DİNDAR OLMAK İÇİN ADALETLİ, TAKVALI VE KEREMLİ OLMAK LAZIMDIR…

logo5

DİNDAR OLMAK İÇİN ADALETLİ, TAKVALI VE KEREMLİ OLMAK LAZIMDIR…

Söze önce, ”Mülk Allah’ındır” diyerek başlamak lazımdır…

Hiç şüphesiz ki, ”Mülk Allah’ındır” demek lazımdır…

Vereninde, alanında Allah olduğunu unutmamak lazımdır…

Söz Allah’ın, Adalet Allah’ın, takvayı veren, insanı cömert kılan, kişiyi vicdanlı yapanın Allah olduğunu bilmek lazımdır…

Bu ölçüleri, dine koyan bizzat Allah’dır…

Kibir, hırs ve haset” şeytani duygulardır. Bu duyguların içini insan doldurur. Ve insan o andan itibaren şeytana dönüşür.

Eğer bir insana “dindar” diyorsanız, siz onun adil, takva sahibi ve cömert olduğunu söylemiş olursunuz. İyi Müslüman, kötü Müslüman tarifleri de aynen böyledir.

Eğer kişi, insanlarla olan davranışlarını bu ölçüler içinde tutuyorsa, benim için kişinin başka bir dinden olması mühim değildir. Benim için kişinin “er meydanında” ne yaptığı önemlidir…

Anlaşılması açısından Kur’an’da sıkça bahsedilen “Takva, Adalet ve Kerem” kavramları üzerinde çokça durulması gerekir…

TAKVA, aklınıza gelebilecek ne kadar şey varsa, onlara zarar vermekten sakınmaktır. Kişi yaptığı şeylerden dolayı Allah’ın öfkesini çekmekten, doğaya, çevreye, insanlığa, kurda/kuşa, cenine verilebilecek zarar ve ziyandan sakınmaktır.

İnanan kişi isterse bin kez Hacca varsın fark etmez, “Allah katında en keremliniz en takvalı olanınızdır.” (Hucurat; 13)

Hz. Resul buyurdu ki; “Sizin en takvalı olanınız, insanlara zarar vermekten sakınanızdır”.

Hz. Nebiye arkadaşları dediler ki:

Ey Allah’ın Elçisi verecek bir şeyimiz yok ki verelim, nasıl kerim olalım?”

Allah’ın Elçisi de:

Tebessüm de sadakadır” söyledi.

İşte üstünlük ve işte sakınmak budur.

Takvayı, Adaleti ve Cömertliği bu sözlerden daha güzel anlatan başka bir söz daha var mıdır bilmiyorum…

Ben, üstünlüğün ölçüsü olarak takvanın içinde ”kerem ve adalet” kavramını gördüm. Şerefli, Saygın, asil ve üstün olanların keremli ve adil insanlar olduğunu gördüm. Sizlerde aklederseniz, pekâlâ görürsünüz. Yani Cennetin kapısını cömertlerin açtığını görürsünüz.

Kur’an’ın varlık gerekçesi olan “Adalet”, “Takva” ve “Kerem” sahibi yapmak için Allah insanı hayatın merkezine almıştır. Yani insan, hayatta öznedir.

Bu sebeple cömertliği kendinden menkul elçiye:

Resul’ü Ekrem”,

Onun yaşadığı şehre:

Mekke’yi Mükerreme”,

Getirdiği kitaba da:

Kur’an’ı Kerim” denilmiştir.

Bunun nasıl olacağını, cömertliğin ve adaletin nasıl olması gerektiğini Hz. Resulü Ekrem, 23 yıl süren hayatında misallerle göstermiştir.

Salat ve Selam Ona olsun…

Benim dindarlıktan anladığım da budur.

Hz. Resul buyurdu ki:

“Eğer bir kişinin dindar olduğunu görmek isterseniz, onun “dinar ve dirhemi” eline geçirdiğinde, nasıl kullandığına bakın.”

Demek ki kişi hangi dinden olursa olun fark etmez, diğer insanlara karşı yaptığı davranışlarına bakın…

Kuran’ın Mekke’den itibaren kullandığı en esaslı kavramlardan biri de Karz-ı Hasen’dir.

Karz, kredi demek.

Karz-ı Hasen, görmediğimiz fakat varlığına inandığımız Allah’a karşılıksız kredi açmak, karşılıksız Allah’a borç vermek demektir.

Nifakla infak konusu, Medine döneminde ortaya çıkmıştır.

Kur’an’ın dilinden düşürmediği sözlerin başında “infak” konusu gelir. Yani Mekke döneminde münafık yok iken, Medine döneminde münafıklar, mantar gibi bitmiştir!

Dine özgü Nüsuklar, kişinin davranışlarını güzelleştirir.

Nüsuklar vakti, zamanı ve miktarı belli olan şeylerdir. Namaz kılmak, Oruç tutmak, Hacca gitmek gibi…

Esasında bu Nüsuklar, insanları bireysel ve toplumsal iyi, güzel ve doğru davranışlara hazırlar. Yani bu davranışlar “adalet, takva ve cömertliktir.”

Eğer insan/Müslüman bu istikamette adalet, takva ve cömertliğe ulaştıracak bir Nüsukla meşgul değilse, din adına yapılan şeyleri boştur!

Bir Müslüman hacca gitmek için önce ihrama girer. Bu eşitlenmek için ilk basamaktır. Orada siyah-beyaz, Doğulu-Batılı herkes bir evin etrafında “Tavaf” eder, eşitliğe alışır. Bir gölgesi olmayan bir tepebaşında insanlara mahşer provası yaptırılır. Şeytan taşlanarak Müslüman, içindeki kötülüklere nasıl karşı duracağını öğrenir. Özetle Hacc, Haccdan sonra başlar ve böyle devam eder!..

Oruç, bir ay boyunca size açlığı öğretir. Geri kalan 11 ay boyunca, açlarla hemhal olmanız istenir. Oruç, Ramazan Ayından sonra başlar ve böyle devam eder!..

Namaz, bir eşitlik eylemidir. Allah’ın kullarının bir tarağın dişleri gibi olması istenir.

Eğer eşitlik fikri kabul edilmez, “ben ayrı bir ırka, ayrı bir cinsiyete, ayrı bir milliyete, ayrı bir insanlık kumaşına sahibim der, diğer insanlardan kendini ayırırsa, bütün namazları (salat) kabul değildir. Çünkü salatın amacı, Müslümana eşitlik fikrini aşılamaktır!

Eğer kabul olan bir namaz arıyorsanız, içinde öksüz, yoksul, toplumun zayıf kesimler olmalı, Müslümana “Adalet, takva ve cömertlik” öğütlemeli, kibirden uzaklaşmayı, güzel ahlaka sahip olmayı sağlamalıdır. Yani “Kibir, hırs ve hasetten” uzak tutmalıdır…

Namaz, tamamen bir eşitlik eylemi ve fikridir. Müslüman, bu açıda kalarak hayatını sürdürmelidir!..

Eğer bir Müslüman bunları içselleştirmiş, Kur’an’ın ruhunu anlamış ve hayata döndürmüş ve ete kemiğe büründürmüşse, iyi bir Müslüman olmuş olur.

Böyle olmadığı takdirde, kuru kuruya bir dindarlık ortaya çıkar ki, şu anda ülkemizde ki anlaşılan dindarlık, ne yazık ki budur…

Şimdi insanların kahir ekseriyetine bakın, herkes kolaycılığa kaçıyor, herkes sorumluluktan kaçıyor!.. Kutsal addedilen kavramların altına siniyor!

Din adamları bir şeyi niçin kutsarlar?

Toplum üzerinde otorite kurmak, kendilerini tartışılmaz kılmak, aklı yok saymak için… Bu sebeple kutsalı çok olan toplumların totemi de (yasağı) çok olur.

Bugün hala “Kur’an” Müslümanlar arasında kutsal sayıldığı için yüksekten asılmış, dokunulmaz kılınmıştır…

Hâlbuki ne kadar Allah Kelamı varsa, (“Levh-i Mahfuzdan” gelen) bunlar tarihin belirli bir zaman ve mekânında yeryüzünün tozuna toprağına karışmıştır. Bu itibarla Kur’an’a ancak saygı duyulur. Kutsamaksa, Kur’an’ı hayatın dışına iter!

Hâlbuki Kur’an’a dokunmak, sayfalarını açmak, okumak, anlamaya çalışmak, ayetlerinin üzerinde tefekkür etmek, hayat yolculuğunda yoldaş yapmak, iyi günde/kötü günde, hazarda/seferde, savaşta/barışta, özelde/kamuda, yaşamın akan damarlarında dolaştırmak gerekir ki, ona saygı duymuş olasınız…

Abdestsizde olsanız bile elinize alın, korkmayın, çarpılmazsınız! Göreceksiniz ki Kur’an, toplumsal hastalıklara şifa olmuş, ruhları ısıtmış/ışıtmış, sıcaklığı ve kerim hali vicdanları diriltmiştir!

Kur’an’da ki “oku” sözü, Resul-i Ekrem’e herhangi bir metni yüzüne oku denmiyor. Çünkü bu sesleniş sıradan bir sesleniş değildir.

Bu okuma “Git insanları uyandır, onları Allah’ın mesajına çağır, İslam’ın mesajını insanlara taşı, sorumluluğu yüklen” şeklinde anlaşılmalıdır.

Senin Rabbin “Ekrem’dir.” Sözü ile Cenabı Allah kendisini, kullarına Kerim (cömert) olarak tanıtıyor. Resulüne Ekrem diyor. İnsanlığın da bu örneklerden ilham alarak “CÖMERT” olmaları isteniyor…

Yani insana denmek isteniyor ki:

Şerefli olmak Allah’ın kullarına bedavadan verdiği bir nimet değildir.

Eğer sizler de cömert olursanız, üretir, meydana getirir, yapar, benim size verdiğim gibi sizde ürettiklerinizden ihtiyaç sahiplerine verir, paylaşır ve bölüşürseniz, o zaman sizler de Ekrem (cömert), şerefli ve saygın olursunuz!”

Burada Rabbimiz görüldüğü gibi şerefi ve saygın olmayı bir bedele bağlıyor.

Bu bakımdan Allah bize, Kur’an-ı okurken “Kerim” bir gözle okumamızı istiyor. Zira bütün peygamberler kendilerine verilen kitaplarını hep böyle okumuşlar, ümmetlerine de böyle okumalarını tavsiye etmişlerdir.

Mahmut AKYOL

YOL ÜSTÜNDE BAĞI OLANIN BAŞI BELADAN KURTULMAZ!

logo5

YOL ÜSTÜNDE BAĞI OLANIN BAŞI BELADAN KURTULMAZ!

Allah Resulü zamanında ki “Mekke Çetesi ve tefeci bezirgânları” bugün hala kıtalar arası dolaşıyor.

Zamanımızın tefeci bezirgânları bugün hala tüm terör guruplarını hem kuruyor, hem yönetiyor ve hem de ülkelerin kaderi üzerinde söz sahibi yapıyor…

Yıllar var ki, siyasetin türlü oyunlarından bu millet bir türlü yakasını kurtaramadı.

Ne zaman ki millet kendi iradesiyle ayağa kalmak istese, düşman en mahir oyunlarını sahneye koydu.

Yeryüzünde milletlere işgali, yakmayı, yıkmayı, talan etmeyi ve öldürmeyi Yahudiler öğretti.

Zira dünyayı, içindeki kıymetleri “en çok SEVEN Yahudilerdi”!!!

Yahudilerden sirayet bu kötülükler Batılılara geçti. Tarih boyu Batının yaptığı en başarılı iş; İşgal ve öldürmek oldu

Batının bilinçaltında yatan psikoloji, “Haçlı Seferleri” ruhudur. Yani Haçlı Seferleri “Din Savaşları” olarak zannedilmesin. Bu savaşlar, dünya nimetlerini pay etmek için yapılmıştı!..

Yurdumun insanları tarih boyu iman ve dirençleri sayesinde karşısına aldığı her hainin kökünü kuruttu. Binaenaleyh, ihanet edenler ve milletimin aleyhinde çalışanlar hep yok oldu…

Çünkü bu millet şuna inandı:

Zulüm karşısında, mazlumun yanında yer alan her kim varsa, Allah onlarla beraberdi.”

Zira Allah, yenilmez bir güçtür…

Hiç şüphem yoktur ki, her şey Allah’ın dilemesiyle olur! Yeter ki, Allah’ın kulları kolaycılığa sapmasın, yeter ki, sorumluluk yüklensin…

Bazen de insanların imtihanı çetin olur. Elindeki nimetlerin kadrini bildirmek için Allah, insanın elindekini alır.

On Altı Devleti, bu açıdan değerlendirmelidir.

Günümüz Türkiye’si, Modern toplumların içinde yerini almakta zorlanmıştır. Tabiri caizse Ceylanı, Sırtlanların arasına atarak yaşatmaya çalışmışlardır. Birde üstüne üslük, üzerine zorla giydirdikleri gömleğin düğmelerini yanlış iliklemişlerdir.

Türkiye iç ve dış meselelerini demokratik teamüllerle bir türlü çözemedi. Çünkü iç ve dış meselelerini çözmede Türk milletinin önüne anti-demokratik yollar konulmuştu.

Halbuki Türk milletinin kendine özgü bir sürü dinamikleri varken, kimse tevessül etmedi.

Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ülke meseleleri kangrenleşti.

Türk milletinin meselelerinin çözülememesi bundandır.

Acaba bu bir kader midir? Yoksa ülkem bu çıkmazın içinde, bilerek mi tutuldu? Yoksa canlı kadavra muamelesine revamı görüldü?

Demem o ki, “Yol üstünde bağı olanın başı beladan kurtulmaz!” sözü boşuna söylenmiş bir söz değildir.

Dış güçlerin planları, içimizde ki ihanet ve gafletle birleşince geride sadece, düşmanın değirmenine su taşımak kaldı…

Heyhat! Su taşımak için sıraya girmiş yığınla insan var…

İnsan bir kere Allah’a imanını, yaşamın güzelliği olan ahlakını kaybedince, sırtına semer vuranı çok olur.

Ülkenin sosyal, ekonomik ve psikolojik meselesinin çözülemeyişinin diğer bir sebebi, “eşitsizlik, adaletsizlik ve kurgulanmış akla” bağlı olmasıdır.

Onun da altında yatan gerçek; “Ulus Devlet” zihniyetinin yanlış kurgusudur!..

Eğer Türk milletinin bünyesinde, “Zengin/Fakir eşitsizliği ve adaletsizliği, Türk/Kürt eşitsizliği ve adaletsizliği, Sünni/Alevi eşitsizliği ve adaletsizliği, Erkek/Kadın eşitsizliği ve adaletsizliği, Sivil/Asker eşitsizliği ve adaletsizliği” giderilmediği müddetçe, ülkemin meseleleri çözülemeyecektir.

Eğer tek başına Cumhuriyet Yönetimi, “Kemalist, Milliyetçi, Irkçı, Sol Liberal, Ulus Devlet” anlayışını benimsemiş olmasaydı, ülkemin meseleleri belki kümelenmeyecekti…

Eğer Milletime ayrımcı ve sınıfsal açısından bakılmasaydı, milli birlik ve bütünlük daha tez kurulabilir, Türkiye Dünya Milletler Ailesi içerisindeki hak ettiği yerini daha çabuk alabilirdi.

Fakat “Ulus Devlet” mantığı, “Egemenlik” fikrini yanlış bir şekilde kurguladı.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” Sözü doğru olmasına doğru, ancak uygulama yukarıda olduğu gibi sakatlıklarla dolu… Doluluğun başını çeken şey, sadece duvarlarda yazılı kalmasıdır. Tıpkı Kur’an’ı Kerimin duvarda asılması gibi…

Tıpkı Nahl suresi 90. Ayetinde olduğu gibi:

ALLAH adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder. Kötülükten, fenalıktan ve azgınlıktan meneder. Öğüt almanız için sizi böyle aydınlatır.” Bu ve benzeri ayetleri Allah, Kur’an‘ı Kerimde defalarca anlatmasına rağmen, insanoğlu sadece okuyup geçtiği gibi…

Diğer yandan, “Gütmek ve Kontrol Etmek” hastalığına tutulan Ulus Devlet egemenliği bu şekilde teminat altına alabileceğini sandı… Fakat başarılı olamadı!

Kendilerini dokunulmaz gören seçkinlerin; aç bırakılan, onuruyla oynanan, güven duygusunu yitiren, savaşlardan yorgun ve yılgın çıkmış bir köylüden “efendi” olmayacağını göremedikleri gibi…

Kendilerini dokunulmaz kılanlar; eğer gayri şahsi egemenliği iş başına geçirselerdi, buna mukabil şahsi egemenliklerini devlet haline getirmeselerdi, milletin hayatı cehenneme dönmemiş olurdu…

Sorumluluk almayan, yaptığı işlerde hesap nedir bilmeyen, hesap vermek nedir aklından geçirmeyen, sınırsız yetkilerle donanmış egemen güçleri hangi meseleyi çözülebildi? İnan bilmiyorum!..

Ordu-Devlet-milletin” yaşaması, birbirlerinin yaşamalarına bağlıdır. Bu üçlü, asırlardan beri var olan kurumlardır. Milletin bekası için bu üçlünün bir arada yaşamaları şarttır!..

Lakin kendilerini dokunulmaz kılanlar; bu birlikteliği beceremedi.

Ulus Devlet” felsefesi bu üçlüyü yerli yerine bir türlü oturtamadı. Devlet erkleri diye adlandıracağımız bu yapılar, ihtiraslar uğruna hep birbiriyle kavga ettirildi.

Ulus Devlet anlayışında zıtların bir arada yaşaması imkânsızdır. Ulus Devlet tek tipçi olduğundan, zıtlarına tolerans göstermez!

Eğer bir meseleyi çözmek isterseniz, önce ona toleransla bakacaksınız, sonra da tarafların bir araya, bir masa etrafına gelmesini sağlayacaksınız.

Mesela bir masa etrafında taraflardan biri yok ise, birileri kamu alanına girebiliyor, birileri giremiyorsa, orada hangi meseleyi çözebileceksiniz?

Ulus Devlet, diktatörlük üzerine kuruldu. Buna gerek var mıydı? Ama kuruldu…

Egemenliğin alternatifi ortaklıktır. Ortak meseleler ortak akılla çözülür. Fakat yıllardan beri meselelere hep tek tip bir bakış açısı ve tek tip bir akılla bakıldı.

Tek bakış ve tek akıl; diktadır.

Özgürlükleri genişletmek, demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla çalıştırmak, varlıklara haklarını vermek için adaleti işletmekle mümkün olur!..

Ulus Devlet” her şeyin kendi güdümünde ve egemenliğinde olmasını istediği için, orada hiç kimse Laik olmaz!

Mesela hiç kimse, devlet yapısı içinde yer alan Diyanet gereklidir diye bir soru soramaz…

Mesela hiç kimse, dini alan inanan insanlara bırakılmalıdır diye bir soru soramaz…

Onlara, inandıkları gibi yaşamalarına imkân tanınmaz…

Hâlbuki laik anlayışta vatandaşın neye, nasıl inanacağına kendisi karar verir…

Devlet, herhangi bir inancı ve mezhebi kendisi belirleyemez…

Mesela hiç kimse, insanları dindar yapmaya ve ya kimseyi dinsizleştirmeye kalkışamaz.

Devletin varlık gerekçesi, “adaleti” ikame etmektir.

Bir devlet adalet anlayışına ne zaman dönerse, suyun yatağını bulduğu gibi meseleleri çözmeye başlamış olur.

Emevi, Abbasi, Selçuklu Osmanlı Saltanatından beri sürdürülen din/devlet geleneği Cumhuriyet Türkiye’sinde laikliğin yanlış uygulaması sonucu inkıtaya uğramıştır…

Fakat Osmanlı saltanat geleneği bugün hala sürmekte, Tanrı devlet anlayışı ve kutsallıkları hala devam etmektedir.

Mahmut AKYOL

ŞİDDETİ BESLEYEN HAÇLI RUHUDUR!

logo5

ŞİDDETİ BESLEYEN HAÇLI RUHUDUR!

Yazı yazmadan önce aşkın ve aklın mekânına bakarım. Gönülde ve beyinde oluşmuş düşünceme bakarım. Düşüncemin yer aldığı Tarih ve Tabiata bakarım. Tarih ve Tabiattaki düşüncenin hayata yansımasına bakarım.

Görüyorum ki, Allah her şeye bir denge koymuş! Allah bu dengeye “KADER” dememizi istemiştir.

Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulun. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat/10)

Kardeşlik sevgi ve muhabbettir. Kardeşlik tıpkı yağmurun toprağa verdiği hayat gibidir. Kardeşlik bir limana benzer. Kardeşlik gönül almak, tebessüm etmek, huzur bulmaktır. Ve kardeşlik mutluluğu paylaşmak, hüzün ve kedere ortak olmak, mesafeleri, sınırları, engelleri ortadan kaldırmaktır…

Kardeşlik renkleri, dilleri, kökleri farklı olan yürekleri birleştirmek, zulüm ve şiddete, akan kana ve gözyaşına duyarsız kalmamaktır.

Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin! Birbirinize haset etmeyin! Birbirinize kin beslemeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin, Ey Allah’ın kulları kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28)

Bir ülkenin temel taşları eğer yerinden oynuyorsa, hemen aklınıza polisiye tedbirler getirmeyin. Şiddetin dili şiddetle çözülmez bilin!

Belki birileri yeryüzünde yaşamak için şiddet kullanabilir. Fakat döner dolaşır şiddet sahibini vurur.

Bunların başında ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere gelir. Bu devletler de İsrail’in kuklasıdırlar. Dünyada hepsinin üstünde İsrail ve onun çıkarları vardır.

Çünkü dünya ekonomik düzeni Rockefeller ve Roschild hanedanlarının öncülüğünde bir avuç çete tarafından İsrail adına yürütülmektedir.

Allah Resulü zamanında ki “Mekke Çetesi” gibi, zamanımızın çeteleri de tüm terör guruplarını hem kuruyor ve hem de yönetiyor.

Gıda, enerji, gübre, ilaç, finans, kıymetli madenler, tohum, tarım ilaçları, su, silah, sinema vb. sektörler dâhil olmak üzere, tüm stratejik sektörlere hakim olan bu vampirlerdir.

Bu çete devletler her ülkede demokrasiyi yıkmakta, kendilerine uşak diktatörleri iktidara getirmekte, terör ve darbe düzenlemekte, harpler çıkarmakta, suikastlar tertip etmekte, rüşveti ve her türlü ahlaksızlığı yaygınlaştırmaktadırlar.

Özellikle cemaatler yoluyla din istismarı yapmakta, en yaygın biçimde şantaj icra etmektedirler. Bu ahlaksızlık bataklığında başı, ABD çekmektedir. Siyonist Evanjelist grup da, parsayı toplamaktadır.

Zavallı ABD halkı da mağdurdur. Zira kendileri de bu çetenin kölesidir. Mesela 55 milyon ABD’li aşevlerine mahkûm durumdadır. Milyonlarca ABD’li sokaklarda sürünmektedir. Dünyada milyarlarca insanı açlık ve sefalete mahkûm etmektedirler.

Bazı sömürülen İslam ülkelerinde, demokrasi ve hukuk düzeni yoktur. Başlarına zalim, müsrif, rüşvetçi, hırsız, şahsiyetsiz ve kendilerine köpeklik eden diktatörler getirilmiştir.

Bu ülkelerde her gün yeni rezaletler, ahlaksızlıklar, rüşvetler, yolsuzluklar, cinayetler, kanunsuzluklar vb. ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu diktatörlerin zulmü bir türlü son bulmuyor.

Dünyanın her tarafında koyu sefalet ve arsızca bir sefahat hakimdir. Aklımıza niçin “Sosyolojik” tedbirler gelmiyor. Deveyi dövmeden önce, niçin onun uyuz olabileceği düşünülmüyor?

Sosyal” yapının neden bozulduğuna bakmadan, bozulmanın sebepleri üzerinde durmadan, hemen zabıta güçleri akla geliyor!

Gerileme Dönemi” sürecine giren Osmanlı Devletinin Yöneticileri, İsyanları bastırmak ve anarşiye son vermek üzere Kuyucu Murat Paşayı yetkilendiriliyor, tüm tedbirlere rağmen, devletin yıkılışına mani olunamıyor.

Yıkılışın asıl sebepleri üzerine yöneticiler bir türlü gitmek istemiyorlar.

Bana göre, Osmanlı Devleti “İttifak Devletleri” tarafından değil, o devletlerin elindeki “Şirketler” tarafından yıkılıyor. Bu şirketlerde Yahudilerin elindedir. Tıpkı bugün olduğu gibi…

Bu şirketler, Osmanlının  “Etnik” yapısını tahrip ediyor, parçalıyor ve yıkıyorlar. Bu gün de aynı oyunlarla karşı karşıya kaldığımızdan kimsenin şüphesi olmasın! Devletin bekasına son vermek için tertip edilen her ihtilalin arkasından hep bu uluslararası şirketler çıkıyor.

Bana göre Tarihin seyri, “İnananla/İnanmayanlar” arasında değil, “Adaletle/Zulüm” arasında sürüp gidiyor.

Buradan bakıldığında, Batılıların tarih boyu yaptıkları en başarılı iş:

İşgal, Yakma, yıkma, talan etme ve öldürme olarak görülüyor.

Geçmişe gitmeye gerek yok, hemen yanı başımızda olanlara bakmak yeterli olur kanaatindeyim.

Yakın zamanda Batılılar Irak’ı işgal ettiklerinde bir milyon insani katletti. Afganistan’ın işgalinde ülkeyi kalbura çevirdi. Suriye’yi ülke olmaktan çıkardı. Şurada/burada Müslüman kanı hala dökülmeye devam ediliyor.

Dökülen bu kanlar, bazı İslam ülkelerinin başlarında ki zalim, müsrif, rüşvetçi, hırsız, şahsiyetsiz diktatörler tarafından dökülüyor!..

Batının bilinçaltında yatan psikoloji; “Haçlı Seferleri” ruhudur.

Yani Haçlı Seferleri “Din Savaşları” olarak zannedilmesin. Bu savaşlar, dünya nimetlerini pay etmek için yapılmıştır!..

Şimdi yapılması gereken şey:

ABD, İngiltere, İsrail niçin insanlığa bu kadar öfkeli diye sormalıdır?  

İslam özü itibariyle hiçbir zaman bu anlamda şiddetin kaynağı olmamıştır. İslam’da sivili öldürmek yoktur. Kafa kesip top oynamak yoktur. Tapınaklara, ibadethanelere, sivil alanlara, tarlalara, bahçelere saldırmak yoktur. Kadınları çocukları esir etmek, köle cariye yapmak yoktur. Sadece eli silahlı olan güçlere karşı mücadele vardır.

Harici-Selefi-Vahhabi” kültürüyle beslenen “Haçlı Ruhudur.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, bugün de aynı ruh ve oyunlarla Müslümanlar karşı karşıyadır…

Devletin bekasına son vermek için tertip edilen her ihtilalin arkasında hep bu uluslararası şirketler vardır. Tarih boyu bu hakikat hiç değişmemiştir.

Böl, parçala, yönet oyunu İngilizlerin, yık ve yeniden yap oyunu Yahudilerin karakteri olmuştur. Demek ki yak, yık, talan et kötü insanların özelliğidir.

Batılıların tarih boyu yaptıkları en başarılı iş:

İşgaldir, öldürmektir.

Şimdi geçmişin defterlerini karıştırmadan en yakın zamana bir göz atalım.

Batı, Irak’ı işgal ettiğinde bir milyon insani katletti. Afganistan’ı işgal ettiğinde binlerce insanı öldürdü. Suriye’yi ülke olmaktan çıkardı. Müslüman kanı dökmedik yer bırakmadı…

Demografik açıdan parça parça edilen bu ve benzeri ülkeleri eski yapılarına kavuşturmak için çalışan, ekmeğini pay eden, henüz vicdanında adalet ve insanlık bulunanlara şapka çıkarıp selam durmak gerekir…

Batının bilinçaltında ki şey; haçlı ruhudur. “Haçlı Seferini” başlatmak, faturayı da Müslümanlara kesmek Batının en büyük oyunudur.

Batı Dünyasının dediği gibi, şiddetin kaynağı İslam değildir.

ABD, İngiltere, İsrail İslam’a ve insanlığa öfke dolu! Aynı şekilde bu güçlere karşı da mazlum insanlar öfke dolu… Eğer öfkenin pimi bir çekilirse, bilin ki öfke, hiçbir sınır tanımaz.

Evanjelist Ermenilerin, ABD okullarının, Barış Gönüllülerinin, Çekiç Gücün, NATO’nun, IMF ve Dünya Bankasının, ABD maşası (PKK başta olmak üzere) terör örgütlerinin, ABD konsoloslarının, Kürt görünen kripto Ermenilerin, misyonerlerin, Yehova şahitlerinin, içimize salınan ihanet odağı, ülkemizin her tarafını örümcek ağı gibi saran dernek, vakıf ve cemaatlerin melanetlerini unutmayalım!..

Bütün darbeler ABD ve İsrail tarafından planlanmış ve uygulanmıştır. 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz gibi…

Aynı durum Suud ve Haşimi aileleri (Arabistan ve Ürdün) ile Kırım halkı için de geçerlidir. Osmanlıya ihanet, onları köleliğe mahkûm etmiştir.

Ermeniler de sefalet içinde sürünmektedirler. Bir çıkarcı kesimin oyuncağı haline gelmişlerdir.

ABD’de tabii afetler hiç bitmiyor. Can güvenliği kalmadı, her gün katliamlar yaşanıyor. Uyuşturucu tüm gençlerini esir aldı. Yaptıklarının bedelini ödüyorlar.

Yukarıdan beri yazdığım yorumlar, belki birilerinin aklını başına getirir!..

Mahmut AKYOL

 

“DÜŞMANINA BENZEDİĞİN ZAMAN, SAVAŞMANIN ANLAMI KALMAZ”!

logo5

“DÜŞMANINA BENZEDİĞİN ZAMAN, SAVAŞMANIN ANLAMI KALMAZ”!

Ben gelmedim kavga için, Benim işim sevgi için. Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.” Yunus Emre

Dostlar;

Benim yaptığım kavga İslam için ve benim yaptığım kavga İslam’ın anlaşılması için…

Ülkemde bayrağım dalgalandıkça ve ömrüm yettikçe, bu kavgam sürecektir.

Bu ülkede herkesin söz söylemeye hakkı vardır. Demokrasiler insanların özgürce konuşma ve isteme mekanlarıdır.

Yeter ki isteklerimiz, görüşlerimiz birbirimizi yaralamasın, bölmesin, şiddete çağırmasın!

İnsanlığın en kadim haklarının başında yaşama hakkı gelir. Kendini ifade edemeyen şahıs ve toplumlar yaşama hakkını elde etmek için büyük mücadeleler verirler.

Eğer insanlar totaliter, ceberut, darbeci ve mankurt bir yönetim anlayışı içinde yaşıyorsa, yaşama ve kendini ifade etme hakkını elde etmek için çok sıkıntı çekerler…

Cumhuriyet rejiminin temel taşlarından biri demokrasi, rıza ve müzakere etmek için programı olan bir parti kurmaktır.

Osmanlı Devletinin külleri üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyet’i başlangıçta tek kişi iradesi ve tek parti ilkeleriyle yönetilmiştir. Dolaysıyla toplum rejimle değil, yöneticilerle problem yaşamıştır.

Cahil bırakılan toplum, problemini aşmak için yöneticilere sadece “kızarak” işin içinden çıkmaya çalışmış, haklarının ne olduğunu bile bilmedikleri halde bunu “demokrasiyle” elde edeceklerini zannetmişlerdir.

Fakat her defasında kendilerini demokrat, Atatürkçü, laik ve Cumhuriyetçi görenler, sokaklarda sarhoş narası atar gibi “Kahrolsun Şeriat”, “Mollalar İran’a” diyerek Müslümanları provoke etmişlerdir.

Edindiğim bilgilerim bana şunu söyletiyor:

1920–1924 arasında verdiğimiz “İstiklal Mücadelesi” sonunda, sistem olarak yıkılan Osmanlının yerine “Cumhuriyet Yönetimi” getirildi. Bu getiriliş ortak bir irade ve ortak bir akılın sonucu olmuştur. Milletin kılcal damarlarından süzülerek gelen Millet Meclisi, Birinci Meclis’tir. Bu, tek bir kişinin veya gurubun aklının eseri değildir.

İstiklal Mücadelesi ve Cumhuriyet Yönetimi yediden yetmişe herkesin katkılarıyla gerçekleşmiştir.

Kald ki benim ecdadım İstiklal Mücadelesinin bütün ileri cephelerinde tıpkı (15 Temmuzda olduğu gibi) vardı.

Hatta Birinci Dünya Savaşı sonrası “Yeni Türkiye” fikri, ortak aklın ve vicdanın eseridir.

Merak ediyorum:

Acaba Cumhuriyete muhalif olmadan sahip çıkan bana, kuruluşunda bulunan bana, bugün neden “istismarcılar” söz söylüyor!?

Allah bilir birileri ayaklarını soğuk suda dinlendirirken benim, senin ecdadımız yalın ayak cephede koşturmuştu… 1912 Balkan yenilgisinin ardından durmadan, dinlenmeden 1914-1918 Birinci Dünya Savaşına, 1920–1924 “İstiklal Mücadelesine” sokulmuştu.

Pay-ı Tahtı İngiliz gemileriyle kuşatılan, eli/kolu bağlı Osmanlıya (Türkiye Milletine) Sevr dayatıldı. Yorgun, yılgın, çoluk-çocuk-yaşlı-hasta-dul ve yetimlerden ibaret kalan bir millet, yeniden ayakları üstünde nasıl kalkabilirdi?

Savaş sonrası Türk Milleti kurtlar sofrasına nasıl oturabilirdi?

Hiç düşüneniz oldu mu?

  1. Akif, İstiklal Marşının ilk ve son kelimelerinde bu yolu gösterdi:

Korkmamak ve yalnızca hakka tapmak!”

Benim anladığım Cumhuriyet böyle inşa edildi…

Benim anlamaya çalıştığım İslam’ın şablon bir devlet anlayışı yoktur. Fakat İslam Devleti “Adalet” kavramı altında gizlidir.

Hz. Resul, bir arada yaşamak zorunda olduğu Yahudi, Hristiyan, Süryani, Mecusi, Müşrik, Putperest, Ateistleri “Medine Sözleşmesiyle” bir arada tutmuştu…

Dün nasıl Medine Sözleşmesi birilerine yetmediyse, bugünde birileri için cumhuriyet ve demokrasi yetmiyor!!!…

Bunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur, ancak “Harici-Selefi” zihniyetinden kurtulamayanların bunu anlaması zordur.

Osmanlıdan kalma çürümüş, istismara açık bazı yapıları savunmanın neresi İslam’a hizmettir, anlamıyorum!

Mesela “Saltanat”…

O dönemde yapılanları takdir etmek başkadır, günümüze taşımaya çalışmak başka…

İslam’ın özünde yönetim dine dayalı değil, “adalete” dayalıdır. Eğer bir Ümmet’ten söz edilecekse, ümmeti bu ilke etrafında toplayacak çalışmalara ihtiyaç vardır!

Yurdumun insanı farklı çizgilerde yaşıyor olsa da, beraberce zulme ve zalime karşı durmak zorundadır. Zira birbirimizi anlamanın ve yardım etmenin başka yolu yoktur.

Evrensel değerlere ve yeryüzünün gerçeklerine insan gözlerini ve kulaklarını kapayarak yaşayamayız. Eğer birlikte yaşayan iki kişiden biri “Adalet” diyorsa, diğeri de adalet demeli, ikisi de “açlıktan” söz ediyorsa, ikisi de ekmeği çalana kılıç çekmeli…

Bu topraklarda yaşayanlar; parçalamayı, ayrılık tohumları ekmeyi, birbirine ilgisiz olmayı,  birbirine sırt çevirmeyi, birbirine kin beslemeyi, birbirine haset etmeyi asla aklından geçirmemeli!

Doğası gereği Osmanlı İmparatorluğu Türklerden ve Müslümanlardan ibaret değildi. Yaklaşık on altı kavim ve milletten ibaretti.

Sadece “ulus” devlet anlayışı, Osmanlının küllerinden kalan kısımdır. O da kurulurken Osmanlı göz ardı edildi. Yani Osmanlının Resmi nüfusu düzenlenemedi.

Resmi nüfus sayımına göre 1906 yılında Osmanlı İmparatorluğundaki Milletlerin nüfus dağılımı:

Türkler (Müslümanlar):15.498.747 76.09% İslam’ın bütün mezhep kolları buradadır. Hanefi Mezhebi çoğunluğu oluşturur. Yine Türklerin her boyundan insanı buradan görebilirsiniz.

Yunanlılar:13.86%

Ermeniler:5.07%

Bulgarlar:3.74%

Yahudiler:1.24%

Protestanlar:0.26%

Diğerleri     :1.59%

Toplam:20.368.485

Geriye bir gerçek kalıyor ki, o da bastığımız toprakları el birlik korumak

Müslüman Türk Milleti tarihte çok sıkıntılar çekmiştir. O sıkıntıları bize reva görenlerin kendileri de sıkıntıdan kurtulamamıştır.

Ey Yurdumun İnsanları:

Gelin “783.562 km²” toprak parçasında birbirimizle çekişmeyelim.

Eğer çekişirsek gücümüzü kaybederiz. Atılan okun, bir daha geri gelmesi mümkün değildir!

Bakın ben diyorum ki:

Hz. Ali’nin iktidar anlayışıyla, Muaviye’nin siyasi anlayışı farklıydı. Muaviye’nin bu farklı anlayışı sonunda, Müslümanlar param parça oldu. Binlerce Müslümanın kanı döküldü. O gün bugündür parçalanma durmadı.

İçinde bulunduğumuz şartlara objektif olarak bakıldığında görülecektir ki, bizlere reva görülen oyunlar, hep dışarıdan tezgâhlanmıştır. Bu konuda da dış istihbaratların rolü oldukça fazladır.

Rica ediyorum, Ülkemizde oynanan oyunun resmine büyük açıdan bakın:

Osmanlının yıkılışı, Birinci Dünya Savaşı çıkarılışının altında, İsrail’in “Arz’ı- Mev’ut” (Vadedilmiş Topraklar) düşünce ve ideali yatar. Asırlardan beri yaşadığımız onca sıkıntı ve meydana gelen olaylar hep bu ideolojinin hayata geçirilmesinden dolayıdır. Halen içimizde ki 5. Kol faaliyetinde bulunanlar bu hedefe hizmet etmektedirler.

Eğer insanlık ve insanımız bu ve benzeri olaylardan bir ders alamazsa, dünyanın rahat bir nefes alması mümkün değildir.

Arz’ı- Mev’ut” taraftarlarının elindeki para, medya/sinema ve benzeri güçler bulundukça, dünya kirlenmeye devam edecek, yakmanın/yıkmanın sonu gelmeyecektir.

Şunu kati olarak söylüyorum:

Artık dünya ve milletimiz yeni savaşları kaldıramaz! Bu topraklar üzerinde yaşayanlar mutlaka kader birliği yapmalı, kendi aralarında oluşan siyasi, sosyal, dini ve mezhebi farklılıklar derinleştirmemeli, ahlaki değerlerin çürümesine daha fazla imkân verilmemelidir!

Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki, insanımız tarihten ibret almıyor! Başına gelenleri hemen unutuyor! Savaş, terör ve zulüm sebebiyle milyonlarca insan yerini, yurdunu, evini hayatını kurtarmak için kaçıyor.

Nice mazlum, masum, mağdurun hayat hakkı yok olup gidiyor!

Fakat biz bunu kavrayamıyoruz!

Mahmut AKYOL

BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE OLURSAK, ŞEYTANIN ÇOCUKLERI İSTESELERDE, İSLAMSIZ BİR TÜRKİYE İNŞA EDEMEZLER!

logo5

BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE OLURSAK, ŞEYTANIN ÇOCUKLERI İSTESELERDE, İSLAMSIZ BİR TÜRKİYE İNŞA EDEMEZLER!

Aklın denizinden bir katreye sahip insan önce evreni, hayatı ve insanı, sonra cahilliğini gidermek için kitabı okudu…

Sonra enaniyetini (bencillik) ortadan kaldırmaya çalıştı…

Komşusunun evi yanıyorken yangına su taşıdı, acılara ortak oldu…

İnsan bu yolu Kitaptan (Kur’an) öğrendi. Çünkü birliğin ve Bütünleşmenin tek yolu budur.

Vatanda, bayrakta, dinî devlette birlik böyle sağlanır. Fakat insanda fikirler değiştikçe, kimisi kulluğunu devam ettirdi, kimisi de şeytanın safında yerini aldı.

Bu andan itibaren dünyanın tozu/dumanı kesilmedi.

İnsanoğlu ne yaparsa yapsın, günü geldiğinde ölecek, Ölüme gözlerini kapamadan önce yaptıkları gözünün önüne gelecek, alı moruna karışacak, gözleri yaşaracak, “keşkeler” peş peşe sıralanacaktır…

Hepiniz topluca Allah ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Daha dün birbirinizin boğazınıza sarılırken şimdi tek yürek haline geldiniz. O’nun nimeti sayesinde, can yoldaşları oldunuz. Allah sizi uçurumun kenarından kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yolda şaşmadan yürüyesiniz.” (Âl-i İmran Suresi 103 ayet)

Sizden erdeme çağıran, ortak iyiyi emreden ve kötülüklerle mücadele eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.“ (Âl-i İmran Suresi 104 ayet)

Yani kurtuluşa erenler, doğru yolda şaşmayanlar, ortak iyiden ayrılmayanlar, ailesine önem verenler, onu koruyanlar, komşusuna haksızlık etmeyenler ve kötü davranışta bulunmayanlardır.

Din, zaten vicdanlara bunları söyler. Birliğin adresi yürektir, vicdandır!

Ey vicdan sahipleri Ma’ruf olun, Ma’ruf olun, Ma’ruf olun..!

Şeytanın çocuklarına gelince:

Graham Fuller, “Biz Ortadoğu’da ve az gelişmiş ülkelerde yönetim açısından şöyle çalışırız”:

  • İslam ülkelerindeki bir siyasi hareketi seçimle (demokrasi) iş başına getiririz.
  • Dini ve ırkı köklerine dikkat ederiz.
  • İş başına gelir gelmez önünü Reformlar yapmak için açarız.
  • ABD’nin menfaatlerine ters düşmediği ve İsrail’in güvenliğini tehlikeye sokmadığı müddetçe yönetimde kalmasına müsaade ederiz.
  • Değilse; halk ayaklanmaları çıkartarak yönetimi alaşağı ederiz.

Acaba içinde bulunduğumuz sorunları bundan dolayı olmuş olmasın?

Müslümanlar hiç unutmasın ki, oynanan oyunlar ne kadar girift olursa olsun:

Allah’ın doğru yolundan şaşmaz ve aynı mimval üzere yürüdüğümüz müddetçe bizi kimse dize getiremeyecektir!

Dünya bugünkü varlığını İslam’a borçludur. Eğer İslam olmasaydı; dünya yaşanmaz olur, bugünden daha kötü olurdu.

Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin, Mao ve Pol Pot gibi simaların “Neron” misali dünyayı nasıl kasıp kavurduğu, iki büyük savaşın, seküler güçler tarafından insanlığa neden reva gördüğü unutulmamalıdır.

Yeryüzündeki tek amacı barış, adalet ve zulme son vermek olan İslam Dini, “Neron” güçlerce potansiyel bir tehlike olarak hep görülmüş, bundan sonrada görülecektir.

Görülüyor ki dünya problemlerinin kaynağı İslam değil, dünyanın tek süper gücünün ayak oyunları ve hâkimiyet alanını genişletmekten başkası değildir!

İslam olmasaydı, tarih bir başka şekilde tekerrür ederdi. İnsanların hâkimiyet kavgası, etnisite, milliyetçilik, hırs, öfke, kaynaklarının kullanımı, işgaller, bugün olduğu gibi hiçbir sınır tanımazdı…

İslam, geniş bir coğrafyada yüksek derecede birleştirici bir güç görevi yapmıştır. İslam, evrensel yönü itibariyle dünyaya ortak bir felsefe, ortak bir sanat anlayışı ve ortak bir toplumsal prensipler, ahlaklı bir yaşam, adalet duygusu, hukuk ve iyi bir yönetim anlayışı paylaşmıştır.

Eğer İslam, geniş politik bir coğrafyayı etkilemiş olmasaydı, Güney Asya ve Güneydoğu Asya’daki Müslüman devletleri (Pakistan, Bangladeş, Malezya ve Endonezya) bugün olmazdı.

İslam, Batının saldırganlığına karşı bir direnç oluşturmuştur. Bu direnç, Batı emperyalist saldırganlığını durdurmaya yetmese de, bir hafıza oluşturmuştur.

İslam, Avrupalıların birçok Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı insanları birbirine düşürüp kolayca işgal etmelerine mani olmuştur.

İslam, kendi kültür ve medeniyetini götürmek suretiyle, onları kendi kimliklerine ve özgürlüklerine kavuşturmuş, onlar için bir direniş sembolü olmuştur.

İslamsız bir dünya, Batı emperyalizminin Orta Doğu ve Asyayı istila etmesi anlamına gelmektedir.

Eğer Müslümanlar arasında güçlü bir bilinç ve ortak İslam kültür oluşsaydı, ABD ve Batı, İslam beldelerinde kolay kolay at oynatamazdı.

19.yy sonları ve 20.yy başlarında onlarca suikastın, Avrupa, Amerika ve özellikle İngiliz anarşistler tarafından yapıldığını unutmamak gerekir.

Buna rağmen Avrupa, ABD, İngiltere ve İsrail hala; terörün altında İslam’ın yattığını söylüyorlar!

El-Kaide korsanlarını İslam ile bütünleştiren Batı, 11 Eylül 2001 olayının kendilerinin ürünü olmasına rağmen, İslam’ın üzerine yıkmakta geç kalmadılar.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı ABD ve Batıya karşı, başta Orta Doğu olmak üzere, tüm Müslüman Ülke halklarında büyük bir öfke oluşmuştur!

Dünyanın birçok yerindeki terör örgütlerini kuran güçler; bir gün bu terör örgütleri tarafından vurulurlarsa, şaşmamak gerekir!

Hâlbuki şu üç günlük dünya için, kişilikleri itibarsızlaştırmak, yalan söylemek, zulüm yapmak değer mi? Bir Müslüman için değmez ama diğerleri için gayet normal şey…

Görülüyor ki sorunun çözmek için düşünmek, sancı çekmek gerekiyor. Allah, insanoğluna aklı boş yere vermiyor. Düşün, araştır, muhtemel sonuçlar ortaya koy, konuş diyor.

Fakat üzüldüğüm, yurdumun insanlarının durumu… Cemaatları ayrı, tarikatları ayrı, Sivil Toplum Kuruşları ayrı, etnik yapılar ayrı bir havada… Gemi su alırken, herkes un çuvalının peşinde… Sanki her biri devlet içinde bir devlet…

Geçtiğimiz günlerde “mezhepler savaşlarına” değinmiş, bu savaş durdurulamazsa, sonunda Müslümanları bu ateş yakar demiştim. Yemen, Suriye ve Irak savaşlarını hafife almamak gerektiğini, böyle giderse yangın Lübnan, Bahreyn, Pakistan’ı da saracağından söz etmiştim.

Suudi Arabistan öncülüğünde ki “Arap Sünni Koalisyonu”, İran’ın “Şii Koalisyonu”, diğer yandan İsrail’i ve Kuzey Irak Kürt ve PKK güçlerini koruyan “Batı ve ABD Koalisyonu” giderek dünyayı “Yeni Dünya Savaşına” hazırlıyor…

Hak ve hakikatten kopmuş, gücünü haktan değil kuvvetten alan, hiçbir ahlaki sınır tanımayan Küresel Güç odakları dünyayı yıkmaya devam ediyor.

Bu da gösteriyor ki:

Yeni Dünya Savaşı, Orta Doğudan çıkarılacak ve buna da ırkçı İsrail sebep olacaktır

Buradan kim karlı çıkarsa çıksın; kendisiyle birlikte bütün dünya kaybedecek ve dünya kıyamete doğru bir adım daha yaklaşmış olacaktır.

Görülüyor ki dünya, “Barış, Eşitlik ve Kardeşlik“ tanımayan ve doymak bilmez bir hırs yüzünden telef olup gidiyor!

Eğer İsrail oğulları kendilerini üstün ırk görmeseler, Batı ve ABD dünyayı sömürmek işini terk etseler eminim ki; yeryüzünde Salih’in devesi hiç bağlanmaya gerek duymadan hayatını sürdürecektir.

Rusya ve Çin güçleri olaylara seyirci kalmasa, yanan ateş daha kısa süre içinde sönecektir.

Yeniden söylemek gereği duyuyorum. Suud ve İran hâkimiyetlerini genişletmek uğruna (!)Küresel aktörlerce önlerine atılan Yemen, Irak ve Suriye’de taş üstünde taş bırakılmazken, aslında İsrail’in elini güçlendiriyorlar.

İslam dünyası “Mezhep Savaşlarıyla” büyük felaketler yaşarken, Küresel Güçler de fırsatı kaçırmıyor, İslam topraklarına türlü bahaneler ileri sürerek saldırıyorlar.

Tüm İslam dünyasını içine alacak büyük bir yangını hep birlikte izliyoruz. Yangın her geçen gün bir ülkeye yayılıyor.

Mezhep savaşı, Batı’nın ve Batılı istihbarat örgütlerinin büyük bir oyunundan ibarettir. Ama onlara zemin hazırlayanlar da Şii Diplomasisi ve Suudi Vahhabiliğidir.

Eğer biz teyakkuzda kalır, dini davranışlarımıza yansıtırsak, şeytanın çocukları kendilerini yırtsalar da, sadece Müslüman Türk Milletinin tükürüğünde boğulurlar…

Mahmut AKYOL