildi, bazısı tevkif edildi. Muhalefet ‘gerici, irticacı olarak halk düşman’ edildi.

İstanbul’dan İngiliz işgalinden kaçabilen mebuslar Anadolu’ya geçtiler, Ankara’da toplanarak 23 Nisan 1920’de TBMM‘yi açtılar.

1927 seçimlerinde CHP, tek başına iktidar oldu.

M. Kemal’in talimatıyla eski başbakanlardan Fethi Okyar başkanlığında Serbest Fırkası kuruldu.

Kubilay olayı bahane edilerek parti kapatıldı.

Tek parti diktasının yoğunluğu gittikçe arttı.

Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından demokratikleşme taleplerini içeren bir önergenin CHP meclis grubunca reddedilmesi üzerine 7 Ocak 1946 tarihinde önerge sahiplerince Demokrat Parti kuruldu.

2. Dünya Savaşı yıllarında alınan ekonomik tedbirler halkı zor durumda bırakmıştı.

CHP bürokrasisinin halkı horlayan, baskı altına alan uygulamaları nedeniyle halk, DP’ye yöneldi.

21 Temmuz 1946’daki baskın seçiminde CHP son kez, açık oy/gizli tasnif yollarla 390, DP 65 ve bağımsızlar da 7 milletvekili ile mecliste temsil edildi.

14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP 408 sandalye kazandı, Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan oldu.

DP, iktidarının ilk yıllarında Ticanilerin Atatürk heykel ve büstlerine yönelik saldırılar oldu. Arkasından 25 Temmuz 1951’de Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarıldı.

Bugün herkesin kendine göre bir Atatürk’ü var! Kimi saygı duyuyor! Kimi tapıyor! Kimi de secde ediyor! Hatta Kemalizm ideolojiyi ezberleyenler var! Mustafa Kemalin askerleriyiz diyen partimiz bile var. Heykellerini yaparak, satarak köşe dönenler var…

2 Mayıs 1954 seçimlerinde DP 503 sandalye kazandı.

Ardından CHP, Harp Okulu öğrencilerinin tahrik etmesi üzerine, hükümet bir soruşturma başlattı. Darbe planlarının ortaya çıkartacağından korkan cunta, erken davranarak 27 Mayıs 1960’da darbe yaptı.

Yassıada Mahkemesinde alınan düzmece kararlarla Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildi.

Daha sonra siyasetin dikişi tutmadı

Türkiye’ye ayar vermek için ABD, NATO her on senede bir ordu eliyle ihtilal yaptı.

12 Mart 1971’de ordu komutanları Demirel’e bir muhtıra verdiler. Nihat Erim başkanlığında sivil bir hükümet kuruldu.

12 Eylül 1980 de Ülkenin üstü altına geldi.

28 Şubat 1997 Ülkenin sosyal ve ekonomik dokusuyla oynandı.

Susurluk kazasıyla iktidar seçkinlerinin kirli ilişkileri gözler önüne serildi.

Çekiç güç marifetiyle PKK, dağa çıkarıldı.

Üniversite rektörlerine, medyaya, yargıya, patronlara brifigler verildi.

İkna odalar kuruldu. Fişlenmedik insan bırakılmadı…

***

SON DUAM:

İyi, güzel ve doğrunun yanında olmayanda hayır yoktur!

Allah’ım hikmetimizi, metanetimizi ve cesaretimizi artır!

Bizi güçlü ve izzetli kıl!

Nimetinden mahrum etme!

Allah’ım birbirimizi birbirimize sevdir!

Sen bizi bilmediklerimizin ardına düşürme!  

Mahmut AKYOL

 

KAPİTALİZMİN İÇİNE DÜŞEN GENÇLİK, SOSYAL KIYAMET VE YERYÜZÜNÜN ŞEYTANI…

logo5

KAPİTALİZMİN İÇİNE DÜŞEN GENÇLİK, SOSYAL KIYAMET VE YERYÜZÜNÜN ŞEYTANI…

Kerim ve adil olan bir devlet, bizi ancak bu başlık atındaki belalardan kurtarabilir.

Yok, böyle gitmeye devam ederse, yaralarımız kangren olmaya devam edecektir.

Özgürlük ve bağımsızlık’ kimsenin kimseye verdiği bir lütuf değildir! Bunları elde etmek için ter ve kan dökmek gerekir!

Eğer bu devletin elinde bencil, egoist, hayatı kavramayan, dostunu/düşmanını bilmeyen, alkol, sigara, uyuşturucu müptelası bir gençlik varsa, o milletin iflahı zordur…

Bu itibarla bu milletin, hayatı okuyan bir gençliği, tarih, vatan ve Bayrak’ın ne anlama geldiğinden haberi yoksa o milletin ömrü kısa, sonu vahim olur!

Ey millet evladı!

Bu yorumlardan mündemiç, o milletin aile yapısı çözülüyor!

Dahası milletin aile yapısında boşanmalar artıyor, sığınma evleri yaygınlaşıyor, baş tacı yaşlılar evlere sığmıyor, kadınları sokak ortasında öldürülürken, etrafındaki insanlar sadece seyrediyor demektir!

Bu milletin ahlaki değerleri her geçen gün eriyor!

***

İçe dönük bakıyoruz ki, iktidar/muhalefet bir arada olamıyor. Bir birine karşı öfke dolu… Öfke, sokağa taşıyor. İnsanlar kendi ideolojisinden olmayanı ötekileştiriyor.

Halbuki herkes eteğindeki taşı bir dökebilse, aynı toprak üzerinde yaşadığının, aynı havayı teneffüs ettiğinin, aynı kaderi paylaştığının bilincinde bir olsa, ecdat mirasına ihanet etmeyecek…

Ama nafile…

Bölünmüş yollar yarış pisti, haberler cinayet, hırsızlık, kaza ve yangın haberleriyle dolu… Bir tehlikenin ayak sesleri çok uzaklardan duyulur gibi…

Sokakların zenginliği olan selam unutulmuş, gençler evlerini terk ediyor, bunun adına da özgürlük deniliyor.

***

Şimdi, aile ve komşuluk ilişkilerini sosyal bir sorumluluk içinde yeniden ele almalı, sevgiyle yeniden yoğurmalı…

İnsanın yediğinden, içtiğinden, giydiğinden, önden yolladığından başka, ne bir malı ve ne de bir rızkı yoktur. Bu sebeple kimse, rızkını Harama bulaşmadan toplamalı!

Kapitalist düşüncenin tercih edildiği ülkelerde ‘Helal/Haram’ olduğuna pek bakılmıyor. Çünkü Kapitalist düşüncenin aslı/astarı ‘Makyavelizm’dir.

Yeryüzündeki hayatın ahirette hesabı sorulacağına canı gönülden bir inanılsa, o zaman hırsa düşmeden ekmek yemek mümkün olacaktır.

Ama nafile…

Soğuktan büzüşerek yürüyen insanlar  gördüğümde aklıma hemen, Tacettin Dergâhında paltosuz Akif gelir!

Yine Ankara’ya soğuklar çökmeye başladı.

Dikkat ettim.

İnsanların yüzlerinden düşen bin parça…

Suratlar asık, kaşlar çatık, yumruklar sıkılı, bir an soğuktandır dedim. Sokakların zenginliği olan selamı göremedim. Bunun soğukla alakası yok, yürekler donmuş dedim.

Pandemi sebebiyle eve geldiğimde gözlerim haberlere takıldı.

Aman Allah’ım!

Birde ne göreyim!

Sokakta ki soğukluk, meğer bundanmış…

Vekillerimiz Ceylan Derisi koltukların üstüne çıkmış, habire bir birini tekmeliyor!

Görünce, kahroldum…

Halbuki bu Millete Sever’in dayatıldığı günlerde bizim İktidarıyla/Muhalefetiyle bir arada olmamız gerekir. Ama yazık ki vekiller, birbirini duymuyor ve dinlemiyor!

Bildikleri tek şey öfke, öfke, öfke… O da insanın kanını donduruyor?!

Herkes kendi doğrusunda direnip duruyor.

Öfke sokağa taşıyor.

Sokakta öfke taş oluyor, Molotof oluyor, silah oluyor, ölüm oluyor…

Kimseden örnek bir davranış çıkmıyor. Çıkanlarda ortada, ‘Şiddet, öfke, kavga ve Ölüm’…

Hayata bakıyorum, kimse aç kardeşini, kendi sofrasına çağırmıyor. Kimse komşusunun derdini sormuyor. Kimse bir yetimin başını okşamıyor… Kimse Kapitalizmin içine düşen, kredi mahkûmu olanlara bir çare üretmiyor! Herkes işin kolayına kaçıyor!

Bunlar, ‘Sosyal Kıyametin’ alametleri değil de nedir!

Bu Ülke toprağından ekmek yiyen birisi olarak diyorum ki:

Ey Gazi Meclisinin çocukları, Ey Büyük Türk Milleti,  

Komutanıyla/Hocasıyla, Dedesiyle/Aşiret Ağasıyla birlikte bu Meclisi kurmadın mı? Sen; bunu ne çabuk unuttun?

Bu mirasa ihanet etmek bize yakışmaz! Vebali ve bedeli ağır olur!

Bağımsızlığın bedeli ödenmeden hiçbir zaman sahip olunmaz!

***

İsrail Yeryüzünde bir şeytandır!

ABD, sürekli İsrail’e gözü kapalı destek vermektedir.

Amerika’nın Ortadoğu’da sebep olduğu felâketler, aslında kendi çöküşünü hızlandıracaktır!

Dünya kamuoyu, İsrail’i dünya düzeni için en büyük tehdit ve tehlike görmektedir.

Buna sebep, Siyonistlerin bitmek bilmez hırslarıdır

Çağdaş dünya, yani Kapitalizm, İngilizlerle Yahudilerin eseridir.

Şimdi ABD, Yahudi Gücü’nün işgali altında!

ABD finansı, ekonomisi, bankacılık sistemi, üniversiteler, Hollywood, Silikon Vadisi, Pentagon, CIA, silah endüstrisi, Yahudilerin tekelindedir!

Tramp ve şürekâsı, Yahudi Gücü’nden ABD’yi kurtarmak için işbaşına getirildi. Fakat Tramp, azil sopası yememek ve de başkanlık seçimlerini garantilemek için Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırılan, barbarlık belgesine imza attı, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ilan etti.

Yahudilerin tanrısı; Güç’tür!

Güç tanrısı temelde sermayedir. O da kapitalizmdir!

Yahudi gücü, dünyayı kıyamete zorluyor!

Yahudi gücünün kutsalı yoktur. Varsa da kutsalı paradır!  O da Din-dışı, PAGAN bir kültürdür. Yani sermayedir. Adam Smith, Ekonominin ve Kapitalizmin Babası, liberalizmin gizli elidir…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan bütün küresel kurumlar, Yahudilerin dünya üzerindeki güçlerini pekiştirmek ve meşrulaştırmak için kuruldu. Yahudileri vadedişmiş topraklar idealine adım adım yaklaştırıyor.

Yahudiler, başta Filistin bölgesi olmak üzere bütün dünyayı cehenneme çevirecek barbarlıklara imza attı, atmaya da devam ediyor…

Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, NATO gibi küresel kurumlar, Yahudi gücünü pekiştirmeye hizmet ediyor!

Yahudi gücü, Siyonist zihniyetle dünyayı hem aptallaştırıyor hem de köleleştiriyor!

Bunun için bir mucize (!), bir kehanet (!), bir Mehdi (!), bir sihirli değnek(!) beklememelidir…

Mahmut AKYOL

 

HUKUK MEDENİYETTİR, TEMELİ ADALETTİR!

logo5

HUKUK MEDENİYETTİR, TEMELİ ADALETTİR!

Hukuk’un olmadığı mekânlarda ‘Orman Kanunları’ işler. Yani gücü, gücü yetene!

Dünyanın sorunları ciddi şekilde ağırlaşmıştır!

Günümüz dünyasında hayat içler acısı…

  • Çünkü Allah’ın lütfettiği kitabını insanlık anlamak istemiyor! Bundan dolayı insanlığın medeniyet diye bir sorunu oluşmuştur.

Bir millet, tek başına dünyanın bu sorunu çözemez! Sorunlar ancak ve ancak ortaklaşarak, ortak akılla ve ortak iyinin iktidarı (adalet) ile çözülür.

Muhafazakâr İslam anlayışı ‘tasavvuf’ ağırlıklıdır. Tasavvuf, bireyselliğe değer verir. Yani tasavvufta ‘nefsin’ terbiyesini önceler. Benim görüşüme göre; insanlığın ıslahına nefis terbiyesinden değil, dış engelleri ortadan kaldırmakla başlamalıdır…

İslam Dünyasının sorunlarının altında elbette ki ‘Batı Kültürü’ vardır. Batı Kültürü Avrupa’dır, ABD dir, NATO’ dur.

İslami zihin önce, ‘Klasik İslam kültürü ve dini düşünce anlayışını’ sorgulamalıdır… Bu sorgulama hiçbir zaman  ‘Modernist veya Reformist’ değildir.

Kendi gölgesinden korkan insanlar eğer; dini düşünce anlayışını sorgulasalardı, kendi zavallılıklarını örtmek yerine, sorunların kaynağını bulmaya çalışırlardı.

Fakat bundan önce Müslümanlar, kendi ‘Klasik Kültürlerine’ bakmalıdır.

Çünkü ‘İslam’ dinamik bir dindir.

Hz. Peygamberin vefatından sonra meydana gelen, iç savaşlar, kanlı ihtilaller ve saltanat kavgaları, Müslümanların hırslarından ileri gelmiştir…

Artık Müslümanlar bunu görmelidir…

***

İslam Dininde şiddet var mıdır?

Yoktur!

Ne Kur’an ve ne de Hz. Peygamber, Müslümanları böyle bir yanlışa çağırmış değildir!

Siyonist Soros’un yemlediği, fakat İbn-i Teymiyye düşüncesinin ektiği tarlalarda ‘PYD, PKK, El-KAİDE, IŞİD, FETÖ’ gibi gruplar bitmiştir.

Diğer yandan Müslümanlar, her şeyi tekleştirme hastalığı olan ‘Selefi Radikalizm’ den kurtulamamıştır.

Yani, ‘Allah tektir. Öyleyse (VAHDET İÇİN) Din de, devlet de, lider de, yorum da,  görüş de,  fikir de tek olmalıdır.’

Bu tek tipçiler her şeyi ya siyah, ya beyaz görür. Siyah ve beyaz düşünce, kendi dışındaki hayatı simsiyah görür. İşte şiddete yönelik eğilimler böyle ortaya çıkar ve beslenir.

Aslında saf, temiz, berrak bir İslam çeşmesinden su içen Müslümanlar şöyle düşünür:

Allah tekdir, tek olan O’dur.  O’nun dışında yaratılanlar çoktur, çeşitlidir ve rengârenktir.’

Bakın, Yeryüzündeki milyarlarca insan birbirinin aynısı değildir. Milyonlarca tür birbirine benzemiyor. Dağlar, taşlar, ovalar, çiçekler her şey rengârenk, birbirine benzemiyor.

Zira Allah yarattıklarında tekliği değil çokluğu görmek ister. Bu onun kudretine delildir. İşte şiddetin panzehiri de bu olmalıdır…

***

Yeryüzünde kesret âleminde ki insan, kendini demokrasi, özgürlük, barış, sevgi, hoşgörü ve adalet kavramlarıyla gösterir.

Hukuk’un temeli adalettir.

Adaletin temeli de, ‘Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, iftira atmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, bir halkı yerinden yurdundan etmeyeceksin’dir.

Yazık ki Dünya ve İslam Âlemi, bu konularda sabıkalıdır. Sevgi ve barış demek olan İslam, bu değerleri yitirmiş ve kana bulamıştır.

Eski İslam kültürünü diriltmek, ihyaya çalışmak ise, Müslümanları yeni felaketlere sürükler.

Hz. Ömer’in katliamının fitili, Bedir Savaşına katılanlara verilen maaşların kesilmesiyle ateşlendi. Sonra ‘zenginlerin mallarını yoksullara vereceğim’ sözü alevin dozunu artırdı ve Ümeyye Oğullarının zenginleri, mallarını korumak için Hz. Ömer’i öldürdü.

Yine Hz. Osman, Hz. Ali’nin yanından hiç ayrılmayan Ebu Zer’i Rebeze Çölüne sürgüne gönderdi. Ebu Zer açlıktan öldü. Bu olay Müslümanlar arasında büyük bir infiale sebep oldu.

Hz. Ali, beş yıl iktidarda kaldı.  Hz. Ali Muaviye ile yaptığı savaşlar sonunda 90 bin insan öldü. Akabinde Hariciler, Hz. Ali’yi katletti.

Hicri 61 de Kerbela faciası oldu.

Hz. Peygamberin yakınları ve torunları Kerbela’da öldürüldü. Kerbela katliamını yapan Yezit orduları, Medine’ye yöneldi. Üç gün boyu Medine yağmalandı. 900 sahabe kadına tecavüz edildi. Bu olay, ‘Harre Vakası’ olarak tarihe geçti.

İslam’dan nasipsiz, kavmiyetçi, iktidar hırsı uğruna, İslam’ın kalbi Kâbe’yi yaktılar. Karşı koyan binlerce Müslüman katledildi.

***

Daha sonra bu cinayetleri örtmek için türlü yollar aramaya koyuldular.

Sultanın sofrasından nemalananlar, bu kanlı siyaseti meşrulaştırmak için, ‘Amel imandan bir cüz değildir’ tezini ortaya attılar.

Hâlbuki Allah, ‘Yapıp ettiklerinizden mutlaka sorguya çekileceksiniz.’ diyordu.

Buna karşılık onlarda:

Kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanın, denizköpüğü gibi günahı da olsa cennete girecektir’ diyorlardı.

Yani onlar için, ‘Öldürmek, çalmak, iftira atmak, yalan söylemek, bir halkı yerinden yurdundan etmek’ hiç de önemli değildi.

Hâlbuki Dört Kitap’ın etrafında döndüğü umdeler, İslam’ın fiili hayatta ki davranışlarıdır.

***

Pekiyi İtikat, Peygamberler, Dil, Renk, İnanç, Irklar, Milletler, Din, Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, Türkler, Acemler, Araplar, Kürtler sorgulanır mı?

Hayır!

Fakat dini davranışlar sorgulanır. Bunların davranışları lanetlenir.

Mesela şahıslarda böyledir. Hz. Peygambere deli, mecnun, sihirbaz denmiştir. Kur’an bu kimseleri lanetlemiştir.  Bu günde olsa, yine lanetlenir.

Fakat Hadis kitaplarına doldurulmuş onlarca ‘Mevzu’ olaylar ve sorgulanmayan eski İslam Kültürü, çoğu zaman elimiz ve kolumuzu bağlar.

Hz. Peygambere hakaret edenler çoğu zaman dışarıda değil, saldırılara zemini hazırlayan Müslümanlardır…

Eğer Hz. Peygambere, ‘30 erkek gücündeydi, idrarı bir kadına içirildi ve kadın şifa buldu’ denilmeseydi, hakaret edenler, İslam dışı güçlerdi denilebilirdi…

Ama şimdi kızmaya hakkımız yok!

Yani Hz. Peygambere hakareti bizzat Müslümanların kendisi yaptılar.

  • Müslümanlar, İslam’ın ve Kur’an’ın temiz ve pak ruhuyla, erdemli ve güzeli insan Hz. Peygamberle yeniden buluşulmalıdır.
  • İbn-i Teymiyye görüşleri referans alınarak ‘İslam Devlet Düzeni’ budur denilmemelidir.
  • Devletin başı, ‘Allah’ın yeryüzünde ki gölgesidir’ diyen Selefi düşünceden uzak durulmalıdır.

***

İslam’ın öngördüğü devlet, ‘Adalet Devleti’dir.

Devletin güven, eşitlik ve adalet dağıtan bir kurum olduğu unutulmamalıdır.

Zamanımızda İslam’ın çığlığı, itirazı, heyecanı yok edilmiştir.

Geride meydanlarda kapalı kapıların ardında Bizans oyunları kalmıştır.

Mahmut AKYOL

      

 

 

 

 

TAZARRU, İNSANIN KORKULARI VE DİNİ DÜŞÜNCE YANLIŞLARI…

logo5

TAZARRU, İNSANIN KORKULARI VE DİNİ DÜŞÜNCE YANLIŞLARI…

  1. Tazarru, Allah’a yalvarmak ve yakarmaktır.
  1. Korku, insan fıtratının bir gereğidir. Bu korkuların başında ‘AÇLIK’ gelir. Yaşamı tehdit eden açlık, insanı akıl almaz yollara götürür… Paranın gücü insanı azdırır. Hayvanların aç, insanların tok olduğu bir beldede tehlike çanları çalıyor demektir!
  1. Eski İslam kültürünün Kur’an’la bir ilgisi yoktur. Müslümanlar kendilerini sorgulamaya cesaret edemedikleri ve kendilerini sorgulamaktan korktukları için, Siyasallaştırılmış İslam’ın içinde bocalamakta, birbirlerine kılıç sallayıp duruyorlar.

Kendini sorgulamayan kişiler ve toplumlar sadece mazeret üretirler. Bu cümleden bakıldığında görülecektir ki Kur’an, Müslümanların gündeminde yok! İslam’dan nasipsiz güçler, içimizdeki hainler, bize hep tuzaklar kuruyor ve bizi param parça yapmaya çalışıyorlar. Allah bunlara fırsat vermesin…

***

Biran için kendilerine bir hayrı olmayan Müslümanların iktidar olduklarını düşünün. Acaba İslam dünyasının hali nice olur, akan kan durur mu?

Durmaz! Çünkü kendisi kan davalı olmuştur…

Peki, din adına ülkemizde neler olur?

  • Yakmaz ölü kefenleri yok satar…

***

Geçmişin acıları

Dört halifeden üçü suikast sonucu öldürüldü. On İki İmamın yedisi zehirlendi. Üçü katledildi. Hazreti Peygamber’in torunu Kerbela’da şehit edildi, Harre Vakası oldu. Mekke yakıldı. Bütün bunları Müslümanların iktidar hırsları yaptı!

***

Eski İslam kültür anlayışı önümüze şu itikatları koydu:

  • Dinden döneni öldürün’,
  • Yedi yaşına kadar çocuk namaz kılmazsa dövün’,
  • Namaz kılmayanı kırbaçlayın’,

Muhafazakâr İslam Anlayışı, hala Allah’ın birliği ‘Tevhit’ konusunda birlik sağlamamışken, ‘Hâkimiyet Allah’ındır’ demekle neyi anlatmak istiyor?

Tek olan sadece Allah’tır.

Fakat yarattığı âlem ve her şey çoktur ve rengârenktir. Yani yaratılan insanlık dünya âlem çoktur ve rengârenktir. Akılda, fikirde, yaşantılarda böyledir. Hayat çokluk ve çeşitlilik üzerine kurulmuştur.

***                                                    

Namaz, Hacc, Oruç, Zekât ve Cihat nüsuktur. Bunlar ibadete giriştir. Bunlar doğrudan ibadet değildir. Bunların hepsi aynı zamanda fiili dua ve tazarrudur.

Hacc, merhamet, eşitlik mahşer provasıdır. Zekât, ötekini düşünmektir.

Mesela bir kişinin kıldığı Namaz, tuttuğu Oruç, yaptığı Hacc, Zekât ve Cihat; eğer bunlar kişide bir değişiklik yapıyorsa, o kişi ibadet yapıyor demektir. Değilse, Ebu Cehil gibi ibadet yapıyordur.

Allah insanları, başkasına değil, sırf kendine kulluk etsinler diye yaratmıştır.

Subhaneke en güzel bir tazarrudur.

‘Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka ilah yoktur.’

Peygamberler yanlış gelenekleri ve yanlış atalar kültürünü düzeltmek için gönderilmiştir.

Nebiler, Usvetün Hasenedir. Yani İyilik, güzellik, doğruluk davranışlarıyla örnektirler. Diğer yandan bütün Peygamberler ‘ahbâr’ dır.

Evanjelist Hıristiyanlar İsa’nın dünyaya yeniden geleceğine inanırlar. Hâlbuki her insan gibi İsa’da ölmüştür, ancak mahşerde dirilecektir.

Hepimiz de zamanın ahbarları olmak, bilgi, iktidar ve serveti ellerinde tutanlara karşı adaleti savunmak zorundayız.

İmanın içinde potansiyel olarak imkânda vardır! Bunu ortaya çıkarmak Müslüman’ın imkân ve kabiliyetine bırakılmıştır.

İbadette olduğu gibi imanda da şahsilik vardır.

***

Sıkça söylemeye çalıştığım gibi, Allah zenginleri zenginlikleriyle, fakirleri de fakirlikleriyle imtihan etmez. Bunu kaderden saymak, başka bir gaflettir.

Allah insana her şeyi bir emek karşılığında vermiştir. Bu sebeple, herkesin kaderi kendi boynuna asılıdır. Allah’ın içinde bulunmadığı hiçbir olay yoktur.

Yani kulun yaptığı şeylerin enerjisi Allah’a aittir. Allah bu enerjiyi vermezse, kul hareket edemez!

Yeryüzünde rızık meselesi, büyük sorun olmaya devam ediyor. Allah’ın her günü yeryüzünde milyonlarca insan aç yatıp aç kalkıyor. İşte insanoğlunun imtihan alanı burasıdır. Buna, ‘Hukuku’l İbad’ (Kul Hakları) denir.

  • Kul Hakları Dinin direğidir.

Eğer insan Allah’a güvenmiş olsaydı, rızık için gökten bir damla fazladan su indirdiğine, yerden bir nebat fazladan bitirdiğine de inanırdı.

Para tanrısı ‘Mamon’ egemenliğini sürdürmezdi. Yeryüzünde “Bilgi, iktidar, servet” bir avuç insanın elinde bir tahakküm aracı olmazdı. ‘Kapitalizm’ alabildiğince çıldırmaz, para büyücüleri (bankalar) halkı köle etmezdi…

Artık daha geç kalmadan ‘Lehu’l-Mülk’ diyelim! Ne yazık ki günümüzde ‘Kelime-i tevhid, Lehu’l-Mülk’ den’ koparılmış, sadece zikir virdi haline sokulmuştur.

Hacc’da milyonlarca hacı yeri göğü inleterek Kâbe etrafında ‘Telbiye’ getirirler. Yazık ki bunun ne anlama geldiğini Hacılar bilmiyor. Hâlbuki en büyük ‘eşitlik’ Kâbe’nin etrafında dönmektir.

Batıda Rönesans ve reform, hareketleri dini alanda yapılan tartışmalar ile başladı. 1789 Fransa devriminin temelleri 300 yıl önce, kiliselerde ve dini alandaki tartışmalarla atıldı. Özgürlük, kardeşlik ve eşitlik devrimlerine ancak bu zamanda ulaşıldı.

Hâlbuki Müslümanlar bu nimetlere 14 Asır önce ulaşmıştı…

***

Kur’an, Peygamber ve Din üzerinde yapılan her olumsuz davranış Müslümanları rencide etmiş ve incitmiştir. Batının bu sömürge ve emperyalist heveslerine karşı çıkmak, İslam dünyasının yeraltı ve yerüstü kaynaklarını gasp etmelerine karşı çıkmak, Müslümanların önde gelen birinci görevi olmalıdır.

O size kitapta şunu indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini veya onlarla alay edildiğini duyduğunuz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar onlarla birlikte oturmayın! Aksi takdirde siz de onlar gibi olursunuz.  Şüphesiz ki Allah münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.

(Nisâ Suresi 140. Ayet)

Şimdi de aslı yok, uydurma bir rivayetten bahsedelim. Güya Hz. Muhammed, kendisine şiirler yazarak alay eden bir müşrik şair için:

Beni bunun elinden kurtaracak yok mu’? Der…

Bunun üzerine iki sahabe, şairi arkadan hançerleyip öldürür. Hâlbuki Hz. Muhammed’in böyle bir teşebbüste asla bulunmamıştır!

Mehmet Akif; ‘Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun./Yıktın da dini Mübin’i yeni bir din kurdun.’ Hurafe tartışmalarına güzel bir cevaptır.

Mahmut AKYOL