ŞEYTANIN ÜÇ BÜYÜK TUZAĞI

logo5

ŞEYTANIN ÜÇ BÜYÜK TUZAĞI 

Şeytanın üç büyük tuzağı vardır… Bunların olduğu yer cehennemdir.

KİBİR, Âdem çamurdan yaratıldığı için Şeytan, ‘Sen kim oluyorsun?’ diyerek Âdemi aşağıladı. Şeytan, kibirlendi. Bu anlamda kibir sahibi yığınla insan müsveddesi yeryüzünde şeytan adına dolaşıyor.

HASET, Şeytan Âdem’de var olan insan olma özelliklerini kıskandı.

Burada sembolik olan Kabil ve Habil kıssasını hatırlamak gerekir. Kabil Habil’i haset, kıskançlık ve mülkiyet sebebiyle öldürdü. Kabil bir yere sahip oldu ve ‘burası benim’ dedi. Habil de ‘hayır senin değil, herkesin’ dedi ve Kabil cinayeti işledi.

HIRS, İnsan yeryüzünde her şeyi toplamaya başladı. Yıkılmayacak bir iktidara sahip olacağına Şeytan insanı kandırdı. Böylece İnsan kibirlendi, elindekini kifayetsiz buldu, başkalarının elindekini kıskandı. Onlara da sahip olayım dedi ve ateşin odunu yaktığı gibi haset insanı yaktı/kavurdu.

Paçalarından dökülen bu kötülük, insanları şeytanlaştırdı…

Biz genellikle zenginin elindekine fakirin, iç çekmesini ‘haset’ zannederiz! Hâlbuki durum tam tersi… Gerçek haset, zenginin diğerlerinin elindekine göz dikmesiymiş! Böylece insan, ‘Her şey bende/benim olsun! Herkes benim kölem olsun! Yeryüzünün tek sahibi ben olayım’ duygularına kapılıp/gitti.

Davut kıssasında geçen doksan dokuz koyuna bir koyun olayında anlatılan budur. Adamın doksan dokuz koyunu vardı. Diğerinin de bir koyunu vardı. Doksan dokuz koyunu olan adam, o bir koyunda benim olsun demişti.

Bu şeytani şeyler, modern hayatın insana dayattığı Kapitalist hayat tarzıdır.

Hırs, haset ve kibir kavramları, kişiye çocukluğundan itibaren ailede zerk edilir.  Mesela şu okulu bir kazansam, bu kadar biriktirsem, en yükseğe çıksam gibi daha bir sürü söylemler…

Bu söylemler, çocuğun kodlarıyla oynanırsa daha bir kök salar. Sonunda çocuk bir yarış atı hızıyla koşturur.

Arkadaşlar, bu yanlış kodlanan hayata karşı tavır almak lazım!

Zira İslam, bu kötülüklere karşı bir duruştur. İlle de başarılı olmayabiliriz. İlle de devlet kurmak, yönetmek ve dünyayı ele geçirmek zorunda değiliz. Biz tavır almak ve duruş sergilemekle mükellefiz. Sayımız az olabilir, fakat bizim bu kötülüklere karşı tavır koymamız yeryüzünde ki asli görevimizdir.

Hz. Muhammed zamanında dünyada ki kötülükler düzelmedi de, bize ne oluyor ki kötülükleri düzeltmeye kalkıyoruz? Diyenlere yazıklar olsun…

İnsan olarak biz ihtiraslarımızın peşinde koşmayalım yeter… Çünkü ihtiras; insanın kışkırtılmış duygularıdır! Bir insanın yüz tane ev almasının ne anlamı var? Bunun izahı sizce nedir?

Bir Müslümanın elinde bir birikim varsa şu dört şeyden birinde kullanılmalıdır. Aksi halde bu kenz olur ve kenz olan mal için Allah, ‘biriktirdiklerinizle dağlanacaksınız’ tehdidinde bulunur!

Bir Müslüman elindeki birikimi:

  • Ya iş ve istihdam yapacak,
  • Ya vakf edecek,
  • Ya infak edecek,
  • Ya da karz-ı hasen yapacak,

Bunun dışında bir yere para yatırmak din de haramdır. İhtiyacınızdan fazlasıyla mülkiyet ilişkisi kurmak, ‘bu benim’ demek doğru değildir.

Allah’a inanmak, esas itibariyle güvenmekten geçer. Allah’a güvenmeyen korkusundan biriktirir. Sonuç itibariyle Allah’a güvenelim ARKADAŞLAR

Çünkü Yağmuru yağdıracak, nebat bitirecek, gülleri açtıracak Allah’tır. Allah, sözünden asla dönmez!

Gelin Allah’a tevekkül edelim ARKADAŞLAR

Kaldı ki Hz. Muhammed, üzerinde dünya mülkü olmadan ölmüştür. Üzgünüm ki, Servete karşı bu tutumundan, paylaşımından habersiz Müslümanların ekonomik/politik duruşlarını ABD, zorla kapitalizme kanalize etmiştir.

İslam’ın sosyal yönü maalesef Müslümanlar tarafından ihmal edilmiştir. İhmalin sebebi şudur; Müslümanların zihniyle çok uğraşılmıştır. Özellikle bu işle ABD, fazlasıyla ilgilenmiştir.

Hâlbuki Tâhâ Sûresi ayet 18 de:

Allah Musa’ya dedi ki: Bu nedir? Musa cevap verdi: Benim asamdır. Allah, at onu dedi.’

Sûfiler bu ayeti şöyle yorumlamıştır:

Benim” asam demek şirktir. Bu yüzden “at onu” denildi. Demek ki bizim hayatımız bilerek/bilmeyerek ŞİRK içinde geçmektedir…

Allah, sonumuzu hayır kılsın… 

İnsanların vicdanları Allah’tan, dinden, kitaptan, Resulden, emekten, eşitlikten, yenilik fikirlerden, akıldan uzak kalınca; hayata, tabiata karşı düşman oluyor ve şaşı bakıyor. Öyle bir düşmanlık ki bir solcu hala Allah diyemiyor. Öyle bir düşmanlık ki bir solcu hala bir Müslümana sıcak bakamıyor.

Kaldı ki Kur’an Hûd Sûresi ayet 56 da şöyle buyuruyor; ‘Benim Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir.’

Bu nasıl olur? Eğer siz bir laf ediyor, fakat o lafla amel etmiyorsanız, bu ahlâki bir çağrı olmuş olmuyor. Allah, sırat-ı müstakim üzere olduğunu söylerken bunu söylüyor.

Bu bizi ilgilendiren şey değil, bizi ilgilendiren şey, Felsefik formattan sıyrılmış Ahlakı, hayatta temerküz ettirmektir. Yoksa kişinin bir lafa, bir söze insanları çağırması değil, yaptığı şeye insanları çağırmasıdır. Eğer siz bir şey yapıyor ve insanlara ‘ben böyle yapıyorum, siz de buna gelin’ diyebiliyorsanız, insanları ahlâka çağırıyorsunuzdur.

Tebliğin esası budur!

Allah size adaleti emreder’ diyor. Nahl Sûresi ayet 90

Evet, adalet bize bu dünyada lazım, fakat kıyamette nasıl muamele oluruz bilemem. İnşaAllah rahmet ile muamele olunuruz. Biz ancak bunu talep ederiz…

Allah’ın bizden istediği dünyada adaletli olmaktır. Yani Allah’ın kendine farz kıldığı şeylerin kulları üzerinde de görünmüş olmasıdır.

Hz. Muhammed’in hayatında şu dört sahne oldukça önemlidir:

Hılfu’l-Fudul,

Hz. Muhammed, daha yirmi beş yaşındayken adalet üzere yemin edip bu teşkilat kuruyor. Hılfu’l-Fudul, adalet üzerine yemin edilerek girilen bir teşkilattı. İster Mekkeli, ister yabancı olsun kimliğine bakılmaksızın adaleti sağlayacağına, zulme uğrayan kişiye maddi manevi yardımda bulunacağına yemin edilerek girilen bir teşkilat.

Kur’an’da ki sosyal içerikli ayetlerin özünde yatan ana kavram adalet,

Mescide bir adam girer ve ‘Hanginiz Muhammed’ diye sorar. Aynı yerde saf durmuş sahabe sessiz. Gelen adam Hz. Muhammed’i tanımıyor.

Hz. Muhammed’in adaletinden verilecek misaller sayılmayacak çoktur.

  • Orduya bir kez tayin ettiğini ikinci kez tayin etmiyor.
  • Geride bir defa vekil bıraktığını ikinci kez vekil bırakmıyor.
  • Onun dünyasında ebedi makamlar, ebedi görevler yoktur.
  • Alt, üst hiyerarşi diye bir şey yoktur.
  • Patron işçi ilişkisi yok sadece ortaklık vardır.
  • Böylece kimse kimseye üstün olmuyor.
  • Muhammed’in bu tarzı pazarda da yönetim anlayışında da ticaret ilişkilerinde de, aile ilişkilerinde de böyledir.

Medine Sözleşmesi,

Kur’an-ı Kerim’de MÂİDE SURESİ 42. ayette:

Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.’

‘Onlar arasında adaletle hükmet’ Yani sen onlardan birisin, onların üstüne çıkma, onlardan ayrı bir makam mevki oluşturma ama onların arasında adalete ve eşitliğe göre hükmet diyor. Onun düşünce, ruh ve gönül dünyasında hâkim olan esas kavramın adalet olduğunu görüyoruz.

Veda Hutbesi,

Bu dünyada lazım olan tek şey adalettir. Kur’an ruhu ile Peygamber vicdanı adaletle bir araya geldiğini görüyoruz. İnsanları mutlu edecek, devleti milleti düzlüğe çıkaracak, yeryüzünde barışı sağlayacak olan tek şey yalnızca adalettir.

Dünyada adaletin tesisi cennetin tesisidir. Cennet önce evden başlar, yüz metrekare içerisinde cennet hayatı yaşayabilirsin. Buradan mahalleye geçer, sonra arkadaş topluluğuna, ardından şehre, ülkeye, nihayetinde dünyaya geçer.

Cennet hayatı yaşamak demek, bir takım değerleri hayata geçirmek demektir. Bunların başında sevgi, merhamet, kardeşlik, paylaşım, adalet ve eşitlik gelir.

Bunların olduğu, yaşandığı yer cennettir.

Değilse ihtiras, hırs, haset ve kibrin olduğu yer; cehennemdir, Şeytanın insana kurduğu tuzaklarıdır…

Mahmut AKYOL

ONUR VE İTİBARI ELDE ETMEK

logo5

ONUR VE İTİBARI ELDE ETMEK                                                                         

Sor: “Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” Cevap ver: “Sevgi ve merhameti kendine farz kılmış olan Allah’ındır.” (En’am; 6/12).

Rabbin isteseydi bütün insanlığı tek bir ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklardır. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti ile bağışladığı kimse hariç; zaten onları da bunun için yarattı.” (Hud; 11/119)

Biz seni tüm insanlığa yalnızca sevgi ve merhamet için gönderdik.” (Enbiya; 21/107)

Bu ayetlerin birincisi; Yaratanın neyi temel amaç edindiğini,

Bu ayetlerin ikincisi; insanoğlunun ne amaçla yaratıldığını,

Bu ayetlerin üçüncüsü; peygamberlerin ne amaçla gönderildiğini açıklamak içindir.

Burada her üç ayette söylenen iki kelime dikkati çeker. “Sevgi ve Merhamet”!

İnsan her işe, sevgi ve merhamet ile başlamalıdır! Çünkü her buzu eriten sevgidir… Her katıyı yumuşatan merhamettir… Her kapıyı aralayan sevgidir… Her düşmanlığı yok eden merhamettir…

Fakat insanlık vicdanını bugün sevgi ve merhamete kapatmıştır! İnsanlık adeta çıldırmış derecede azmıştır! İnsanlık kibir, gurur, hırs ve haset küpüne düşmüş boğulmaktadır! Herkes birbirinin kurdu olmuş, doğayı kemirmektedir! İnsanoğlu bir kıymıkta olsa, Allah’ın mülkünden vermekte cimrileşmiştir!

Zenginlerin mallarında yoksulların Hakk’ı vardır’. (Mearic: 23)

Ama insanoğlu yarın ne olacağım endişesine kapılmış, helal-haram demeden biriktirmektedir. Sonra günü gelince küt diye ölüyor ve hiç birini de mezara götüremiyor. O biriktirdiği mallarda kine, nefrete, çatışmaya, çekişmeye yol açıyor.

Allah’a güvenmek, biriktirmeye manidir, yarın ne olacağım endişesi asla taşımaz…

Kur’an, insanın “Allah’a ve Ahiret gününe” saf bir iman içinde olduğunu söyler. Allah, dış dünyada görünen bir nesne değildir. Kıyamet de henüz kopmadı. Dolayısıyla her ikisi de bilginin konusu dışındadır. Allah’ı görüyormuşçasına (ihsan), kıyamete de sanki gidip gelmişçesine (yakın) iman edilmelidir.

İnsan ve Toplumun hayatı içinde; din ve adaletin, onur ve itibarın, mülkiyet, para, servet ve iktidarın oldukça önemli bir yeri vardır. Bu kavramlar insan hayatının yapı taşlarıdır. Taşlar yerinden oynadığında, insanda bozulur, toplumda bozulur, insan ve toplum itibarı yerle yeksan olur. İnsan insanlıktan çıkar, suç makinesine döner, keyfi olsa da bir canlıyı öldürmekten, açlığa terk etmekten haz alır.

Aslında dünyada insanın çabası, helal bir lokma ekmek yemek değil mi? Öyle de; esefle söylemeliyiz ki, Türkiye nüfusunun yarısından fazlası sayıları birkaç bini geçmeyen aile için çalışıyor, biz onlar için koştururken, onlar yan gelip yatıyor… Onlar kazanırken, çalışan bizler bir ömür boyu başımızı sokacak bir dam bile yapamıyoruz…

Hıristiyan menkıbe kitaplarında geçen şöyle bir rivayet vardır:

İsa’ya birisi gelir der ki; “Ben senin yoluna girmek istiyorum ne yapmam lazım?” O da der ki; “Üzerinde ne var ne yok hepsini sat, bir kesenin içerisine koy, ırmağa bırak geri gel.” Adam gider üzerinde ne var ne yok hepsini satar, bir keseye koyar, ırmağın kenarına oturur, ama içinden bir türlü keseyi ırmağa bırakmak gelmez. Der ki; “Bu bana böyle söyledi ama iyi gün var, kötü gün var, ben bunu bıraksam ne yapacağım?” Şüpheler içerisinde bunu düşünürken gözüne bir çalı ilişir ve “En iyisi bunu şu çalıya bağlayayım.” der. Döner gelir, bıraktığını söyler. İsa da gözlerinin içine bakar der ki; “Sende teslimiyet gösteren bir göz yok.” Ve adam gider bir daha da gelmez.

İtibar saygı görme, değerli ve güvenilir olmak olsa bile, gerçek anlamda; varlık içindeyken ona değer vermeden halkın içinde onun gibi yaşamaktır.

İtibar şan, şöhret, kariyer, konfor içinde kalarak yaşanmaz!

Yani Müslümanların güçlü ve itibarlı olması için, topyekûn olarak perişanlıktan kurtulmasıyla, fıtratına uygun yaşamasıyla, Müslümanın kaybolan itibarını geri getirmek, “ümmet” bilincini ayağa kaldırmasıyla mümkündür.

Ümmet; ekonomik ve siyasal bir yapının adıdır.

Demem o ki Ümmet Birliği, lafla kurulabilecek bir birlik değil, itibarı sağlam bir gücün çalışmalarıyla ortaya konacak bir birliktir.

Bu birlik bir zamanlar Medine’de kurulmuştur. Birliğin içinde Yahudiler, Hristiyanlar, Dürziler, Ateistler, Müşrikler vs vardır.

Birlik, “adalet, doğruluk, dürüstlük” esası üzerinde kurulmuştur.

Şimdi acaba bugün insan ilişkilerinde adalet, doğruluk, dürüstlük var mı? Olmasa bile Müslümanların mütevazı biçimde çalışması gerekmez mi?

Şu hususları yeniden düşünmekte fayda var:

İslam’ın tebliği, Hz. Peygamber’in ölümüyle birlikte, cenaze namazı bir avuç insan tarafından kılındığı gün bitmiştir! Daha sonra İslam Dini, Hicri 61 de doğduğu topraklara yeniden gömülmüştür!

O zamandan beri Müslümanların arasında itibarsızlık kol geziyor… Dünyayı zulüm, hırsızlık, ölüm, haksızlık istila etti, tüm kötülükler insanlığın benliğini sardı. Şimdi bu kötüklere hangi ümmet gücü engel olur dersiniz?

Vicdanları bunların doğruluğunu kabul ettiği halde sırf zalimlikleri ve kibirlerinden dolayı inkâr ettiler.’ Neml/14

Demek ki kibir ve zulüm, Allah’ın apaçık ayetlerinin inkârıyla meydana gelir.

Ashabın ileri gelenlerinden Ebu Zer, bu ayeti Emevi kalabalıklarının yüzüne okuduğunda, kimsenin sesi çıkmaz ve suçluluktan başlarını yerden kaldıramazlardı. Fakat Emevi vicdanı, bu hakikatleri bildikleri halde zulümlerini sürdürdüler.

Bugün de öyle değil mi? Herkes her şeyi bildiği halde, gerçeği kabul etmeme hastalığı yaşıyor! Hem de kibirli hallerinin esiri olarak

Kur’an’ın beyanına göre Allah; dağları/taşları, yeryüzünü/denizlerin içindekilerini, ırmakları, ağaçları/üstünde biten meyvelerini, topraktaki ayak izlerini, duvarları, dile getirip konuşturacağını söylemiyor mu?

Evet!

Peki, Müslümanlar “itibar” kaybederken Allah, onları hesaba çekmeyecek mi? Size itibarınızı kaybettiren şeyler neydi…

Evet!

Peki, Kıyamet Günü onlar kaçacak bir yer bulacaklar mı?

Hayır!

Peki, Müslümanlara itibarlarını kaybettiren iktidarlar, bu hesaptan kurtulur mu?

Hayır!

Müslümanlara kan kusturan, İmamı Azam gibi Âlimlere işkence yapan Emeviler, indirilen dini doğduğu topraklara gömenler, uydurulan dini zorla yürürlüğe sokanlar, Kıyamette hesaptan kurtulur mu?

Hayır!

Namazı, orucu, haccı, kurbanı, başı örtmeyi, ikindi namazını vaktinde kılmayı, Arafat’ta beklemeyi, “İNANÇ” dünyasında öne çıkaranlar, kalbinde hardal tanesi kadar imanı ve denizköpüğü kadar günah olanı, bir kere; “La İlahe İllallah” demekle günahlarından sıyrılarak Cennete gideceğine inandıranlar…

Diğer yandan adam öldürmeyi, iftira atmayı, faizle insanları sömürmeyi, yetim malı ve kul hakkı yemeyi, Peygamber’in torunlarını, çoluk çocuğunu Kerbela’da öldürmeyi günahtan hiç saymadılar…

Hâlbuki iman ile amel arasında sıkı sıkıya bir ilişki vardır. Kur’an’da hep, “iman edenlerle Salih amel işleyenler” birlikte zikredildi.

Şimdi nerede adalete dayalı bir iş, oluş, eylem varsa, nerede bir cömertlik, mertlik, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük varsa ve nerede yalan söylenmeyen, iftira atılmayan, komşusuyla iyi geçinen ve yoldaki bir taşı kaldıran Müslüman toplulukları yeryüzünde geziyorsa; bilin ki Kur’an’ı yaşıyordur…

Müslümanlar/insanlar itibarlarına kavuşuyordur…

Nerede sadece bir inançtan bahsediliyor ve övülüyorsa bilin ki, uydurulan Emevi dinini yaşıyor ve Müslümanların itibarı kan kaybediyordur…

Ezcümle Kur’an bütün zamanların reçetesidir. Bu sebeple Kur’an’ı dilden dile değil,  çağdan çağa okumak gerekir. Kur’an bana ne diyor diye okumak icap eder. Kur’an zayıfın ve ezilenin dili ve gözüyle okunduğunda daha iyi anlaşılır.

Mahmut AKYOL

ŞEYTAN, ÂDEM’İ VE ÇOCUKLARINI MÜLK BİRİKTİRMEKLE NASIL KANDIRDI?

logo5

ŞEYTAN, ÂDEM’İ VE ÇOCUKLARINI MÜLK BİRİKTİRMEKLE NASIL KANDIRDI?

Şöyle:

Şeytan O’na vesvese vererek: ‘Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez-çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi?’ dedi. Taha suresi 120. ayet

Tafsilat fazla lakin ayet bu kadarla yeterli…

Dünyada bize önce adalet lazım…

Allah size adaleti emreder’ Nahl Suresi Ayet; 90.

Bakın bu ayeti ‘tavsiye’ eder değil, ‘emreder’ olarak okumalıdır.

Geriye kalan bütün işler, adalete dayalı olması lazım! Allah’ın bizden istediği budur.

Kıyamet günü Allah, rahmetiyle muamele edecektir. Bizim talebimiz de, zaten bundan başkası değildir… Çünkü mevzumuzun üzerinden geçen zaman asırlar oldu… Onun için rahmet, ahlâk, adalet ve hukuk arasında bir ilişki kurmak zorlaştı.

Bu sebeple, ‘Allah rahmeti kendine yazmıştır.’ Bunun için biz, birbirimizden değil Allah’tan Rahmet dileriz. Zira O’nun rahmeti sonsuzdur…

İnsan gönlünün derinliklerinde yatan sevgi ve merhamet, Allah’ın Rahmetiyle canlı durur ve beslenir. Bu Rahmet insanın bedeninde yansır, buradan ahlâk doğar. Rahmetle ahlâk arasında derin bir ilişki vardır. Fakat ahlâk, kişinin karakterindedir.

Bu karakter bugün hani ki, ahlâk temayüz etsin?

Ancak doğru sözlü, yalan söylemeyen bir insan karakterinde ahlakın yansıması söz konusudur. Ancak o zaman insanın gönlünün derinliklerinde Allah’ın sevgi ve merhameti canlı kalır ve beslenir.

Adalet, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde Rahmet ortaya çıkar.

Mesela Rahmet der ki:

‘…seven ve merhamet eden hiç öldürür mü?’

Hayır, öldüremez!..

Ama öldürme bütün hızıyla devam ediyor! Zira insanlık vicdanı kurumuştur…

Bunun en bariz örneği dünyanın bugünkü halidir.

Mesela Ahlâk der ki:

‘… Adam öldürmek kötüdür, bu katilliktir. Katil olmak gayri ahlaki bir durumdur ve ahlâksızlığın başıdır.’

Mesela Adalet der ki:

‘…Kim kimi öldürürse; zengin, fakir, siyah, beyaz, doğulu, batılı oluşuna bakılmaksızın hesabı sorulmalıdır.’

Mesela Hukuk der ki:

‘…Kim birisini öldürürse kısas edilmelidir, idam edilmelidir veya ona şu kadar yıl ceza verilmelidir.’

Yani Hukuk bunu bir karşılığa bağlar. Dolayısıyla rahmet, adalet, ahlâk ve hukuk arasında bir ilişki vardır. Hukuk kuralları adalete uygun olmalıdır.

Adalet, ahlâktan güç alır. Ahlâkın kökünde rahmet olur. Adalet ve ahlâk gibi kurallar insanlar birbirini sevsin, bir arada huzur içinde yaşasın diye vardır. Çünkü Kabil’in Habil’i öldürme zemininin altında yatan hakikat budur.

Daha sonra mülk sahibi olduğunu iddia edenler, bunun etrafına görevliler tayin ettiler. Önce bekçi yerleştirdiler. Ordular kurdular. Hesap uzmanları hazırladılar. Bunun adına da devlet dediler.

Adalet mülkün temelidir’ sözü ile Hz. Ömer şunu söyledi:

‘…Servet ve iktidar (mülk) adilce dağıtılmalıdır. Servet ve iktidar bir kişi veya grup elinde temerküz etmemelidir.

Bunların özeti, İslam’ın insanlığa vermek istediği mesajlar şudur:

Birincisi MÜLKİYETTİR:

Mülkiyet, sahip olduğumuz şeyler demektir. Yani bu noktada Allah:

Mülk Allah’ındır.’ der (Zümer, 6)

Yine Allah: ‘İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur.’ (Necm, 39) Buyurur.

Yani siz hiçbir şeyin sahibi değilsiniz ve her şeyin sahibi Allah’tır. Önce bu şekilde kabul edilmelidir.

Hayatın temeli budur. Yani sahip olunan (bilgi, servet, iktidar) bir kişi veya bir grubun elinde toplandığında, diğer insanlara karşı üstünlük kurulmamalıdır!

Hz. Peygamber şöyle der:

Kişinin namazına, niyazına değil; dinar ve dirhemle olan arkadaşlığına bakın.’

Buradaki kasıt, kişinin sahip olduklarını nasıl kullandığı, eline bir güç, servet ya da iktidar geçtiğinde nasıl bir davranış sergileyeceğine dikkat edilmelidir.

İkincisi ADALETTİR.

Üçüncüsü VELAYETTİR. Burada aranacak husus, ‘dostumuz ve düşmanımız kimdir’ meselesidir.

Mesela şu an kim dünyanın ezan okunan yerlerini bombalanıyorsa, ülkeler işgal, talan ve yağma ediliyorsa, kadınlar tecavüze uğruyorsa…

Bunları yapanlar bizim dostumuz değildir…

Hiç dost öldürür mü? İşgal, talan, yağmalama ve kadınlara tecavüz eder mi?

Hayır, etmez!

İşte bunlara karşı susan bir din, bir Müslüman ölüdür…

Bir örnek daha:

Hz. Peygamber bir adamla tokalaşır ve adamın elindeki nasırlar eline batar…

Peygamberimiz o adama ‘ne iş yapıyorsun’ diye sorar. Adamda ‘tarlalarda ailemi geçindirmek için çalışırım’ diye cevap verir.

Peygamberimiz adamın elini tutup önce öper, sonra yukarı kaldırıp ‘cehennem ateşi bu ele asla dokunmayacak’ der.

Peygamberimiz burada emeğin ne denli önemli olduğuna vurgu yapar.

Diğer bir örnek daha:

Yine Hz. Peygamber’e Ebu Cehil gelir ve der ki:

Senin dinine girdiğimde bana ne var?’

Hz. Peygamber de şöyle cevap verir:

Şu yanımda oturan siyah yüzlü Bilal’e ne varsa, sana da o var.’

Buna karşılık Ebu Cehil, ‘Öyle din olmaz olsunBen kölem olan birisiyle aynı yerde oturamam!’ der ve çekip gider.

Günümüzde sosyal ilişkilerde böyle değil mi? Aynı düşünce yapısındaki servet sahiplerine gidip, aynı şeyleri söyleyin, aynen rahatsız olacaklardır.

Halbuki istediğiniz kadar malınız mülkünüz olsun, İstediğiniz kadar profesör olun, istediğiniz kadar kitap yazın, istediğiniz kadar âlim olun, istediğiniz kadar yetenekli olun, istediğiniz kadar dil bilin; öldüğünüzde sonunda mezarın içinde böceklere yem olmuyor musunuz? Böcekler sizin de beyninizi yemeyecek mi?

Mezarlıklar kendisini vazgeçilmez olduğunu sanan insanlarla doludur. İnsanlar hayatta o kadar piramit, o kadar put dikmelerine rağmen kendilerine bir fayda olmadığı gibi, kendileri de yok olup gitmiştir.

Buna rağmen insanlık hayatı devam ediyor…

Kadın erkek, siyahla beyaz, doğuyla batı eşit yaratılmadı mı? Allah, birini görmemezlik ederek, diğerine hiç avantaj sağladı mı?

İnsanın sakat doğması bile anne rahmine düştüğü aşamalarda meydana gelmiştir. Yani ortada bir yanlış evlilik yapılmıştır, genetik vb. bir şey olmuştur.

İnsanlar bir tek ümmetti; Allah onlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Peygamberler aracılığı ile insanların anlaşmazlığa düştükleri konular hakkında aralarında hüküm vermek için hak kitap da indirdi. Halbuki, o konularda anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ihtilafa düşen kitap ehlinden başkası değildi. Bunun üzerine Allah, kendi iradesiyle, inananları ihtilafa düştükleri hakikate eriştirdi. Çünkü Allah, dileyeni doğru yola ulaştırır.’ Bakara Suresi 213. ayet

Allah sizi önce eşit olarak var etti, sonra bu eşitliğin bozulduğu hallerde buna tepki duyacak, itiraz edecek ve yeniden eşitlik sağlayacak bir duyguyu içinize yerleştirerek sizi adaletli, adalete karşı hassas bir varlık haline getirdi.

Bu nedenle insanların içinde adalet duygusu vardır. Adalet evrensel bir kavramdır. Dünyanın neresinde bir mücadele varsa, kökeninde adalet hissinin eşitsizliği vardır.

Eğer bir cemaatte, bir devlette, bir toplulukta, bir mecliste kimde para mevzusu varsa, orada tuğyan vardır.

Kur’an’ın hayır dediği ilk şey, Kâbe’ye egemen olan dokuz kişilik tefeci, bezirgân çete olmuştur!

Bunların hepsi, Kavimlerin zenginlikten şımarmış olması, tefeci bezirgân çete olmuş olmasındandır!  

Gelin bizlerin tefeci, bezirgân çete olmamamız için Rabbimize yalvaralım!

Zira ‘Benim Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir.’ Hûd Suresi 56. Ayet

Allah sırat-ı müstakim üzerinedir. İşte ahlâk dediğimiz şeyin tanımı burada ortaya çıkıyor. Ahlâk, kişinin bir lafa, bir söze bakması değil, insanların bizzat kendilerinin yaptığı şeye çağırmasıdır.

Eğer:

Ben böyle bir şey yapıyorum, siz de buna gelin’ deyin, böylece ahlâkı çağırmış olursunuz.

Fakat siz bir laf ediyor, Lakin o lafla amel etmiyorsanız, sadece münafıklık etmiş olursunuz!

Mahmut AKYOL

KAPİTALİZM VE KUL HAKKI

logo5

KAPİTALİZM VE KUL HAKKI 

Açlık” konusunda bir yazıyı kaleme aldığımda aklıma ‘Kapitalizm, Kul Hakkı’ gelir. Yani hırsızlık, yani kul hakkından çalmak gelir!

Dünya nüfusuna göre bir milyar insan aç yaşıyor.

Allah cümlemizi iyilik, güzellik ve doğruluktan ayırmasın, Kul Hakkını yemekten muhafaza etsin!

İslam’ın özünde adalet, özgürlük, eşitlik, paylaşmak, emek vs. Vardır.

Bu kavramlar üzerinde çok düşündüm! Hepsinin nihayet yolu bir ayette son buluyor.

Kavramları yorumladığımda gördüm ki, bilgiden ziyade bilinçli olmak lazımmış…

Arkadaşlar!

Siz acaba açlık konusunda zalimin karşısında, mazlumun yanında hiç durdunuz mu? Ve ya hiç vicdanınıza ‘aklınıza’ bu soruları sordunuz mu? Hiç bu sorulardan rahatsızlık yaşadınız ve uykularınızı kaçırdınız mı?

Ben çoğu zaman Akif’in ifadesiyle bunları yaşadım. Kanayan bir yara gördüğümde hep benimde yüreğim kanamıştır.

Hayatın “Adalet ve Zulüm” denklemi üzerinden gidip geldiğini gördüm.

Allah, hayatın kuralını böyle koymuş ve hayatı zıtlarıyla böyle anlatmıştır. Zalimlere karşı mazlumları, güçlülere karşı güçsüzleri, ezenlere karşı ezilenleri savunmanın bir vicdan işi olduğunu açıklamıştır.

Yani Allah hayatı böyle ‘takdir’ etmiş ve insanın kendi kaderini böyle yazmasını istemiştir! Elbette ki bu işi anlamak ve gereğini yapmak kolay değildir. Bedeli çok ağırdır. Bu, ‘arı kovanına çomak sokmak’ gibidir. Ancak, sözün namusu için yaşayanlar için kolaydır. Erdem sahibi birçok insan, bu bedeli hayatlarıyla ödemişlerdir…

Çünkü insanlığın onur mücadelesi nimet üzerinden değil, külfet üzerinden yürür.

Buna göre, dünyanın en onurlu işi budur. Bu işi kendilerine dert edinenler, zengin olmak için, kariyer ve konfor için değil; mütevazı bir hayatın şerefi için yaşamış olanlardır. Bu yaşam insan iradesiyle olur.

Vicdanların iktidarı demek:

Dünyanın insanca ve hakça yaşanması, ‘Ben’ diyen bencilliğin yok edilmesi, çıkarcı zihniyetin son bulması,  acımasızlığın yerini merhametin alması, eşitçe paylaşımın ve hakça bölüşümün olması ve tüketim çılgınlığına son verilmesi, kısaca insan olmak demektir.

Vicdanları kuruyanların yeryüzünde dikmeye çalıştıkları şey ‘Mamon’ (Para Tanrısı iktidarını)  kurmaktır. Bu da insanlığın ‘Yok oluşa doğru giden yıkılışıdir’ …

İslam, insanlığa boş yere gelmedi!

Haksız kazancı, çalmayı, zulmü ortadan kaldırmak için geldi!

Maalesef İnsanlığın/Müslümanlığın İslam’ın dünya dengesini bozan bu eylemleri ortadan kaldırmak için geldiğinden haberi yok! Bu durumda yeryüzünde bir buçuk milyarı aşkın Müslümanın kasılmaya hakkı da yoktur!

İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçilmesinden bu yana, insan hırsı iyiden iyiye azdırıldı. Kapitalizm, dünya hâkimiyetine doğru hızla ilerlemektedir. Dünyanın vicdanı giderek yalnızlığa ve ölüme terkedildi!

Dünya, ‘Cüzdanların İktidarı’ ile yönetilir oldu.

İnsanlığın ve doğanın düşmanı Kapitalist üretim anlayışı, her şeyi tüketiyor! Gözü kârdan başka bir şeyi görmüyor! Kapitalist dünya Doğayı yok ediyor, daha fazla kazanmak uğruna ozon tabakasını deliyor, buzulları eritiyor ve yağmur ormanlarını acımadan katlediyor!

Silah şirketleri daha çok kazansın diye savaşlar çıkartıyor, Mamon masumların kanından, petrolden, Sabbah’ın eroininden besleniyor! Çünkü varoluş temelinde ‘Makyavelizm’ yatıyor!

İnsanlığın ve doğanın düşmanı Kapitalist dünya, bütün gücüyle elindeki bombaları, kimyasal gazları atıyor, elindeki fabrikalar zehirlerini saçıyor, bundan da en ufak şekilde rahatsızlık duymuyor! Pislettiği dünyadan kaçmak için uzayda başka yerler arıyor.

İşte kısaca ‘Kapitalizm’ bu…

Kapitalizm denen vicdansız ideoloji bu…

Daha çok kazanmak, daha çok hırsın sonu bu…

Buna engel olmak bir insanlık görevidir.

Buna engel olmak senin işin!

Buna engel olmak, Tarihin sana yüklediği bir görevdir! Mamon’un iktidarına son vermek ‘Adalet Devletini’ kurmak senin vazifendir!

Görülüyor ki, açlık ve kapitalizm, birbiriyle derinden ilgilidir! İnsanoğlu, elinde var olanın üzerine daha çok koymanın derdinde…

Aman Dikkat!

İnsanlığımızı her ne olursa olsun kaybetmeyelim! 

İnsanın din ile ilişkisi, ‘Dine girmek, Dini yaşamak ve Dinden çıkmak’ şeklinde olur.

Bu üç alanda asla bir zorlama yoktur.

Mesela kişi namaz kılmıyorsa sopa vurulamaz, oruç tutmuyorsa sorguya çekilemez, başını örtmüyorsa cehennemle tehdit edilemez, ezan vakti dükkânını kapatmıyorsa açmaya zorlanamaz!

Bu yaptırımların hiçbiri İslam’i değildir! Bunlar Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Afganistan gibi ülkeler de İslam’ı farklı anlamalardan kaynaklanır. Bu da gayet normaldir.

Müslüman bir kimsenin bireysel ibadetlerini ihlal etmesi durumunda sadece irşat, nasihat ve hatırlatma yapılır. Çünkü herkes hesabını ‘Yevmi Kıyamette’ Allah’a verecektir.

Baktığımızda Kur’an’ı Kerimin kırmızıçizgileri vardır. Bu çizgilerin başında ‘Hukuku’l-İbad’ (kul hakları) gelir. Bu hak o kadar büyüktür ki, her şeye Kadir Cenab’ı Hak bile, bu hakların arasına girmez!

Öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp, hırsızlık, vurgun, soygun, iftira, fuhuş, zina, can, mal, akıl, nesil korunması ve güven altına alınması, bunlardan bir/kaçıdır…

Dünyanın her yerinde hukukun özü budur. Bu hakların cezası, her iki dünyada da olacaktır.

Tarih boyunca insanlık, din ve devlet adına özgürlükten mahrum bırakılmıştır. ‘Tanrı adına insanı öldüren doğu ve insan adına Tanrı’yı öldüren batı hep bu cinayeti işlemiştir

İnsanların seçtiği din, yani ‘dünya görüşü ve yaşam tarzı’ Allah’ın bir zorlaması değil, bir teklifidir. Böyle olduğu halde neden birileri kraldan çok kralcı kesiliyor; anlamıyorum. Eğer maksat Allah’a karşı şirin görünmekse Allah; bu düşünceyi lanetlemiştir.

Allah Nebisine der ki:

Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.’ 88/21-22

Yani sen, ‘satır sallayan, dayatan, zorbalık yapan değilsin

Mekke’de, ‘Sen bir dayatan zorba değilsin’ diyen Kur’an, Medine’de neden dayatan birisi olabilir! Eğer zorbalık Mekke’de kötüyse, Medine’de nasıl iyi olur?

Dinde zorlama yoktur.’ 2/156

Eline güç geçiren birisi ötekinin üzerine, Allah ve din adına, modernlik, çağdaşlık, laiklik vs. adına nasıl dayatma yapabilir… Bu sorundan insanlık çok çekti ve çekmeye de halen devam ediyor.

İslam’ın bu yönüyle Müslümanların yüzleşmeleri şarttır!

Hz. Ömer’in dediği gibi ‘Adalet mülkün (devletin) temelidir.’ Yani Devlet kul hakkına tecavüz edeni cezalandırmak zorundadır. Devlet bundan saptığı an meşruiyetini kaybeder.

Devlet bazen, parasını yırtanı, bayrağını yakanı, kendine karşı gelmek olarak algılayabilir, hatta anayasal düzeni zorla değiştirmek olarak yorumlayabilir ama asla onu öldüremez!

Mesela Ebu Hanife, Emevi Sultanının kıldırdığı cuma namazına gitmediği için, zorla götürülmeye çalışılmış, zindanda işkence yapılarak öldürülmüştür. Ne acı bir durum. Bu İslam adına ve Peygamberin vekili Halife(!) adına yapılmıştır.

İran’da, yönetimdeki mollayı eleştirmenin İslam’a, Allah’a, peygambere ve imamlara hakaret sayılmaktadır. Ne kadar garip geliyor insana!

Bakınız, ‘Din bir vicdan işi değil; ’vicdanla başlayan bir iştir.’

Dinin kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde dünya ve ahiret mutluluğu vardır.

İslam’a inanan kişi İzzet ve şeref kazanır. Lakin İzzet ve şeref bütünüyle de Allah’a aittir.

Size bir tapınak dininden değil; gerçek hayat dininden bahsediyorum. Bu dinde ‘Adalet devlet anlayışı’ vardır… Sosyal vicdan emek, adalet, eşitlik, paylaşım, bölüşüm İslam için en yüce değerdir…

Paranın sahibi ihtiyacı olandır. İhtiyacından fazla olan şeyde, mülkiyet ilişkisi kötü bir ilişkidir…

Bu gök kubbenin altında söylenen en doğru sözdür…

Sudanlı Muhammed Taha diyor ki, insanlar başlıca iki tür korkuyla yaşarlar.

  • İçsel korku, bu kişinin psikolojik, manevi dünyasıyla ilgilidir. Bu dünyaya niye geldik ve niye yaşıyoruz?

Ne demokrasi, ne sosyalizm insanın içsel korkularını çözemez!

  • Dışsal korku, ekonomik ve siyasi korkulardır. İktisadi korkularda ‘Yarın ne yiyeceğim, nasıl tedavi olacağım, çocuğuma nasıl iyi bir eğitim sağlayacağım’ sorularıdır. Siyasi korkuların panzehiri, derinleştirilmiş demokrasidir.

Mesela Norveç’te insanın iktisadi ve siyasi korkusu yok. Ama bu insanlar hep intihar ediyor. Niye yaşıyoruz sorusuna cevap bulamıyorlar.

Erkek kadını sahiplenemez! İkisinin sahibi de Allah’tır. Senin içinden bir çocuk doğuyor. Aile içinde yaşıyorlar ve bizim onlara karşı görevlerimiz var. Bu görevleri yerine getirmemizi istiyor Allah. Senden istenen bu…

Kuran’da kadınla erkek birlikte yaratılmıştır. Bir çift olarak var edilmiştir… Dolayısıyla yaradılışta bir eşitlik vardır. Buna böyle bakarsak, geriye kalan bütün hayat ilişkilerinde kadın ile erkek eşit olarak görülür. Erkeğin kadın üzerinde üstünlüğü söz konusu olamaz. Eşittirler.

Farklılık çeşitli şekillerde olabilir. Ama bu Allah’ın nimetleri birbirimizin aleyhine kullanıp da imtiyaz çıkarma, ayrıcalık edinme söz konusu olamaz.

Mahmut AKYOL

ÜMMETİN KIZIL ELMASI BARIŞ, ADALET VE GÜVENLİK YURDU DÂRU’S SELAMA HOŞGELDİNİZ…

logo5

ÜMMETİN KIZIL ELMASI BARIŞ, ADALET VE GÜVENLİK YURDU DÂRU’S SELAMA HOŞGELDİNİZ…

Allah (insanları) dâru’s-selâm’a çağırıyor. Allah kimi layık görürse onu doğruluk ve dürüstlük yolunda yürütür.” (Yunus Suresi 25 Ayet)

Klasik tefsirciler buna “cennet” dediler. Yani Cennet inananlar için öbür dünyada içinde ebedi kalacakları bir yurttur.

Halbuki Ayette geçen kısmıyla Dâru’s-selam (Siyasi Birliktelik) yani barış, esenlik, huzur, adalet, güvenlik yurdu bu dünyada yaşanmak için vardır. Allah doğruluk ve dürüstlük yolunda yürümek için kullarını “adalet ve barış yurdunu” bu dünyada kurmaya çağırmıştır!

Bu çerçevede “selâm” kavramı “esenlik, huzur, güvenlik, adalet, barış, sulh” gibi oldukça geniş bir anlam çerçevesine sahiptir.

Yani burada denmek istedi ki:

  • Kimse kimsenin hakkını yemesin!
  • Savaşlara, katliamlara, kıyımlara, işgallere sebep olmasın!
  • Baskı, zulüm ve zorbalığın ortağı olmasın!
  • Dinde sakın farklılığa sapılmasın!
  • Nimetlerinizi bölüşün, eşitlik, adalet, dürüstlükten, doğruluktan ayrılmayın!

Bu cümlelerin yaşam alanı bu dünyadır. Bu yaşam alanını Allah Peygamberleri vasıtasıyla vahiy etti.

  • Ey insanlar dünyada birbirinize örnek olun…
  • Bu örnekliğin bir kısmı taraftar bulmuş…
  • Bazıları itibar görmüş…
  • Bazıları da unutulup gitmiştir.
  • Allah unutulup giden kullarından eylemesin…

Vahyin sebebinin birisi de insanın vicdanıdır…

Hazreti Ömer’den başlayıp Aliya Izzetbegoviç’e kadar uzanıp gelen İslam’ın yenilikçi damarı bu yolu kullandılar. Bugün bu yola şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü İslam’ın en dinamik, yapıcı ve inşacı damarı burada yatmaktadır.

Dâru’s-selam bir Kur’an kavramıdır. Yani bu Kur’an-ı Kerim’in, cennet idealidir.

  • Dâru’s-Selam, eşitliğin ve adaletin olmadığı bir yerde kurulamaz!
  • Zulmün, hırsızlığın, fitne ve fesadın olduğu yerde kurulamaz.
  • Tahakkümün, zorbalığın ve hegemonyanın olduğu bir yerde kurulamaz.

Çünkü eşitlik ve adalet, “sınırsız, sınıfsız, saldırısız, sömürüsüz ve savaşsız” bir hayat kurmanın adıdır.

Hali/hazırda yeryüzünde bu ideale en yakın olanlar, “Sosyal Adalete” en yakın olanlardır.

Esasında bu gayri insani ve gayri İslami canavarı üreten Batı olmuştur. Şimdi İslam, IŞİD sebebiyle insanlara ürkütücü geliyor. Batıda şu an bırakın “Şeriat” demeyi, Müslüman demek bile insanlara ürkütücüdür. Batı, ne kadar şeytani işler varsa, hepsinin faturasını İslam’a kesmek istiyor.

İslam, insanların zenginliğine karışmaz ama biri zengin iken diğerinin yoksul olmasını da istemez! Çünkü toplumdaki bütün sorunlar, insanların birinde olup diğerinde olmamasından kaynaklanıyor. Bu Da Dâru’s-Selam anlayışına ters bir durumdur.

Yani “Ümmet”, din birliği demek değil, dinler ve kabileler arası siyasi bir birlikteliktir.

Nitekim Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde, 18 kabileyi bir araya getirmişti.

Bunların içinde Yahudi ve Hıristiyan kabileler olduğu gibi, başkaları da vardı. İşte bu birlikteliğe “Ümmetin” birlikteliği denilmiştir. Medine sözleşmesinin birinci maddesi de böyle yazılmıştır. Demek ki ümmet sosyo-politik bir birlikteliktir.

Bu devasa coğrafyaya neresinden girerseniz aynı esenlik, barış ve adalet dileğiyle karşılaşırsınız:

“Dâru’s-Selâm’a hoş geldiniz…”

Burası, dinler tarihi açısından insanlığın dimağına kazınmış dinlerin rahmidir…

Burası, “millet” ve “ümmet” olarak kendimizi var kıldığımız, büyük bütünler ve asabiyetler oluşturduğumuz, ortak zaman, mekân, tarih, coğrafya, aidiyet, dil ve kültür evreni ile “biz” idraki yarattığımız kültürel coğrafyamızdır.

Daha dar çerçevede burası, “üç kıtada büyük hilal” hattıdır. Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarını menteşe gibi birbirine bağlayan bu büyük hilal, Osmanlı’nın dağılma sürecinde düvel-i muazzama ile savaştığımız dokuz cepheyi birbirine bağlayan savunma hattımızdır.

Büyük hilal Avrupa kıtasına doğru açılmış olup hilalin bir ucu Kuzey Afrika’dan başlar, sırtını Asya’ya yaslar, diğer ucu Kafkaslar ve Balkanlar üzerinden Orta Avrupa’ya (Bosna) kadar iner. Bu hat bizi “millet” ve “ümmet” olarak tarih sahnesine çıkaran varoluş coğrafyamızdır. Evimiz, ocağımız, aidiyetimiz, asabiyemiz, büyük vatanımızdır. İnsanlığın ortak yürüyüşüne katıldığımız yerimiz, zamanı kuşandığımız mekanizmadır. “Millet” ve “ümmet” morfolojilerinin genetiğidir.

Anadolu bu büyük vatanın iç kalesidir. Dağılma sürecinde milletin Anadolu’ya çekilişi gerçekte toparlanmak içindi. Büyük vatanın iç kalesine geri çekilişti. Bu anlamda yurdumuz, İstiklal Marşı’nda geçtiği gibi üzerinde ebediyen ezan okunan her yerdir.

Gel gör ki:

  • Bu ortam, Salih’in devesi gibi sahipsiz yerde serilmiş yatıyor…
  • Halkları İbrahim’in kuşları gibi parça parça ayrı tepelerde…
  • Şehirleri boynuzdan taç takmış kralların egemenliği altında…
  • Yurtları Yecüc ve Me’cüc ordularının istilası altında…
  • Kalbura dönmüş bir dünya, delik deşik edilmiş bir coğrafya…
  • Evrensel Adalet ve Barış Yurdu manasında Dâru’s-Selâm…
  • Bu benim hayalim, siz başka bir şey diyebilirsiniz.
  • Ama unutmayalım ki hayal ile gerçek arasında daima ince bir zar vardır.

Vatanı başı küre-i arzın bir kıtasına yaslanmış, vucudu bir başka kıtasına sarılmış, ayakları diğer bir kıtasına uzanmış” şeklinde tarif eden Namık Kemal’in vefat ettiği yıllarda (1880), Dünya Siyonist Kongresi toplanma hazırlıkları yapıyordu. Bir türlü toplanamayan dünya Yahudi kongresi niyahet Namık Kemal’in bu sözleri söylediği yıllardan kısa bir süre sora (1898) toplandı.

Kongrenin sonuç bildirgesinde “arz-ı mukaddes” veya “İsrail” diye bir tabir geçmiyordu. Tehedor Herzl bu durumu şöyle açıklamaktaydı; “Beyler, dünyayı kendimize güldürmeyelim!

Hz. Peygamber, Hendek’te taşa vururken saçılan kıvılcımlara bakıp “Kisra’nın ve Bizans’ın hazinelerini görüyorum” diyerek çevresindekilere bu hedefi göstermemiş miydi?

Bölgeyi, binlerce yıldır süren İran-Roma rekabetinden kurtarıp evrensel adalet ve barış yurduna dönüştürme hedefi… Kur’an’ın Rum suresinin girişinde yine bu hedef gösterilmemiş miydi?

Bütün bunlar Daru’s-Selâm’ın binlerce yıldır bu coğrafyanın tabiri caizse büyük ülküsü ve kızıl elması olduğunu göstermiyor mu?

  • Şimdi hangi gerekçeyle bundan vazgeçilebilir?
  • Herkes birleşirken biz niye dağılıyoruz?
  • Dünyanın orta yerinde koskocaman bir boşluk, sahipsizlik, dağılmışlık neden var?
  • Kimdir bizi parça parça bölenler? Kimdir hayallerimizle bile alay edenler? Yıkalım şu duvarları! Önce hayallerimizde, zihinlerimizde yıkalım, arkası gelecektir.

Öyle gelecek ki, bir gün üç kıtanın hangi kapısından girseniz aynı levhayla karşılaşacaksınız:

Dâru’s-Selâmâ hoş geldiniz…

Göklerinde İbrahim’in kuşlarının uçtuğunu, bozkırlarında Süleyman’ın atlarının koştuğunu, vadilerinde Salih’in develerinin gezindiğini, nehir kenarlarında Hz. Ömer’in koyunlarının özgürce otlandığını göreceksiniz…

Şu gök kubbe bunu görecek, görmeli! Türkün, Kürdün, Arabın ve Acem’in görkemli geleceği buradadır. Ortak kaderi ve yeni uygarlığı buradadır. Haysiyeti, şerefi ve onuru buradadır!

Gerisi Amerikan dipçiğini öpmek, İngiliz postalı altında ezilmek, kendi doğduğu yere onların pasoportuyla girebilmek, zillet ve meskenet damgası yemek ve ayakaltında sürünmektir.

Bölünmek, parçalanmak ve yutulmaktır. Daha da bölünmek, daha da parçalanmak, daha da kolay lokma haline gelmektir…

Mahmut AKYOL